Acıya bir zamanlar takılmış ve çevresinde de bunu çok içselleştiren arkadaşları olan birisi olarak çok sevdiğim yazar Eckhart Tolle’yi hiç duymamış olanlar için dinlediğim birkaç güzel konuşmasından alıntıları paylaşmak istiyorum…
“Acı çekmekten tamamen bıkmadığınız taktirde teslim olmazsınız. Ve bir düzeyde fark edersiniz ki acı sizin tarafınızdan yaratılmıştır. Acı, mevcut yaşanan an’a karşı tepki olarak yaratılmıştır, yaşanan an’ın kendinizce yorumlanmasından yaratılmıştır, an’ın aklınızca yorumlanarak düşünce haline gelmesinden yaratılmıştır. Yeterince acı çektiğinize karar verdiğiniz zaman “yeter” dersiniz. Acı çekmek mükemmel bir öğretmendir, insanların tek spiritüel öğretmenidir. Sizi derinleştirir. Acı çekmeye son vermeye karar verdiğiniz zaman bundan başka bir yaşam yolunuz da olduğu mesajını algılamaya hazır olursunuz. Tüm dinlerde de acının sona ermesine dair ortak mesaj bulunur.Acı çekmek ve çekmemek arasında çok enteresan bir paradoks bulunur, acı çekmemeye karar vermeniz için acı çekmeniz gereklidir. Kendi düşünceleriniz size acıyı verir, gerçekleşen olay karşısında yarattığınız düşünceler acıyı yaratır, genelde olayın kendisi değil. Gerçekleşen olay karşısında düşünce üretmez ve kafanızda tartışmazsanız acı son bulur, kendinize yaşattığınız acınız son bulursa bakalarına da empoze ettiğiniz acı sona erer…”
Neden anlamsız olaylar yaşarız? Mesela bir çocuğun hastalanması ve ölümü genellikle en anlamsız ve dünya yasalarına karşı bir durum olarak algılanır. Ölmek üzere olan bir çocukla karşılaştığınızda bu olmamalıydı diye düşünürsünüz, o çocuğun gerçekten iyileşmesini istersiniz, insan aklı bütünde neden bazı şeylerin yaşandığını anlayamaz ama modern fiziğin de doğması ile birlikte aslında herşeyin birbiri ile bağlantılı olduğunu anlayabilir. Sadece bizler o olayı bütünden çıkarır tek başına algılarız. Halbuki yaşanan olay evrenin bütünü ile hatta başka galaksilerle de ilgilidir. Fakat biz bu olayın bütün ile olan ilişkisini çıkaramayız, anlamını yorumlayamyız.
Dünya savaşları, toplu katliamlar, kimyasal silahlar…neden? Bunların bile bütünde birer işlevi bulunmaktadır. Örneğin büyük bir resimden ufacık bir pigment parçası çıkarıp baktığınızda bunun ne anlamı var dersiniz, nedir bu diye sorarsınız. Halbuki bütünü görseniz evet bu buraya uyuyor dersiniz. Yıllar süren Vietnam savaşında binlerce Amerikalı ve Vietnamlı hayatını kaybetmiştir. Daha sonra dönemin savunma bakanının yazdığı kitabında bunu bir hata olarak kabul ettiği görülmüştür. Ama ne olmuştur? Bu acıda Amerikan halkı uyanmış ve değişim göstermiştir. Acı ile uyanış bir aradadır.
Yaşadığımız an böyle olması gerektiği için böyle yaşanmaktadır. Bütün bildiğimiz budur. Bunu ne kadar derinden bilirsek forma dayalı dünyamız değişmeye başlar. Form ve formsuzluk/sessizlik arasında yaşayan insanın forma dayalı dünyası sessizliğin içeri akışı ile birlikte yumuşar…Sert ve acılarladolu form dünyası artık farklılaşır. İnsan aklı cehennemi yaratır, dünyanın kendisi güzelliklerle dolu muhteşem bir mücevherdir. Delilik neyse odur. Ne kadar delilik görürseniz o kadar değişim gelir. Delilikle savaşamazsınız, kendiniz delirirsiniz. Bilinçsizlikle savaşırsanız bilinçsizliğe sürüklenirsiniz. Bunları sadece görmek yeterlidir, işaret te edebilirsiniz, gazetelerinizde yazabilirsiniz, ama arksında savaşçı ruhu olmadan! Çünkü aksi halde bilinçsizliği kişiselleştirirsiniz ve belli grup ile insanları kötü olarak nitelersiniz. Dünyaya kötü şeyler yaptıkları için kötü olabilirler ama kimlikleri o değildir, onlar insan bilinçsizliğini bedenleştirmişlerdir.
Tek taraflı ilişkiler: Bir taraf sever, diğeri karşılık vermez ve buradan büyük bir acı doğar yaşanır. Egomuzun en derininde bir eksiklik bir tamamlanmamışlık hissederiz. Beynimiz sürekli olarak bu eksiklik hissinini doldurmaya çalışır ve çok az zamanlarda bu his hissedilmez. Sonra tekrar devam eder ve beynimiz bu hissi doyurmaya,doldurmaya çalışacak şeyleri arar ve geleceğe bakar. İşte bu eksiklik hissinin dolduracak en büyük alan olarak ilişkileri görür. Diğer insan. Bu olunca diğer insan beyin tarafından “beni tamamlayacak kişi” olarak görülmeye başlar, beni bütünleştirecek, erkek veya kadın işte O. Hemen o kişinin formuna bizler tarafından neredeyse obsesif bir bağ oluşur ve biz de buna “aşık olmak” deriz. Eğer şanslı isek karşımızdaki kişide de bu hisler yaşanır ve tabii bu bizi çok mutlu eder. Her 2 kişi birbirini tamamlayacağını hisseder, sonra evlenmek istersiniz, hayatının geri kalanını sizinle geçirmesi ve sizi terk etmemesi için kontrat imzalarsınız. İşte bu anda yönetmen filmi “burada kes” sesi ile bitirir 🙂 Balayında bile aklınıza ilk şüphe düşer acaba bu yürüyecek mi, verilen sözler gerçekten tutulacak mı , beklentilerimi karşılayabilecek mi diye. Sonra hayatınız devam eder, işler, sorumluluklar, çocuklar…Zamanla yürümez gibi gözükmeye başlar, partner artık istediğiniz gibi davranmamaya başlar. Partnerinizin sizi tamamlaması hissi kaybolmaya başlar ve bunun sebebini o kişi olarak görürsünüz çünkü yaşadığınız aşk yüzünden bu his doldu zannetmişsinizdir. İlişkide dalgalanmalar başlar, kavgalar barışmalar vs. Sonra daha fazla yürümemeye başlar. Sonuçta doyumsuzluk, tamamlanmamışlık hissi baskın gelir, aşk bitmiştir, boşluk artmıştır, acı duyarsınız. Beyniniz her türlü düşünce ve hayal üretmeye başlar ve karşınızdaki insana aşk yerine nefret beslemeye başlarsınız ve görürsünüz ki bu aşk değildi. Sizin aşk olarak tanımladığınız şey egonuzun içinize kök salmış ihtiyacınının dışsal bir forma odaklanmasından başka birşey değilmiş.
Şimdide kalın, dünyanın gerçekleşmesine izin verin, formlar girsin ve çıksın. Kaybetme korkusunu bırakın. Neden kaybetmekten korkarız? Çünkü kaybetmekten korktuğumuz kişi, eşya, varlık ile bütünleşiriz ve onu kaybedince kendimizden de bir kısmı kaybettiğimizi düşünürüz. Korku bitince rahatlarız. İhtiyacım var, kazanmalıyım, sahip olmalıyım,onunla mücadele etmeliyim gibi düşüncelerle negatifliğimiz meydana çıkar, enerjiyi keseriz.
Geçmiş veya gelecekte kendimizi aramazsak bugünü onurlandırırız, anımızı yaşarız. Farkında oluruz.
Duygular üzerine: Birçok insan duygularını ifade etmez, edemez veya ettirilmez. Duygularını bastıran insanların duygularını ifade etmesi çok önemlidir. İfade etmek sizi özgürleştirmez, duygularınızı fark edip izlemezseniz tepkileriniz tekrarlanır. Düşünce duyguyu yaratır, hisleriniz düşünce kaynaklıdır. Örneğin kızgın ve öfkeli iken bunu bir yastığa vurarak ifade edebilirsiniz, bu duyguyu o tepki sırasında hissetmeniz ve fark etmeniz önemlidir. Farkında olduğunuzda birden kalkıp başka birşey ile ilgilenmeye başlayabilirsiniz. Kendinizi dışarıdan izlemelisiniz.
Başkalarına yardım ederken görülen ve görülmeyen yardım şekilleri vardır. Görülmenin 2 türlüsü vardır. 1. O konu hakkında fazlaca konuşmaktır. Böylece egonuz beslenir ve görülürsünüz. Kendinizi daha iyi hissedersiniz, ama içsel olarak özgürleşemezsiniz. Bazı kişilerse başkalarına verme ihtiyacı hiseeder, kendiniz iylik yapan olarak görürsünüz, egonuzu besler. Egonuz içsel aynanızdır. Başka bir verme şekli de; içinizden size ait olmayan bir enerji çıkar, bu enerji kaynaktan gelir. Siz orada yoksunuzdur, yardım ettiğiniz kişi de yoktur, egosuz verirsiniz, araçsınızdır. Bu şekilde yaşamaya başlayınca her zaman başkaları için hizmette olursunuz. Başkasının içinde olduğu durumu görüp fark etme, onu form olarak değil formsuz olarak görme, enerji olarak yaklaşmak…Başkalarına yardım ederken denge olması gereklidir. Şimdide var olmanız ve yardımı da yapmanız dengede olmalıdır, yoksa kaybolursunuz. Yardım eden organizasyonlar yardım ederken kendileri kaos içersine girerler ve yardım edecekken karmaşanın ortasında bulunurlar. Dünyanın sorunlarını sadece “yaparak” çözemezsiniz, aynı zamanda “olmanız” gereklidir. Her ikisini birlikte yapmalısınız.