Gestalt nedir?

8 nisan 2021 senesinde yayınlanan Romina Özipekçi’nin Rominight programında Gestalt terapisti, klinik psikolog prof.Dr.Hanna Nita Scherler konuk oldu.

Gestalt üzerine yapılan bu keyifli söyleşiyi hocamın değerli izni ile kaleme döküp Gestalt terapisi hakkında bilgilenmek isteyen, araştırma yapan, youtube videosundan haberi bulunmayan kişilere ulaşmak adına keyifle paylaşıyorum.

Romina Özipekçi: Hoşgeldiniz. Nita hocam klinik psikolog, gestalt terapisti, bireylere ve çiftlere bu yaklaşımla destek oluyor. Aşağı yukarı herkes bir pskoloğa veya psikiyatr’a gitmeyi bilir, orada neler olacağını bilir ama mutlaka psikoloji de kendi içinde dallara ayrılır, bunlardan bir tanesi de Gestalt. Gestalt nedir? Bilmeyenler için nasıl anlatırız?

Hanna Nita Scherler: Ee beni kısacık tanıtırken şu andaki yaşantımda benim için zevkli bir yer alan bir kurumda var, onun da adını mutlaka söylemek istiyorum İzin verirseniz Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nde de ders veriyorum, Evet, üniversitemi çok seviyorum, pandemi döneminde uzak kaldığım için,  Antep’e gidemediğim için de üzülüyorum. Onun için en azından bu fırsatla oradan da  biraz söz etmek istedim.

Gestalt kelime anlamı olarak bütün demek, tam demek. Gestalt yaklaşımı da bu kelimenin anlamından yola çıkacak olursak kişiyi bütünleştirme yolunda destekleyen bir yaklaşım diyebiliriz. Bütünleşme yolu ne demek diyeceksiniz haklı olarak…yarım mıyız ki bütünleşelim? Şöyle anlatabilirim, beni daha önceden dinlemiş olanlar biliyorlardır, Gestalt bakış açısı temellerinden hümanistik yaklaşım çok önemli bir bacağıdır.Hümanistik yaklaşım da der ki insanın davranışını kendisini gerçekleştirme motivasyonu belirler, yapılandırır. Kendini gerçekleştirme nedir? Gerçek değil miyiz? Ya da bütünleşme ile alakası nedir? Nasıl bağlayacağım?

Image: kikasworld.com

Metafor olarak anlatacak olursam her insanın bir piyano klavyesinde olan tuşlarla doğduğunu var sayar hümanistik yaklaşım. Yani her insan aynı kaynakla doğar. Bu kaynağa bir piyano klavyesindeki 88 tuş diyelim, her insan 88 tuşla doğar. Kendini gerçekleştirmiş insan sahip olduğu varoluş alanında barındırdığı 88 tuşuşn da farkındadır demektir. Zaten onu barındırıyoruz ama farkında değiliz. Niçin farkında değiliz? Çünkü doğduğumuz andan itibaren içinde doğup büyüdüğümüz kültür, aile bize neyin doğru neyin yanlış olduğunu, neyin kabul edilebilir neyin Kabul edilemez olduğunu çok güzel öğretiyor. Çocuklar da bunu çok çabuk öğrenip içselleştiriyorlar. Yani ben ona sosyal yazılımla formatlanma diyorum. O sosyal yazılımla formatlanma sonucunda biz o 88 tuşun sadece ebeveynlerimiz ve alt kültürümüz tarafından çalınması OK olan tuşlarla hayatımızı anlamlandırıyoruz. Yani 88 tuştan belşki ben 30 tanesini çalıyorum, belki sen 35 tanesini çalıyorsun. Gestalt terapisi insane “OK sen 88den 35inin çalıyorsun, ben de sana 35ten 88e doğru nasıl ilerleyebilirsin, sosyal yazılım tarafından çalman izin verilmeyen tuşlara nasıl geçebilirsin? Onları da hayatını algılama ve anlamlandırmaya nasıl katabilirsin? Ben de sana o yolu göstereyim diyen bir yaklaşım aslında. Bu yüzden bütün ve tam, yani kişiyi hayat yolculuğunda karşılaştığı deneyimlere kendisini nasıl bütünleştirmek amacıyla yaklaşabileceğini söyleyen bir yol diyeyim.

RÖ: Size gelen danışanlar muhakkak psikolojik bir sıkıntı, çöküş, depresyon ne diyorsak buna, yaşadıkları için geliyor. Siz o noktada nelerin çökmüş olduğunu, o bütünlüğünü nerelerinin bozulmuş olduğunu bulup, bunu bu yaklaşımla düzeltme metoduna gidiyorsunuz, doğru mu anlıyorum?

HNS: Kelimeleri birazcık değiştirerek söylemek isterim, Hiç kimsenin hayatında hiçbir şey bozulmuş değil aslında, benim şahsi görüşüme göre de hiçbir terapötik yaklaşım hiçbir bozulmuş olanı da düzeltemez. Bu ancak o hayatı yaşayan insanın iradesi ile belirlenebilecek birşey. Benim yaptığım şu; Danışanlarım bana kendi hayatları ile ilgili karşılaştıkları bir zorlanma ile ilgili gelirler çoğunlukla. Bir zorlanma içersinde olduklarını nerden anlarlar? Her zamankinden daha belirgin bir acı, Her zamankinden daha belirgin bir kaygı, bir öfke, bir üzüntü yaşıyorlarsa , bunu hissedip “bu her zamankinden biraz daha belirgin, acaba burada ne oluyor” merağı ile gelirler. Geldiklerinde akıllarında olan çoğunlukla bu acının dinmesi, bu üzüntünün geçmesi, bu öfkenin geçmesi, bu kaygının geçmesi vardır. Ben onları dinlediğim zaman Gestalt bakış açısının da bana sağlamış olduğu yapı ile kendilerine bu gestalt bakış açısının bu tür zorlanmaları nasıl algıladığını anlatırım.

Şöyle derim: Evet, bu bir zorlanma, ama bu zorlanma aslında bir fırsat, bir bütünleşme çağrısı, bir bütünleşme davetiyesi ve dilimin döndüğünce bu piyano metaforu ile kendilerine şu andaki zorlanmalarının sosyal yazılım tarafından çalmalarına izin verilmeyen tuşların kendilerini ona anlatmak için haykırmakta olduklarını söylerim. Yani bu acının, bu kaygının, bu öfkenin aslında altında eğer farkındalıkla eğilinirse bu zorlanmaya duyulması gerekn çok önemli bir mesaj olduğunu söylerim. Bu mesaj da aslında kendi lisanında semptom neyse, diyordur ki bu semptom “ya arkadaş, senin hayatının bugüne kadar getirdiği şekil artık sana yetmiyor, artık daha fazla tuşa ihtiyacın var hayatında. Ben de seni zorluyorum ki sena aa burada çalınacak başka tuşlar da varmış, onları da göresin. Bunu anlatmaya çalışırım.

RÖ: Semptomun repliğini yazdınız, bu tür kırılmalar insan ruhunda yeni bir arayış için midir? Yani bir kalıbın içinde kıstırılmışsındır, birşey patlayıp çıkmak istiyordur, aslında hep hayra delalet midir bu semptomlar?

HNS: Yaşam ne hayra delalettir, ne hayırsızlığa delalettir aslında. Bana göre ahval ne ise odur, Olan neyse odur. Tabiatta hayırlı ya da hayırsız bir ağaç yoktur, hayırlı ya da hayırsız bir tavşan yoktur, ne oluyorsa oluyordur. Ona hayırlı ya da hayırsız anlamını biz zihnimizle atfediyoruz. Her zorlanma aslında bir değişim fırsatı barındırır. Kişi bu fırsatı kullanmak isterse…Kullanmayı seçmiyorsa da o üzüntü, o kaygı, o öfke her ne ise o çerçeve içinde kalıp kendisini rahatlama yoluna da gidebilir. Ancak benim fikrim, kendisini o zaman dönemi içersinde rahatlatabilir, ama altında çözmediği mesele her ne ise , yani çalmaya başlamadığı tuşlar her ne ise, kısa bir süre sonra başka bir yerde,başka insanlarla ya da başka kurumlarla farklı problemler -miş gibi kendilerini yine er geç göstereceklerdir.

RÖ: İnsan sıkıntıya girdiği anda değişimi neden istemez?

HNS: Çok güzel bir soru, çünkü şikayet etmek, birilerini suçlamak, insanın kendisini mağdur olarak göstermesi çok daha kolaydır. Yapılacak bir seçim yoktur, alınacak bir sorumluluk yoktur, katlanılacak bir sonuç yoktur. Ama insan içinde bulunduğu durumu farklılaşmaya bir çağrı, farklılaşmaya bir davetiye olarak algılayıp güvensiz alana adım atmaya karar verdiğinde: 1. Tek başınadır 2.Bilinmedik bir yoldadır, ona tanıdık gelmeyen bir yoldadır. Ne yaşayacağını bilmemektedir. Bir seçim yapmıştır, bunun bir sonucu olacaktır ve buna katlanması gerekecektir. Kendi iradesi ile bu yolu seçmiş olduğu için de sonunda suçlayabileceği bir kimse de olmayacaktır.

RÖ: İnsanın kendini iyi hissedebilmesi için suçlayacak birinin de olması gerekiyor, eğer öyle bir ruh halindeyse, doğru mu?

HNS: Zorlana kişi eğer kendisini geliştirme yoluna baş koymayacaksa şikayet modunda kalmayı tercih edecektir. Daha kolaydır çünkü.

RÖ: Bu tüm isanlık için geçerli değil mi? Nasıl oluyor da milyarlarca insan duygu ve tavırlarını aynı yönde geliştirmiş? Tüm ülkelerde de başkalarını suçlamaya meyilliyiz, hani bir biriciktik?

HNS: Evrim evrenseldir. Gelişim evrenseldir. Ama nasıl gelişildiği, nasıl evrildiği insana özeldir. Yani her insan 50 cm doğar en az 1,5 metre ölür diyelim, herkesin boyu uzar, bu evrenseldir, ama boyu uzarken neler yaşayacağı kişiye özeldir.

RÖ: Biraz evvel söylediğiniz içine doğduğun kültürden ne aldın? Aileden ne aldın bunlar da atbii etken gelişim açısından. Ama o zaman hayatın doğrusu var, Nitanın , Rominanın bir doğrusu var, bir de kişinin özünde bir doğrusu olsa gerek. O zaman hangi doğru doğru?

HNS: Çok güzel bir soru, şöyle cevap vereyim: Rominanın ve Nitanın gerçekleri, zihinsel süreçleri ile sosyal yazılım tarafından yazılmış çizilmiş ve öğrenilip içselleştirilmiş doğrular. Bundan kaçınmak mümkün değil, insansak değer yargılarımız, inançlarımız, varsayımlarımız var, bunların olmaması mümkün değil, sorun bunların olması da değil. Sorun, bunlar mutlakmışçasına bir kez öğrenildiler mi onları mutlakmış gibi algılayıp kendimizi onun içine hapsettiğimiz zaman sorun olur. Gestatl bakış açısı nasıl bakar? Buradan alayım; Nitalar, Rominalar bir sürü insan var, her insan hayatında bir sürü başka insanla çeşitli ortamlarda karşılaşıyor. Zaman zaman değer yargıları örtüşen insanlarla karşılaşıyor, zaman zaman da değer yargıları örtüşmeyen insanlarla karşılaşıyor. Gestalt bakış açısından baktığımızda bütünleşmek için farklı değer yargılarına sahip insanlarla karşılaşmak gerekiyor ki “aaa benim çaldığım tuşlarla onun çaldığı tuşlar aynı değil” İlk başta ben Rominaya diyeceğim ki “bak senin çaldığın tuşlarda iş yok, benimkiler doğru, sen onları bırak, benim tuşlara gel” ya da diyeceğim ki “benim tuşlarda iş yoktu, ben benimkileri bırakıyorum, seninkilere geliyorum”

Gestalt bakış açısı der ki; her tuşun yaşamda yeri var, ne benimkiler tamamen doğru veya yanlış ne başkasınınkiler tamamen doğru veya yanlış. Büyümek demek, olgunlaşmak demek benimkinden farklı değer yargılarına sahip insanlarla karşılaştığımda ben kendi değer yargımı onlarınkini de kapsayacak şekilde nasıl genişletebilirim? Nasıl farklılığı bir anda tutabilirim? Nasıl farklılığı bir yerde tutabilirim? Birçok insanın doğrusunu barındırmaktır marifet. Sorunun bir de içinde bir öz yok mu demiştiniz, oraya geleyim: İnsan, Gestalt bakış açısına göre ait olduğu daha büyük bir bütünün bir parçasırıdr. Bizler fiziksel bedenimizde hayat bulan enerjileriz ya da titreşimleriz. Her birimiz kendimize has bir titreşim barındırıyor olsak ta her birimizin titreşimi bir araya geldiğinde 88 tuş yapıyor, yani hepimiz ait olduğumuz daha büyük bir bütünün parçasıyız. Dolayısı ile benim özümle Çin’deki adamın özü farklı değil. Niçin Michelangelo’nun bir heykelini milyonlarca insan gördüğünde beğeniyor? Niçin Mona Lisa tablosunu milyonlarca insan gördüğünde beğeniyor? Bu eserleri birçok insanın hayran kalmasına iten nedir? Şudur: Bu ustalar, bu sanatçılar bu eserleri yarattıklarında kendi özlerine en fazla yaklaşabilmiş olan sanatçılardır. Dolayısıyla ortaya koymuş olduğu eserler çok derinlerdeki özlerinin bir temsilidir, tezahürüdür.

Eğer hepimiz aynı bütünün parçasıysak o zaman Michelangelo’nun özü ile benim özüm aynı olduğu için ben o heykele baktığımda  kendi özümü görüp etkileniyorum. Olay bu aslında.

RÖ: Nasıl bir alt kültüre doğmuş ve yetişmiş olursak olalım ve dünyanın hangi coğrafyasında yaşıyor olursak olalım aslında insanın özünde bulunan iyiye, doğruya, estetiğe, güzele, çirkine her neyse gerçek kötüye, hepsini kapsadığını söylediğiniz için böyle diyorum, aslında özümüzle yaklaşabilir ama işte o sosyal yazılımdan ötürü belki bunu doğru bilip devam ediyordur, ya da onun sosyal yazılımı bilinçsizlikle kaplıdır ve öyle bir çevrede devam ediyordur haliyle.

HNS: Yani bir ressamın paletinde olabilecek bütün renklerin olduğunu varsayalım. Bu palet hepimizde var, ama hepimiz tüm bu renkleri kullanmıyoruz. Annemiz babamız tarafından bunun kulan dedikleri renkleri kullanıyoruz. Bütünün içersinde katil de var, ozan da var, piyanist te var, herşey var. Bütün bu olasılıkları herkes barındırıyor ama herkes o olasılığın içinde doğup büyüdüğü altkültür tarafından tanımlanan renkleri kullanarak hayatı yaşıyor ve biz Gestalt bakış açısının varsayımı doğrultusunda hayatımızı o sahip olduğumuz varsaydığımız paletin üzerindeki tüm renkleri kullanabilmek üzere hayatı yaşıyoruz. Bütün deneyimler o renkleri tanımak ve o renkleri kullanabilmeye araç oluyor. Amaç bu.

RÖ: Zihin meselesi var ya, bunları hem meslektaşlarınızla konuştum, sinirbilimci bir dostumla konuştum, siz ne diyeceksiniz ne dersiniz; zihin denilen şey kendi gerçekliğini yaratan bir şey ya, buna kapılıp gittiğin zaman bambaşka bir gerçeklik içine girebiliyorsun, bunun çok ileri safhaları var, yahut sokakta dolaştığında kolunu çarptığın insanların dokuzu yine aynı gerçekliğin içerisinde yaşıyor. İçine doğmuş olduğu alt kültürün etkileri ile farklı bir gerçeklik yaratabiliyoruz. Zihnin bunu bizi ayakta ve hayatta tutmak için yaptığı temel bilgisine de sahibiz. Atalarımızdan bu yana yaşamda kalmak için kaç-savaş-don tepkilerimizin gelişmiş olması ve modern çağda bunların evrilerek diyeyim, anksiyeteler, stresler çok yaygınlaşması…Zihin o ürettiği kaç-savaşlarla ya da donlarla bugüne,bugünkü modern yaşama farklı bir yaklaşımı neden sunmuyor? Hala daha aslanın bizi kovaladığı günkü korkusu ile yaşıyoruz ya bunun verilmesi mümkün mü? Bunu dışarıdan biz beyne yeni birşeyler öğreterek mi yapabiliriz?

HNS: Bu sorulan soruya salt zihinle cevap vermek mümkün değil, bu kaç-don meselesi salt zihinle ilgili değil, duygularla ilgili. Duygular çok çıplak haliyle diyeyim, zihinsel süreçlerle karışmamış duygulara bakarsak birkaç tane var, mesela Paul Ekman temelde 6 duygumuz olduğundan diğer tüm duyguların zihinsel süreçlere bulanmış olduğundan bahseder. Bu 6 temel duygu: mutluluk, üzüntü, öfke, tiksinme, korku ve şaşırmadır. Diğer tüm duygular bu duyguların zihinsel süreçlerle karışmış halidir der.

RÖ: Geriye ne kalıyor ki?

HNS: Kıskançlık var, tutku var, kaygı var,

Bu saydığım 6 duygu bunlar bebeğin henüz konuşmayı öğrenmeden önce de deneyimlediği,sergilediği duygular. Varoluşçu yaklaşımı benimsemiş olan Emmy Van Deurzen, değer yargıları ile duyguların karışımından oluşan, bu kaç don ile ilgili çok güzel bir bölüm vardır. Der ki zihniniz ne kadar gelişmiş olursa olsun, temelde yaşayacağımız duygular değişmez. Sadece o duyguları neye ilişkin yaşıyor olduğumuz değişir. Yani şöyle örnek vereyim, mutluluk, öfke, üzüntü ve cesaret diyeyim. Bu duygular 1 yaşında da 90 yaşında da var. Bedende mutluluğun da, öfkenin de, cesaretin de hücresel bazdaki izdüşümü 1 yaşında neyse 90 yaşında da o. Ama 5 yaşında, 15 yaşında 25 yaşında neye ilişkin neye ilişkin üzüleceğim, neye ilişkin öfkeleneceğim değişir, ama duygu aynı kalır.

RÖ: Nasıl öfkeleneceğim de değişiyor değil mi? O da algımla ilgili.

HNS: Onlar sosyal yazılımla ilgili.

RÖ: Eckhart Tolle buna “ikincil duygular” diyor.

HNS: Evet, Arieti bu konuda çalışma yapmıştır. Duyguları 3 başlık altında tanımlar:

Birincisi o 6 söylediğim, zihinsel süreçlerle bulaşmamış olan duygular.

2.kategoride bir miktar zihinsel süreçlerle bulanmış olan duygular vardır ki kaygı onun içindedir mesela,

3.kategorisinde ise düşünce ağırlıklıdır, duygu ondan sonra gelir. Mesela kin. Derki Arieti; kin yaşamak için önce zihinsel süreçlerle “o bana bunu yapmıştı, sonra şunu yapmıştı” bunların hepsini aklımda tutmam lazım ki o duygu ona eşlik etsin. Ya da depresyon; zaten geçmişimde de herşey kötüydü, şimdi de kötü, ileride de kötü olacak. Bu hali barındırmak için hep geçmişte neyin kötü olduğunu hatırlşıyor olmam lazım.

RÖ: İçinde yaşadığımız dünyanın koşulları olarak söyleyeyim hem de içine doğduğumuz ailelerin alışkanlıklarından ötürü, geçmişi hatırlamadan, eski defterleri hatırlamadan yaşamak kolay değil. Uzun zamandır kendimi izliyorum, geçmişten getirdiğim öyle çok kaygım, düşüncem, taze tuttuğum hikayeler var ki, diyorum ki, heralde insanoğlunun gerçekten çok boş vakti var ki yaşamının büyük bölümünü bunlara ayırabiliyor. Niye yapıyoruz bunu?

HNS: İstesek te istemesek te bir evrim sürecinin içersindeyiz. Duygusal olarak, bedensel olarak, zihinsel olarak, tinsel olarak, kinestetik olarak, iliş,isel olarak hep bir devinim içersindeyiz, hep gelişmekteyiz. Biz patates gibi dursak ta hiçbir şey yapmasak ta gelişmekteyiz. Gelişmek şöyle birşey (avucunun içinde silgi göstererek) silgi var da biz bunu bir gururum var ya da başarım var diyelim, buna sıkı sıkıya tutunuyorum.

Gelişmek şu demek; buna sıkı sıkıya tutunurken yeni birşeyi tutamayacağım için bunu yeni tutacağımın üzerine bırakıp yeni tutacağımı tutmam lazım ki gelişebileyim. Yani biz insanlar hem bir yandan gelişmek istiyoruz , bir yandan da elimizde olanı, tutmakta olduğumuzu bırakmak istemiyoruz. Hiçbir şey bırakmadan sürekli istiyoruz, böyle birşey yok. Yani bunu bırakabilmemiz lazım ki yeni birşey tutabilelim. Zannediyoruz ki bıraktığımız bizden uzaklaşacak, öyle birşey yok. Bıraktığımız yeni tutacağımızın içinde . Biz eski ve yenisini beraber alıyoruz. Sonra bunları daha büyük bir zemine bırakıp bu sefer 3ünü birden tutuyoruz. Hep eskisini kapsayıp aşarak ilerliyoruz. Ama bunu denyimlemeden bilemeyeceğimiz için biz zihinsel olana garantiler istiyoruz: Hadi bakalım anlat bana, ben bunu bırakırsam neler olur…Böyle değil hayat.

RÖ: Byron Katie diyordu galiba, yaşam daima düşüncelerden çok daha iyi niyetli ve bonkördür diyor. Kendi hayatıma bakmak istediğim taraf hep böyle cümlelerle anlatıyor bana hayatı ben de orasını almak istiyorum doğrusunu isterseniz. Yaşamımı belli bir yaştan sonra, beni çekti daha doğrusu, Gestalt’te de daha hümanizma bir yaklaşım söz konusu, temelini nereden alıyor?

HNS: Kökleri çok yaygın. Bir kere psikanalizden almış, Jung’dan almış, alan teorisinden almıştır, Gestalt pskolojisinden almıştır, hümanistik varoluşçu yaklaşımlardan almıştır, fenamenolojiden almıştır, metodoloji olarak fenomenolojiyi kullanır, psikodramadan almıştır, en önemli köklerini Zen Budism ve Taoismden almıştır. Yani çok yaygın bir tabanı vardır.

RÖ: Normal psikoloji ile Gestalt yaklaşımının farklarını anlamış olduk. Çok temel, şu da ayrılıyor diyeceğiniz birşey varsa onu da dinlemek isterim.

HNS: Şöyle, Gestalt terapisi “şimdi ve burada” sürdürülen bir yöntemdir. Yani danışan birşeyler hakkında pek konuşmaz terapide.

Örnek vereyim: Mesela annem şöyleydi, babam böyleydi der, Gestalt terapisti der ki “annen ve baban hakkında konuşmak yerine sanki o buradaymış ve onunla konuşuyormuşsun gibi yapman” Ya da anne veya bana ilişkin bir duygudan bahsediyor isen sanki o buradaymış ve ona onunla ilgili ne hissettiğini anlatıyor olsan, yani hakkında konuşmak yerine her ne konuşulacaksa onu şimdiki zamana getirmek esastır. Bunun nedeni hakkında konuşmak insanı ağırlıklı olarak zihinsel alanda tutar ama şimdi ve buradaya getirerek konuşmak  varoluşun 4 boyutunu da uyarır. Hem fiziksel boyutta hem duygusal boyutta, hem zihinsel hem tinsel boyutta  ne ise konuştuğu şey, onun o anda bu 4 boyuttaki izdüşümünü de yaşama fırsatını verir. Dolayısıyla şimdi ve burada da çalışmak. Fenomenolojik metodolojinin en belirgin özelliği bu bağlamda diğer yaklaşımlardan önemli bir farklılık olarak söyleyebiliriz.

RÖ: Psikodramayı kullanır dediğiniz alan da bu kısmı.

HNS: Boş iskemle tekniği var, roller vardır, kullanır, evet.

RÖ: Geçen hafta yayınımda Feride Gürsoy’u ağırladım. Aile dizimleri yapar, aile dizimlerinde de pskodramayı kullanır. Gestaltten de etkilenmiş midir?

HNS: Aynı bütüne bakıyorlar fakat farklı açılardan. Hakkında konuşulacak tek bir hakikat var, birden fazla hakikat yok bence. Dolayısıyla psikodrama başka, o hakikata başka açıdan bakıyor. Gestalt başka açıdan. Analitik yaklaşım başka açıdan. Aynı hakikate bakıyouz.

RÖ: Neden bahsediyorsunuz? Öz’den mi?

HNS: Özden tabii ki.

Image: kikasworld.com

RÖ: Peki, bu yaklaşımı, Gestalti siz ilişkilerde de kullanıyorsunuz, hatta Gestalt yaklaşımı ile rüya çalışması gördüm. Bu nedir?

HNS: Rüya, kişinin çalmadığı tuşların, sembol olarak görebildiği en önemli alanlardan bir tanesidir. O çalınmayan tuşlardan bahsettim ya, onların haykırışlarının bir türü acı, kaygı, öfke, üzüntü ise o tuşların bir diğer haykırma yöntemi de rüyada görülen sembollerdir. Yani rüya  çalışması yaparak özle ilgili biraz daha fazla ekşif yapmak mümkündür.

RÖ: Rüya ile yapılan çalışmalarda spesifik birşey verebilir misiniz? Çünkü bunu mutlaka bildiğimiz rüya tabiri denen şeyden ayırmak gerekiyor muhakkak. Orada o sembol, devranış, nasıl yorumlanıyor kişinin hayatının içersinde?

HNS: Gestalt bakış açısından rüya çalışması yine fenomenolojik metodolojiyi kullanır. Gestalt yaklaşımının hiçbir tarafında yorum yoktur, sadece tanımlama ve betimleme vardır. İnsan rüyasında her ne görüyorsa rüyada gördüğün her eleman 1.tekil şahısta konuşturulur, yani ben sizin rüyanızı yorumlayamam, ben ancak Gestalt terapisti olarak sizin rüyanızı 1.tekil şahısta konuşturmanız doğrultusunda size alan sağlarım, destek sağlarım. Ama rüyayı gören siz olduğunuz için o rüyayı görenlerin her birinin açılımı sizin zemininizden gelmek zorunda. Benim zeminimden gelemez, çünkü ben sizişn riyanıza ilişkin birşey söylediğimde ben, kendimle ilgili birşey söylemiş olurum.

RÖ: Ne demek bu?

HNS: Mesela rüyada bir kedi gördüniz, kedi tastan yemek yiyordu, ben de gittim kediyi okşadım. Ben derim ki danışanıma “rüyada kedi vardı, siz vardınız, tas vardı, tasın içindeki yemek vardı. Şimdi sizden bu elemanları istediğiniz sırada, kedi olarak rüyayı anlatın bana, tas olarak rüyayı anlatın, tasın içindeki yemek olarak anlatın.

Maksat şu: bu elemanların bazıları kişinin halihazırda çalmakta olduğu tuşları temsil eder, bazı elemanlar da henüz çalmadığı, keşfedilmeyi bekleyen tuşları temsil eder. O keşfedilmeyi bekleyen tuşları temsil eden elemanları konuştururken bedeninde, duygularında bir farklılık algılar, bir enerji taşması algılar, biz oradan anlarız çalışnmayan tuşlar olduğunu. Oradan çalışmaya başlarız ve çalışmaya devam ederiz.

RÖ: Peki o hissettiği farklı enerji sizin de dışarıdan görebileceğiniz bir jestle, mimikle dışarıdan vuran birşey midir? Yoksa insanın kendi içinde sadece kendi hissedeceği birşey midir? Bununla beraber sadece kendi hissedebileceği birşeyse insanın bir de duygularıya bütün halde olması gerekiyor bunu fark edebilmesi için, doğru mu?

HNS: Gestalt terapisti ile çalışan bir kişi, tamamen konuya yabancı kişiyse başta biraz bu yönteme alışması için ısınma turları geçerlidir. Bazı insan buna çok yatkındır ama bazı insan çok dirençlidir. Olabilir.

RÖ: Her rüya anlamlı mıdır?

HNS: Mutlaka, her rüya anlamlıdır.

RÖ: Bazen rüyada gördüklerimiz birkaç gün önce gördüğümüz birşeyle bağlantılıdır, benzetmedir, aa geçen hafta şunu yaşamıştım, rüyada bağlamışım deriz.

HNS: Hiç fark etmez, onu o gün rüyasında gördüyse mutlaka bir anlamı vardır.

RÖ: İşe yarar ya da yaramaz herhangi bir anlamı vardır.

HNS: Bilinçaltının seslenişlerinin işe yaramayanını bilmiyorum ben.

RÖ: Madem bunu söylediniz açın azıcık

HNS: Rüyalar bilinçaltının seslenişleridir. Bilinçaltı seslendiğinde kişi de rüyasını hatırlıyorsa demek ki kişide o bilinçaltının mesajını algılamaya hazırdır, eşref saati gelmiştir. Herkes rüya görür ama sabah kalktığında gördüğünü hatırlamaz. Hatırlanan rüyalar bir mesaj barındırıyordur, çalışmaya değerdir.

RÖ: Peki…size en çok ne için geliyorlar?

HNS: Daha çok ilişkisel meselelerle geliyorlar. Aile de olabilir, işteki sorunları için de gelenler var. Amir-çalışan ilşkisi olabilir, yönetici olmuştur ,daha fazla insanı yönetmek zorundadır, karı-koca ilişkileri olabilir, kardeş olabilir, insanın olduğu her yerdeilişkisel  meseleler var.

RÖ:  Çok keyifli bir terapi metodu gibi görünüyor

HNS: Çok keyifli, yani çok ta ciddi değildir, gülebiliriz de eğlenebiliriz de.

RÖ: Normal bir psikoterapi seansında olduğu gibi ağlamalar da yaşanıyor mu?

HNS: Tabii ki. Hayat neyse o da içinde bir kesit. Hepsine yer var.

RÖ: Karşıtı olan herşeyi kabullenmek ideal olan ama o safhaya gelmek biraz fazla emek istiyor.

HNS: Emek ister, evet, insanın farkındalıklı bir hayat yaşamaya baş koyması gerekir, ezbere değil, seçimli olarak. Benim şimdi neye ihtiyacım var, bu davranışı ne için yapacağım? Alışık olduğum için mi? Yoksa belli bir amaç doğrultusunda beni desteklemesi için mi?

RÖ: Otomatik düşüncelerden sıyrılmanın pratik tek bir izahını ya da çözümünü söyleyebilir misiniz?

HNS: 5 tane derin nefes alıp ondan sonra hareket etmek.

Teşekkürler.

Bu yazı Psikoloji / Psychology içinde yayınlandı ve , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.