Şimdi’nin Gücü kitabının yazarı, spiritüel rehberlerden Eckhart Tolle pandemi döneminde birbirinden güzel videolar paylaşarak farkındalığımızı arttırmamız üzere ışık tutuyor.
“Ben” üzerine yaptığı 19 dakikalık konuşmasının çevirisini aşağıda okuyabilirsiniz, çeviri hataları tarafıma aittir.

Bir nokta gelir ve başka bir yere atlamanız gerekir, bu yerde form ile özdeşleşme rüyasından uyanmaya başlarsınız. Bu da birçok insanın başına gelmeye başladı ve bu sebeple de birçok insan spiritüel öğretilere çekilirler. Form rüyasından uyanış…
Ben kimim? “ben” ne demek? “kimlik” ne demek? “ben” demek ne anlama geliyor? “ben” nedir? Ne hissettiriyor? “ben” neyim?
Çoğu kişiye “sen kimsin” diye sorduğunuzda “ben” açıklamasını form sıfatları ile tanımlarlar; Bariz olarak bedenim, bu ben’im, muhtemelen öncelikli gelir… sonra birikimleri ile birlikte “zihnim” gelir, alışılmış düşünce hareketleri, hatıralar, düşüncelerle birlikte gelen duygular, “ben”in psikolojik formları…Ben bu bedenim deriz, sonra ismimizi söyleriz, ben John’um, çoğu insan bu tanımları benliklerinin büyük bir kısmı olarak düşünürler. Ben John’um, OK tamam, sonra eklemeler yaparlar, mimarım, OK kimliğine daha da yaklaşıyoruz. Babayım, OK, yaşım şu, OK, evet varmak üzereyiz, birkaç detay daha…Bir parça kağıda bir derleme yapabilirsiniz, veya daha detaylı bir şey lazımsa hayat tarihçenizi kitaplaştırabilirsiniz. Otobiyografiniz olur, ilginç, şimdi kim olduğunuzu biliyoruz…Bu da yeterli değilse saklı kalmış yönleriniz varsa belki psikoanalize 10 seneliğine gidebilir ve 4,5 yaşında anne, baba, büyükannenize karşı gizli kalmış hatıralarınızı, isteklerinizi ve duygularınızı keşfedebilirsiniz, sonra bunları ekleyebilirsiniz. Evet şimdi her şey tamam, kendimi tamamladım.
50 sene sonra bakarsınız, bedenimden, psikolojik ben’den, kafamdaki kimlikten geriye kalan tarih olmuştur, geriye hiçbir şey kalmamıştır. Birisi 2.el kitapçıda belki otobiyografinizi bulur.
Annem 3 sene önce vefaat etti ve şunu fark ettim: Onu hatırlayan tek kişiyim çünkü tüm arkadaşları ve ailesi öldü, onu tanıyan diğer insanların ufak tefek hatıraları var ve ben de gittiğim zaman onu hatırlayacak kimse kalmayacak. Kalan tek şey fotoğraflar olacak ve bir nesil sonra ise bu fotoğraftaki kim onu bile bilmeyecekler.
Çok sağlam ve gerçek görünen bir kimliğin nasıl yok olduğunu görmek garip. Yani form kimliğinden bahsediyoruz. Sen kimsin diye sorulduğunda veya ben kimim dediğimizde, kim olduğunuza dair olan tek şey form kimliği midir? Düşünce formları, duygusal formlar, fiziksel formlar, bunların biraraya gelmesinden ortaya çıkan kimlik tanımımız. Bu gerçekten bizim kimliğimiz midir yoksa başka bir şey var mı?
Şu anda otururken görebileceğimiz şey; geçmişinizi hatırlamak zorunda değilsiniz, hatta yokmuş gibi düşünelim, geçmişiniz yok ki bu da bir gerçek sadece şimdi var. Ve gelecek yok, bu da gerçek, sadece şimdi var. Kafanızdaki “ben şu ve şuyum” düşüncesi de yok, onu da yok edelim, diyelim ki kim olduğunuzla ilgili hiçbir şey bilmiyorsunuz. Kalan nedir? Kaybedilen nedir? Hiçbir şey.
Bu isimlendirilemeyen durumla karşılaştığınızda ki bu durum bir varoluş, canlılıktır, bu durum formun ötesidir, farkındalıktır, bu da esas kimliğinizdir, benlik bilincinizin geldiği yer burasıdır. Geçmişinizi hatırlamadığınız zaman geçmişinizi hatırladığınız zamana göre çok daha fazla kendiniz olmaktasınız. Düşüncelerle dolu olduğunuz zamana göre hiçbir şey düşünmediğiniz zaman çok daha fazla kendiniz olmaktasınız. Ben ve sorunlarım hakkında düşünmek…
Sessizliğin içinde daima var olan benliğinizin zamansız öz kaynağı evrensel bilinç ile bütündür. Formunuz içinden var olur. Formunuz yok olduğunca hiçbir zaman kaybolmaz, formdan akıp gider.
Bir anlık burada kalalım, geçmişiniz yok, kaybolan nedir? Hiçbir öz kaybolmaz. Zihninizde kim olduğunuzu kendinize anlatmaktan öte, kendi özünüzün için çok daha kuvvetli bir benlik farkındalığı yaşarsınız, bu sebeple “Dinginliğin Gücü” kitabımda belirttiğim gibi “sessiz/sükûnette (still) olduğunuz zamandan daha fazla kendiniz olamazsınız” Sessizlik demek, zihin sessizleşiyor, dışarıda ses olsun olmasın önemli değil.
“sessiz/sükûnette (still) olduğunuz zamandan daha fazla kendiniz olamazsınız” o zaman kendi özünüzü hissetmeye başlarsınız. Bu da bedenin yaşına bağlı değildir. 20 ya da 90 olun aynı dinginliktir. Sizi formla özdeşleşmekten doğan acıdan özgürleştirir, form er ya da geç sizi terk edecektir, güçlü veya güzel bir bedenle özdeşleşmişseniz ve bu beden yaşlanınca acı çekmeye başlarsınız, çünkü yok olmaya başlamışsınızdır, kim olduğunuzu fark etmemişsinizdir. Form kimliğimiz ve öz kimliğimiz vardır. Acı çekmek kendimizi sadece form kimliğimiz üzerinden tanımladığımız zaman doğar. Tarihçem, hikayem, bedenim, geçmişim, oyum, buyum, şuyum…Kendinizi sadece bunlar üzerinden biliyorsanız, bu bir bilinçsizlik halidir…Rüya hali, form rüyası.
Sonra içsel olarak tamamlanmamışlık, tatminsizlik, korku hallerinden bağımsız olarak davranmaya başlar ki bunların varlığı form olarak varoluşunuzu tanımladığınızda kaçınılmazdır. Her zaman yüzeyin altında veya yüzeye yakın tatminsizlik, korku, rahatsızlık, huzursuzluk, yetersizlik duyguları, doğru yerde değilim, doğru insanlarla değilim, şu anda doğru şeyi yapmıyorum hisleri vardır. Dışarı çıkıp daha fazla form arayışında olma ve onlarla bütünleşerek tamamlanma ihtiyacı doğar, ancak buna ulaşabilmenin sürekli gelip duran tatminsizlik duyguları olmadan “evde hissetmenin, kendi içinde köklenmenin” tek yolu, formun ötesindeki ile yüzleşmek, şu anda tam da burada, başka bir deyişle “Tanrı’nın varlığını fark etmek”tir. İçimizdeki Tanrı, içimizdeki zamansızlık.
Yaratan herkes çok bilinçsiz idi, form ile bütünleşmiş kişiler daha fazla şey yaratmak, daha fazla şeyle karşılaşmak, daha fazla şeye sahip olmak, daha fazla güce sahip olmak üzere en güçlü isteğe sahiplerdi.…Tüm güç sahibi insanlar, tarihi yaratmış olanların tarih kitaplarını okuduğunuzda form ile çok özdeşleştiklerini görürsünüz, çoğu da mutsuzdur, başarıları ve ulaştıkları ile mutsuzluklarından ve tamamlanmamışlıklarından özgürleşmeyi hedeflemişlerdir. Hala dışarı çıkıp bir şeyler yapmayı bilinçsizlikle ilişkilendiririz.
TS Elliot’un bir şiirindeki dize erken 20.yüzyıl insanlığı için “En iyi mahrumiyet mahkumiyeti ve en kötü tutkulu yoğunlaşma” tanımını getirir. Ne yapacaklarını bilmiyorlar anlamını taşır, çünkü özlerine bağlı olanların yaratmak üzere hissettikleri istek form kimliği ile bütünleşmiş olanların istekleri kadar yoğun değildir.
İçimizdeki özün form ile ilgisi yoktur. Dikkatimizin bir kısmını bu öze köklersek dünyamızda daha fazla tahribat yaratmadan bir şeyler yapabiliriz. Dinginlik ve daima “şimdi” olan sonsuz boyut içine köklenmeden sadece “yapmaya” odaklanırsak, tekrar form ile özdeşleşir ve yeni sorunlar yaratırız. “yapma”nın temeli bilinçli “olmak”tır. Peki imgelemeye ne demeli? İmgeleme güzeldir ancak ondan önce temeli atın. Temeliniz var mı? temelsiz ev kurmayın. Ne temeli? OLMAK, olmak mı? formsuz olan, sonsuz olan. Hayır bunu düşünmedik, tabii ki bunu düşünemezsiniz.
Temel, köklenmek, olmanın ne olduğunu fark etmek.
Olmak ne demektir? Dinginlik nedir? Hayır açıklayamam, anlatılacak bir şeyi yoktur.