İstanbul’un en hoş, elit, sanatçılar ve sanatçı ruhlu kimseler ile dolu yörelerinden birisi de Çukurcumadır.
Birbirinden güzel mağazalar,cafeler, ufak ve farklı detaylar ile dolu insana ilham veren yeridir.
Galatasaray’dan oraya doğru yürürken ilgimi çeken her yere girme kararı alıp birbirinden hoş yerler görme imkanı yakaladım.
Yolculuğumun ilk durağı önünden defalarca geçip 1 kez bile girmediğim Arkeopera kitapçısı-sanat galerisi oldu.
Sıcacık ve samimi bir dekorasyonda birbirinden güzel ve bulunması çok kolay olmayan arkeoloji ve tarih üzerine şahane kitapların, bir üst katında çok şirin bir sanat galerisinin,en alt katında ise çok hoş ve güzel hediyelik eşyaların satıldığı ziyaret edilmesi gereken bir dükkan. Kitapçılara girdiğimde çalan müziğe de hep dikkat eder,ona göre de puan veririm. Elvis Presley’in güzel şarkılarının hoş bir tonda (bangır bangır bağırmayan) çaldığı bu yerde kendimi evde gibi hissettim.
Bir üst katındaki galeride Ayşe Türemiş’in suluboya resim sergisi yer almaktaydı. Gerçekten çok başarılı ve resimleri de birbirinden güzel bulduğum bu sergiyi resme ilgisi olan herkesin görmesini tavsye ederim. Türemiş, 2003 yılından beri suluboya tekniği ile tarihi mekanları resmetmekte. Bazen suluboya mı resim mi ayırt etmek zorlaşıyor, büyük bir zevkle sergiyi gezdim.
Sanatçı ile ilgili bilgilere aşağıdaki web sitesinden ulaşılabilir:
Arkeopera’nın bodrum katındaki hediyelik eşya bölümünde hakikaten birbirinden hoş objeler mevcuttu. Herşeyi görebilmek ve incelemek için biraz zaman harcamak lazım.
Arkeopera’dan çıkıp yürümeye devam ettim, Cezayir restorantın biraz ilerisinde daha önce dergilerden aşina olduğum STOA mağazasını görüp hemen bir ziyaret gerçekleştirdim…Ahşabın, daha doğrusu doğal dokulu ahşabın bir hayranı olarak burada da büyülendim. Gerek dükkanın dekorasyonu, gerek ürünlerin birbirinden güzel olması gerekse tabii tam bir Paris dükkanına girmişim havasını vermesi beni inanılmaz cezbetti. Tardu bey orada değildi fakat yardımcısından aldığım biliye göre kendisi önce felsefe okumuş, sonra Paris’te takı tasarımına,sonra da ahşap ile sanatsal objeler ve mobilyalar tasarlamaya başlamış. Boşuna Paris’te bir dükkana mı girdim diye hissetmedim demek ki, geçmişinin etkilerini çok güzel yansıtmış. Ahşaplar yurtdışından getirtilip Tardu beyin kendi atölyesinde işlenmekteymiş. Fakat ahşapların güzelliği, dokusu, hissi hakikaten muhteşem.
Dükkanın hemen girişinde karşınıza çok hoşuma giden, takı üretiminin yapıldığı ufak bir masa çıkmakta, masanın üstündeki karışıklık, aletler vs o kadar güzeldi ki… Sanatçı atölyesine girmiş gibi hissediliyor. Ayrıca dükkana girerken inilen taş basamaklar, çok hoş bir aydınlatma, yumuşak bir ışık…Son derece başarılı bir mağaza ve rafine bir zevki yansıtıyor.
Şimdi deeee eskiciler, ara sokaklar, yıkık binalar ve minik ambilere devam…
Dışarıdan dükkan olduğunu ilk bakışta algılamadığım, önündeki kediyi okşarken dükkan olduğunu fark ettiğim bir başka olağanüstü mekan…
Ayşe Orberk’in dükkanı.
İçeri girince yine büyülendim, evime gelmiş gibi çok samimi bir duyguya kapıldım. O sırada burasını gösterecek, konuşacak bir arkadaşımın yanımda olmasını isterdim doğrusu. Sol köşede mis gibi yanan bir şömine, inanılmaz güzel mobilyalar, sanırım 30-40 cm genişlikte rabıta yerler, yüksek tavanlar, demir doğramalar, tuğla duvarlar, burası da tam bir Paris havasında idi. Bazı objeler babaannemin evinde kullanlanlar ile aynı olduğu için geçmişe gittim, büyük keyif aldım. Anladığım kadarı ile Ayşe hanımın kendi uğraşları sonucunda yaratılmış. İnanılmaz güzel bir atmosfer. Projenizi ve müşterinizi alıp gelin, saatlerinizi burada geçirin, büyük keyif alın.
Ayşe Orberk
Turnacıbaşı sokak No:51 Beyoğlu
T: 212 2526636
Mağazanın karşı köşesinde yer alan cafede ilk dikkatimi çeke şey, büyük bir keyifle mışıl mışıl uyuyan kedi oldu. İçerisi de son derece güzel dekore edilmiş, yine çok sıcak bir cafe idi. Adını almayı ihmal etmişim…Karşı koltuğumda kediyle birlikte güzel bir kahve içtim.
Kahvemi içtikten sonra keşfetmeye devam dedim…Bir baktım, çok komik bir isme sahip bir dükkan…Kop-Art’tan AL SANA! Aaaa burası neymiş diye bir girdim ,ben burasını bir yerden biliyorum dedim, meğer geçen senenin meşhur filmi Issız Adam’daki dükkanmış…Duvarlar sergi havasında sokak hayvanları resimleri ile doluydu,
nedir bunlar diye sorunca Berlin’de sokak hayvanları üzerine bir sergi yapmışlar, bunlar da o sergiden alıntılar imiş. Başladık hemen hayvanlarımız ve sorunlarımızı konuşmaya, Cansu hanım da yıllardır bu işlerin içinde olup güzel çalışmalar yapmaktaymış.Arka bahçe kapısının önünde de şişko "yenge" isimli güzel bir kedi içeri girmeye çalışıyordu. Yarım saatlik bir film hazırlamışlar, yakında yayınlayacaklarmış. Ne mutlu ki böyle insanlar var, bu kişilerle tanışınca hemen anlaşıyor insan, amaç aynı, emek var, sevgi var, ne güzel!
Gezimin bir sonraki durağı tamamen tesadüfi karşıma çıkan "Porof. Zihni Sinir" atölyesi oldu! Çok sevindim çünkü Zihni Sinir’in hayranıyım ve icatlarını hakikaten çok komik, yaratıcı ve güncel buluyorum. Mağazası Arnavutköy’de zannediyordum ki meğer ilgisi yokmuş 🙂 Mucit İrfan Sayar bey ile de tanışma fırsatım oldu. Çok sakin ve mütevazi bulduğum İrfan bey ile uzunca konuşma fırsatımız oldu. Bu ürünleri neden birçok mağazada bulamadığımızı sordum, bu tip orijinal şeylerin çok daha kolay ulaşılabilir yerlerde olmasının bizler hediye alınca da kolaylık sağlayacağını belirttim. Müşteriyim ya, tutamadım kendimi 🙂 Ama amacım zaten güzele teşvik etmekti.
Ama meğersem online satışları da mevcutmuş zaten. Yine de bence bu ürünleri görerek almak ayrı bir zevk.
Kartpostallar, irili ufaklı projeler, kitaplar, büyük objeler alabilmeniz mümkün. Asma kat gibi birkaç basamak üstte üretimi görebiliyoruz.
İrfan bey şirketler ile de çalışmalar yapmış, öğrenciler ile biraraya gelerek projeler üretmiş.
Kendi web sitesinde zihni sinir üniversitesi varmış. Burada da projeler üretilebiliyormuş.
Web sitesi çok keyifli.
Bence İrfan beyin bir dönem zihni sinir müzesi açması çok güzel olurdu, daimi sergi, sürekli yeni eserlerini ekleyecek. Çok şahane bir yer olurdu.
Benim görünce çok güldüğüm güzel bir ürünü oldu. Küçük çocuklar için "emzikli gözlük" projesi 🙂 Çocuklara TV seyrederken uygunsuz bir sahne çıkarsa bu emzikli gözlüğü takıyorsunuz, gözlükler kapkara, birşey göremiyor,ama emziği ucunda cof cof emebiliyor,ağlamıyor. Bana dedemi hatırlattı, küçükken ne zaman TV’de film sırasında bir çift öpüşmeye başlasa veya yatağın kenarı bile görülünce hemen bana "Kika, haydi odana" der, içeri gönderirdi. Halbuki böyle bir gözlüğüm olsaydı sorun çözülmüş olacaktı 🙂 Bugün TVlerde yayınlanan sahneleri görse ne yapardı acaba?
Çukurcuma çok renkli bir dünya, her sokakta ayrı bir güzellik…
Defalarca uğramak lazım ki anca herşeyi görebilesiniz.
Bol keşiflere, güzel ambilere.