21-24 Mayıs tarihleri arasında Uluslararası Halil İbrahim buluşmaları için, üyesi olduğum derneğimiz adına Şanlıurfa’ya davetli olarak gittim.
Daha önce hiç gitmemiştim, pek te bir bilgim olduğunu söyleyemeyeceğim. Enteresan bir tecrübe olacağını tahmin ettim çok ta haklı çıktım.
Kutlamalar "Balıklı Göl" içersinde bulunan bir alanda yapıldı. Ödüllerimizi alırken biraz da çevreyi görme imkanı bulduk, çok hoş bir yerdi.
Balıklı Göl yakınında bulunan Rızvaniye Camii
Halil-Ür Rahman Gölü (Balıklı Göl)
Halk burada sandallar ile turlamayı severmiş. Göl 150 metre uzunluğunda ve 30 metre genişliğindedir. Gölde bulunan Sazan balıklarına halk tarafından saygı gösterilir ve yenilmesi yasaktır. Efsaneye göre Hz. İbrahim aşağıda resmi görülen mancınıktan gölün olduğu yerde bulunan ateşe atıldıktan sonra ateş suya odunlar balıklara dönüşmüş.
Akşam yemeği yedikten sonta "Mırra" ismi verilen kahveler ikram edildi. Hayatımda bu kadar kuvvetli bir kahve içmedim, içerken 3 gün uyku yok dedim. Çok enteresan bir kahveydi ve kahvenin özelliği ve içme uslubu da çok değişikti. Mırra, Arapça’dan "acı" kelimesinden gelmekteymiş. ahve kavrulup dibekte dövülürmüş, gümgümde (cezvede) bir miktar kaynatılır dinlendirilir ve süzülerek diğer gümgüme alınır, tekrar kaynatılır ve süzülür, dinlendirilir ve sıvıya yeniden kahve atılarak tekrar kaynatılır. Bu işlem birkaç kez tekrarlanır ve içilecek kıvama gelince kahve ibriğine alınıp ikram edilirmiş.
Her misafire 2 kez ikram edilir, fincana tek yudumluk gibi konulur. Amaç ağızda kahve tadı bırakmaktır.
(bilgiler Şanlıurfa Kültür Turizm rehberinden alınmıştır)
Kahve bardakları kulpsuzdu. Kahvenizi içince masaya bırakmanız servis edene hakaret sayılmaktaymış, kendisine geri vermeniz gerekirmiş, ben de durumdan habersiz masaya bırakınca servis eden çocuk bana "abla ya altınla doldur ya da başımı bağla" deyince ne olduğunu anlamadım. Sonra anlattılar, çok eğlenceli buldum.
Ertesi sabah Hz. İbrahim’in en sevdiği yemek olduğu söylenen "Tirit" ile kahvaltı etmek üzere tekrar Balıklı Göl’e gelindi.
Tirit, anladığım kadarı ile dana etinden yapılıyor. Etler 10 saat öncesinden kısı ateşte lime lime oluncaya kadar kaynatılıyor. Tabaklara servis edilirken altına özel bir ekmek seriliyor, üstüne et, etin de üstüne özel bir baharat ve etsuyu ekleniyor. İlk defa sabah 8.30’da et ile kahvaltı ettim.
Hz.İbrahim, misafirsiz sofraya oturmaz ve yemek yemezmiş. Gelen misafirlereine de mutlaka Tirit yemeği ikram ettiği rivayet edilirmiş. Bu sebeple Tirit yemeği Halil İbrahim (Dost İbrahim) sofrasının baş yemeğidir.
Çeşitli hayır kuruluşlarının yaptıkları konuşmalar ile geçen konferans ertesi akşam "Urfalılar sizi ağırlıyor" adı altında bayıldığım bir etkinliğe şahit oldum. Çeşitli ülkelerden gelen 200 kadar katılımcı 5’erli gruplara ayrılarak Urfa’nın ileri gelen ailelerinin evlerinde ağırlanmak üzere dağıtıldı. Bizler de 5 kişi Önkol ailesine misafir olduk. Aile şahane bir yer sofrası kurmuştu. Evin gelini tüm yemekleri hazırlamıştı. Bizler salonda yerimizi alırken gelin hanım da bitmek bilmeyen bir servise başladı. Ne yiyeceğimizi şaşırdık, yemesek ayıp olur bunca zahmet edilmiş, artık midemizin sınırlarını bir hayli zorlayarak ama gayette durumumuzdan memnun yemeklerimizi yedik. Ev sahibi ile 40 yıllık dostmuşçasına sohbetler edildi, zaten herkes öyle bir sıcakkanlı ve hoşsohbet ki müthiş keyif aldık. Hanımlar mutfakta kaldılar genelde, geleneklere göre eve yabancı erkekler gelirse hanımlar başka odada otururmuş veya ikramları hazırlarmış. Bu sebeple hanımları az gördük ama bol bol mutfağa gidip yemeklerine övgülerimizi sıraladık.
Urfa’nın geleneksel yemeklerinden Borani, zeytinyağlılar, pide, buğdaylı yoğurt, tavuklu pilav, fasulye ve ayran.
2 hafta önce Trabzonspor-Fenerbahçe maçı için Urfa’ya 10.000 kişi gelmiş. Urfa’nın yatak kapasitesi 4.000 olunca çevre illerin de otelleri dolunca vali halka duyuru yapıp evlerinde kalan 6.000 kişiyi ağırlamak üzere valiliğe başvuru yapmalarını rica etmiş. Önkol ailesi de 100 kişilik bir kafileyi çeşitli mekanlarında ağırlamış.
Vali bey Urfalıların misafirperverliği ile ilgili bir anısını anlattı. Yine aynı maç döneminde valiliğe başvuru yapmak için 17 yaşında bir çocuk gelmiş ve 7 kişiyi ağırlayabileceğini söylemiş. 7 Trabzonsporlu taraftarı kendisine vermişler. Yedirmiş, içirmiş çok güzel bir şekilde ağırlamış. Ayrılık günü vali bey ne iş yaptığını sormuş iş bulunca "inşaatta amelelik" yaptığını söylemiş, hem 7 misafiri hem vali bey çok şaşırmışlar, misafirleri çok duygulu anlar yaşamışlar, ne yapacaklarını şaşırmışlar, odadan çıkıp ağlayan olmuş, çünkü çocuk hiçbir eksiklik hissettirmemiş. Biz de gözlerimiz dolu dolu dinledik. Valilik şimdi çocuğa destek vermek üzere çalışmalar başlatmış.
Önkol ailesinde yemeğimiz sona erdikten sonra Sıra gecesine götürüldük. Koca bir alan içersinde U şeklinde sıralanmış minderler ve alçak masalar, sıranın ortasında çiğ köfte yoğurulmak üzere hazırlanmış bir alan ve önümüzde sahne.
Sıra gecesi nedir? Bilhassa kış gecelerinde yaşları birbirine yakın arkadaş gruplarının, her hafta başka bir arkadaşın evinde olmak üzere, haftada bir akşam belirli bir niteliğe ve düzene göre yaptıkları toplantılara denirmiş. Sıraya gelen misafirler ve yaşça büyük olanlar saygı ifadesi olarak odanın üst başında oturtulur, ev sahibi kapıya yakın otururmuş. Müzik icra edilirken konuşmak, sohbet etmek hoş karşılanmazmış. Çiğ köfte ikram edilince yenmesi beklenir, tabakta kalırsa iyi yoğurulmadığı veya malzemenin beğenilmediği anlamına gelirmiş. en durumdan habersiz yemedim, umarım fark edilmemiştir.
Sıra gecesinin Urfa kültüründeki yerini şöyle belirtmişler: Sıra gecesi bir hoşgörü,sevgi ortamıdır, halk mektebidir, nezih bir sohbt ortamıdır, acıyı ve mutluluğu paylaşmaktır, tanışmaktır,kaynaşmaktır, halk konservatuarıdır, çok yönlü bir dernektir, istişare toplantısıdır, bilgilenme toplantılarıdır, siyaset okuludur,yardımlaşmadır, geleneklerin yaşatıldığı gecedir, Urfanın tanıtıldığı gecelerdir, sevgi, barış ve hoşgörü ortamıdır.
Biz müzik sebebi ile fazla sohbet edemedik ama bolca danslar edildi, herkes çok eğlendi.
Ertesi sabah Urfa’ya 12 km kadar uzaklıkta bulunan Göbekli Tepe’ye gittik.
Göbeklitepe ilk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago üniversitelerinin işbirliği ile hazırlanan GAP projesi kapsamında yüzey araştırmalarında Prof.Dr.Çamlıbel ve Prof.Dr.Braidwood tarafından keşfedilmiş. 1995 yılından beri de kazı çalışmaları devam etmekteymiş. Şu anda kazı çalışmaları arkeolog Klaus Schmidt tarafından yürütülmektedir.
Göbeklitepe’den sonra 1,5 saat yolculukla Halfeti’ye gittik. Çok güzel bir yerdi gerçekten…İlçenin büyük çoğunluğu Birecik barajı suları altında kaldığı için halkın geçim kaynağı tarımcılıktan tekne turizmine dönüşmüş. Öyle keyifli bir tekne turu yaptık ki…Tam bir görsel şölendi diyebilirim.
Valilik tarafından bizlere verilen Kültür Turizm rehberini de inceleyince nasıl bir kültür hazinesine gelmiş olduğumuzu net olarak gördüm.
Burada geçirdiğimiz 2 günü çok güzel anılarla ve çok hoş yerleri görerek, son derece müthiş bir misafirperverlik örneğine şahit olarak tamamladık.
Daha detaylı bir gezi için bir zaman sonra tekrar geri geleceğim.
Ayrıca tüm gezilerimiz sırasında bizlerle ilgilenilmesi adına valilik tarafından bizlere rehberlik etmek üzere görevlendirilen genç öğretmenlerimizi de unutmamak lazım. Hepsi birbirinden tatlı, özverili, güleryüzlü ve girişken bu genç öğretmenler bizlere çok yardımcı oldular. Çoğu farklı illerden Urfa’ya atanmışlardı. Bir eksik yaşanmaması, sıkıntımız olmaması adına gerçekten çok ilgili davrandılar.
Bu seyahatle ilgili aklınızda en çok ne kaldı sorusuna "misafirperverlik" diyebilirim. Gerçekten inanılmaz güzel özelliklere sahip bir halk…
Bu kadarı bile turizm açısından başlıbaşına yeterli bir konu.