Kevin Carter

 
Fotoğrafçı Kevin Carter’a 1994 yılında Pulitzer Ödülünü getirmiş, bütün dünyayı sarsmış, benim de hiçbir zaman unutmadığım yegane fotoğraf…
Sudan’da 1 km ötedeki yemek dağıtılan kampa gitmeye çalışan açlıktan harap ve bitap düşmüş ve yerine çökmüş olan küçücük bir çocuk ve arkasında yemek için çocuğun ölmesini bekleyen bir akbaba…Açlık…Bundan daha etkileyici, daha korkunç bir fotoğraf ile tanımlanabilir miydi?
İlk gördüğümde hemen çocuğa ne oldu, fotoğrafçı çocuğu kurtardı mı diye büyük bir merak ve güzel bir haber bulma isteği ile araştırmış ama maalesef büyük bir hayal kırıklığı ile karşılaşmıştım…Fotoğrafçı kareyi çeker çekmez oradan uzaklaşmıştı ve çocuğa ne olduğunu bilmiyordu. İnanılmaz öfkelenmiş ve fotoğrafçının hapse atılması gerektiğini düşünmüştüm. Fakat araştırmalarıma devam edince kendisinin 3 ay sonra 33 yaşında ağır depresyon ile intihar ettiğini öğrendim…Belki de karma onun için bu şekilde işlemişti. Böyle bir fotoğrafı çekip, tüm dünyayı ayağa kaldırıp, ödüllere boğulmak bir yanda, vicdan muhasebesi, pişmanlık ve bunun yükü ile hayata devam etmeye çalışmak diğer yanda. Yargılamamak lazım diyoruz, böyle bir şey kendi başıma gelseydi ne yapardım demekten alıkoyamıyor kendisini insan…
fotografya.gen.tr sitesinde Coşkun Aral’ın konu ile ilgili güzel bir yazısına rastladım. Profesyonel bir gözden fotoğrafçının ne gibi bir psikolojide olabileceğini anlatıyor…
 

Savaşın görsel tanıkları olan haber fotoğrafçıları, yaşamın en zor anlarını dondurup tarihe miras bırakırken, bulundukları coğrafyada, gözlerden uzakta olup bitenlerden insanlığı haberdar etme görevini de üstlenir. Fotoğrafçı da, her insan gibi, çevresinde olanlardan, şiddetten, vahşetten, acıdan, fotoğraf makinasının içine hapsettiği ‘an’lardan etkilenir. Fakat fotoğrafçı, mesleği gereği duygularını o an ifade edemez; ağlayamaz, nefret veya öfkesini dışavuramaz.

1994 yılında Pulitzer Ödülü’nü alan bu fotoğrafa gelince, benzer anları yaşamış bir foto-muhabir olarak bu anı görüntüleyen meslekdaşım Kevin Carter’ın yaşadıklarını anlayabiliyorum. Savaş ve açlığın bütün acımasızlığıyla hissedildiği bir bölgede, Sudan’da, böylesine vurucu bir anı görüntüleme fırsatı bulan meslekdaşımızın, zamanı durdurduğu bu anda büyük olasılıkla aklında olan tek şey bu fotoğrafın dünya kamuoyunda yaratacağı tepki ve bunun sonucunda dünya ülkelerinin Sudan’a yönelik yardım girişimlerinde bulunma ihtimali. O anda, o fotoğrafı gerekli yerlere ulaştırma güdüsü ve bu nedenle de bir an önce bulunduğu yerden ayrılma isteği sadece o anı yaşayan insanların anlayabileceği bir psikoloji.

Fotoğrafçının fotoğrafı çekerken yaşadığı, bir ‘soğuma anı’dır. Aynı kurşun yiyen biri gibi, fotoğrafçı da olayın verdiği şokla, ilk anda hiç bir şey hissedemez. Fotoğrafın çekildiği anda, psikolojik bir duyarsızlık anı vardır. İlk hissedilen, o anı yakalayabilmiş olmanın verdiği bir zafer sarhoşluğudur. Ancak fotoğraf yerine ulaştıktan sonra fotoğrafçı yaşadığı anı sorgular; ‘keşke’ler gündeme gelir. Aynı Kevin Carter’ın yaşadığı gibi. Benzeri durumlar, televizyon haberciliğinde de yaşanabilir. 1985’te Armero’da (Kolombiya) kızgın volkanik küllerin arasında ölen çocuk, akıllarda kalan en çarpıcı örnek. O çekimleri yapan ekip için de aynı ikilem söz konusuydu; çekim yapacakları sürede olaya müdahale etselerdi, çocuk kurtulabilirdi. Ancak bu örneklerin hiç birinde, muhabirler ya da fotoğrafçılar seçimlerinden dolayı yargılanamaz. O an, insan davranışlarının otomatikleştiği bir andır. Mesleki soğukkanlılık, tecrübeyle yerleşen birşeydir. Bu özel durumu nedeniyle de, foto-muhabirlik ya da habercilik herkesin yapabileceği bir iş değildir.

Deklanşöre bastığı an, fotoğrafçının kafasındaki tek düşünce, görüntülediği anın kalıcılaşmasıdır. Hayat kurtarmayı fotoğrafçı da herkes kadar ister. Ancak, zor koşullarda çalışan foto-muhabirin öncelikli misyonu o anı görüntülemektir. Bu nedenle fotoğrafçı, davranışlarının otomatikleştiği o anda yaptığı ya da yapmadığı şeylerden dolayı sorgulanmamalıdır.

Coşkun Aral

Evet, bu da bir bakış açısı ama fotoğrafçı da insanlığını unutmamalıdır! "Mesleğim bunu gerektiriyor" açıklaması ile insani ve ahlaki değerlerimizi kenara koyarsak o mesleği bence derinlemesine sorgulamalıyız ve kendimizi karşımızdakinin yerine ve yaşadığı "an"a koymalıyız, bunu yaptığımız taktirde sanmıyorum ki bu kadar duygusuz kalabilelim. Dünyaya sağladığımız katkı ölçüsünde profesyonelliğimiz artar, başkasının ölümü bizim başarımız olacaksa sanıyorum hiç olmaması en büyük huzur kaynağı olacaktır.
 
Time Gazetesinde Kevin Carter’ın hayatı ile ilgili uzun bir makale yer aldı, ilgi çekici ve acı verici.
Şahit olduğu yüzlerce insanlıkdışı görüntüden artık adalet ve yaşam sevinci kalmamış bir kişi keşke intihar etmeseydi ve yaşadığı tecrübeleri yapıcı organizasyonlar kurarak veya onlarla birlikte çalışarak güzel bir yerlere getirebilseydi…Vicdanın da belli bir noktaya kadar dayanma gücü var belli ki…Ama onun da seçimi bu oldu. Yargılamamak lazım, hatta varsayımda bile bulunmamalıymışız dendi…
 
O küçük siyah meleğe sevgiyle…
 
 
Bu yazı Biyografi- Biographies içinde yayınlandı ve , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

2 Responses to Kevin Carter

  1. zeynep dedi ki:

    sevgili kris,bu fotoğraf çok uzun bir zaman önce bana da bir maille ulaşmıştı.o günü hiç unutamam.şimdi tekrar o anı yaşadım.gördüğüm andaki duygu ve düşüncelerimi ifade etmem mümkün değil.neler geçirdim aklımdan neler,ilk hissettiğm duygu da suçluluk duygusuydu ve tabii ardından kendi çocukllarımı düşündüm, onların bazen önlerine gelen yemekleri beğenmediklerini veya yarım bıraktıklarını hatırladım, kalan yemekleri nasıl da sıfır farkındalıkla çöpe döktüğümüz anlar vs.sana daha onlarca ziyan olan yemek örneği sayabilirim.aslında dünyada açlığı önleyecek kadar yemeğin çöpe gittiğini hepimiz biliyoruz.fakat öte yandan dünyadaki hızla artan nüfusa baktığımda bunun da doğanın bir dengesi olabileceğini düşünmekten kendimi alamıyorum,bu düşünce bana her ne kadar acı verse de maalesef içinde yaşadığımız dünyanın büyük bir gerçeği olduğunu üzülerek kabul ediyorum.

    Beğen

    • İbrahim Hulusi dedi ki:

      Sayın Zeynep;
      Dünyanın bir bölgesinde insanlar tüketim çılgını olurken bir bölgesinde bir yudum suya muhtaç olmalarının dünyanın dengesine bağlamak iyimserliktir. Baştan insanların ölümünü kabullenmektir. “Benim lüks ve israf içinde yaşamam için onlar ölmesi gerekli, ben onlara yardım edemem” fikrinin bir başka ifadesidir.
      Fikrinizden dolayı size acıyorum.

      Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.