Dr. Timur Harzadin ile Prof.Dr.Hanna Nita Scherler Gestalt bakış açısından ilişkiler temasını işlediler.
Çift ilişkileri, aşk, yeme bozuklukları ve kendinle temas konularının işlendiği konuşmanın yazılı halini aşağıda okuyabilir ve Youtube’da yayınlanan 2 videoyu buradan izleyebilirsiniz:
Timur Harzadin : Danışanlarımdan örnek vereyim, çokça gelen bir konu, mesela çiftler iyi başlıyorlar, hep dip dibeler. Erkek 6 ay sonra bazen yalnız kalmak istiyor, kadın istemiyor. Erkek çok dip dibeyiz diye şikayet ediyor, kadın benimle ilgilenmiyor diyor. 2 taraf ta kendince haklı. Giderek gerilim tırmanıyor.
Hanna Nita: Erkeğin ailesinde aile ilişkileri kadının ailesinde olduğundan daha mesafeli, bireyler daha ayrışmış. Kadının ailesinde bireyler daha iç içe. Öğrenilmiş duygusal düzeyi daha iç içe, erkekteki öğrenilmiş duygusal yakınlık düzeyi daha mesafeli, ayrışmış.
Hepimizin bir duygusal termostatı vardır. Bu termostatın bir ucunda kaynar derece öbür ucunda da donar derece. Donan uçta çok ayrışmış bireyler var diyelim, kaynayan uçta da iç içe bireyler var diyelim.
Bu termostat üzerinde hepimizin kendini güvende ve iyi hissettiği bir bölge vardır. Bahsettiğiniz adam için kendini normal hissettiği yer soğuk uca yakın. Kadın için iyi hissettiği yer kaynar tarafa yakın.
Bozuk olan termostatlardır, donanımımız değildir. Çünkü termostatlar sosyal yazılımla belirlenir, doğal bir şey değildir. Bu 2 insanın birbirini seçmesi tesadüfi değil…Kadının doğal yapısı, formatı, fıtratı bütünleşmek için öbür ucu da varoluşuna katma ihtiyacında. Nasıl katacak? Bir başkasının nezdinde bu kadın zorlanmalı ki o tarafı da varoluşuna katsın.
Erkek için de aynı şey, erkeğin formatı kadının nezdinde yadsımakta olduğu daha iç içe tarafı tanımak zorunda. Dolayısı ile bunlar birbirlerine çekim duyuyorlar, çünkü diğerinin nezdinde kendilerini tamamlamak istiyorlar.ama ne oluyor? Hiçbiri bunun farkında değil. 2si de diğerine sen hatalısın diyor. Adam diyor ki “bu kadar iç içe olmak iyi değil, biraz uzak olmalıyız” Kadın ise “hayır mesafeli olmak iyidir” diyor, birbirlerini suçluyorlar. Burada Gestalt bakış açısı her ikisinin de zorlandıkları bu anda zihinsel hikayeyi bırakıp içinde bulundukları anda her ne yaşıyorlarsa …
Bu 2 insanın birbirini seçmesi tesadüfi değil, kendilerini tamamlamak istedikleri için birbirlerini buldular. Birbirlerini neden bulduklarının farkında değiller. Her biri diğerini ya kontrol etmeye ya suçlamaya ya çok kızarsa darılmaya çalışır. Bunların hepsi ikame tatmin. Yani amaçladıkları temas açısından ikame tatmin. Esas ihtiyaçları ile temasa götürmüyor. İhtiyacımla temas ettiğim zaman doygun hissederim.
Erkek ondan birazcık ayrışmak istiyor diye kadın “ sen zaten beni sevmiyorsun, sen zaten hep böyle yapıyorsun, iyi öyleyse git” vs dediğinde tüm bu davranışı kendini tatmine hizmet etmiyor, dolayısı ile ikame tatmin oluyor.
Aynı şey erkek için de öyle. Peki ne yapmalılar? İkisi de birbirlerine çattıkları, birbirlerine kızdıkları ve birbirlerini değiştirmeye çalıştıkları için bir şekilde memnuniyetsiz hissetmeye başlayacaklar.
Diyelim ki kadın öfkeli, adam üzülsün.
Kadın kızmanın kendi bedenindeki fiziksel hafızasına gitmeli, duygusal hafızasına gitmeli, buraya gidiş kızıyorsam o anda kalbim mi hızlı çarpıyor, nefesim mi sığ, sırtımdaki kaslar mı gergin, ellerim soğuk soğuk terliyor mu, şakaklarım atıyor mu, ne ise kendisine tanımlaması gerekiyor. Bu kendine tanımlama ve betimleme süreci o kişiyi kendi hayatının belirli bir zamanında şimdi yaşadığı öfkeye benzer bir öfkeyi yaşadığı “suç mahali”ne getirir. Yani ne demektir bu? Küçükken annesi, babası ya da kendisi için önemli birisi tarafından aynen şimdi kocasının yapmakta olduğu gibi duygusal olarak kendisinden uzaklaştığını, bedensel ve duygusal hafızasında tekrardan hatırlamaya başlar. İlgili duygu gelir. İlgili duygunun boşaltılması gerekir. Kızgınlıksa kızması gerekir, öfkeliyse öfkelenmesi, üzgünse ağlaması gerekir. İlgili duygunun boşaltılması gerekir. Geçmişte o zaman ve orada her kimdiyse ondan ayrışmaya çalışan ve onun kızdığı, o zaman yaşanan olaya, o zaman o olayı yaşadığı yetişkin zihinsel bir çerçeve koymuştu. Kişi o olay ile ilgili bedensel duyumsamayı ve ona eşlik eden duyguları tanımlayan zihinsel çerçeveyi başkasının koymuş olduğu şekilde bugüne kadar taşımıştır. Bu bahsettiğim içsel çalışma sonucunda kişi duyguyu boşalttıktan sonra artık yeni bir zihinsel çerçeve koyabilir.
Aynı şey erkek için de söz konusu. Bu içsel süreçleri yaşamak onlara şunu gösterecektir: Bu mesele eşimle ilgili değil, bu mesele benimle ilgili.
Kadın diyecek; Bir zamanlar aynen eşimin benden uzaklaştığı gibi benim için önemli olan birileri de benden uzaklaşmıştı.
Erkek te diyecek ki: Bir zamanlar aynen karımın yaptığı gibi ahtapot gibi duygusal olarak benim üzerimde hegemonya kurmaya çalışan birileri vardı hayatımda. Ben de ona tepki gösteriyorum ama karımın nezdinde ona tepki gösteriyorum.
Bunu anladıkları zaman birbirlerinin üzerindeki o baskıyı kaldırırlar.
Mesele aynı olaya bakıp aynı şekilde düşünmek değildir, farklılık içerisinde de birliktelik yaşanabilir. İnsanlar birbirlerine aynı olaya ilişkin farklı düşünüp farklı hissettiklerini söyleyebilirler. Mesele söyleyip te geçemediğimiz zamandır. Geçemediğimiz zaman orada bitmemiş bir mesele olduğuna işarettir. Orada karşıdaki ile uğraşmayı bırakıp kendimizle uğraşmamız gerekir.
Bu meselenin benimle ilgisi nedir sorusunu sorabilirim. Beynimi bedenimi tanımlamakta ve bedenimdeki yaşantıları tanımlamakta kullanacağım.
Timur Harzadin: Bir ilişkiye girerken bazen planlama yaparız. Deriz ki: beni çok sevsin, değer versin, oraya buraya götürsün vs. Önkoşul ve pazarlıklar oluyor.
Hanna Nita: Gestalt bir temas sanatıdır. Kendinle temastan bahsettik. Şimdi de biraz uyaranlarla temastan bahsedelim. Bu uyaran başka bir insan, hayvan, eşya, kitap, film olabilir. Herhangi bir deneyim öncesinde Gestalt uygulayıcısı beklenti tanımlamaz. Çünkü beklenti tanımlamak demek karşılaşacağım olgunun barındırdığı uyaran zenginliğine kendimi kapatmam sadece kendi görmek istediğim doğrultusunda kendimi açık tutmam demektir.
Yani şöyle diyelim: bakacağım alan şöyle bir alan
ama ben kafamda önceden ben şunu görmek istiyorum diye geliyorum.
Görmek istediğim ve dikkat ettiğim şey görebileceklerimden o kadar daha az ki, o zaman ben kendimi kısıtlamış oluyorum.
Gestalt uygulayıcısı hayata “ben şunu göreceğim” diye yaklaşmaz. Herhangi bir anda algılayabileceklerimin maksimumuna kendimi açık tutayım, içlerinden hangisi o anda beni cezbederse ona odaklanayım diye kendisini serbest bırakır.
Ben pek az insanın bir ilişkiden beklediklerini dile getirirken “ben karşımdakini sevmek istiyorum, karşımdakini sinemaya götürmek istiyorum vs” dediğini duymadım ama kendisine yapılmasını istediklerinden bahsederler. O beni korusun, o beni kapsasın, o beni sevsin…Sen?
Ben ilişkiye girerken orada ne olduğunu anlayacak bir boşluk bırakmalıyım kendime, nefes alıp vermek gibi. O boşluğu bırakmazsam eğer olanla değil olduğunu zannettiğimle ilişki içerisinde kalırım. Bu da sorun çıkmasına bilettir tabii ki.
Aşk böyle bir şey değil mi?
Aşk, seninle değil, zannettiğim senle ilişkiye girip ondan sonra da “sen ne için benim zannettiğim sen değilsin?” diye kızmaya küsmeye başladığım ve zannettiğim sen olman için seni zorlamaya başladığım bir süreç.
Karşımdaki kişi beni kandırmıyor, ben görmek istediğimi görüyorum. Ben anlam atfediyorum.
Gestalt bakış açısından bakarsak çok faydalı bir şey, şöyle faydalı: beni kendimi geliştirmeye iten bir şey. Aşık olmak kendimi gerçekleştirme alet çantamda bulundurmam gereken bir kerpeten mesela.
Dinleyici sorusu: Aşk her zaman otantikliğin kaybı ile mi sonuçlanır?
Hanna Nita: Hayır, tam tersine. Aşk her zaman otantikliğe götürür.
Aşık olmak otantik bir davranış değildir. Tersine aşık olduğum zaman karşımdakini algılamıyorum. Karşımdakini istediğim gibi algılıyorum. Otantik olmak tüm uyaranlara nötr kalmaktır. Onların benim ilgimi çekmesine izin vermektir. Aşk ise ben kafamdaki bir şeyle gidiyorum, bunu istiyorum diyorum.
Dinleyici sorusu: Ayrıldığım insanla hep içsel konuşmalar yapıyorum. Ne anlama geliyor? Bu konuda ne yapmalıyım?
Hanna Nita: Ne konuştuğuna bakar. Bana şunu bunu yaptı diyorsam bendeki izdüşümüne odaklanmam lazım. Bunun türevi olan duyguları geçmişimde bulmalıyım.
Dinleyici sorusu: Aşık olma deneyimim arttıkça çantamdaki alet sayısı da artar mı?
Hanna Nita: Çok doğru, artar.
Dinleyici sorusu: Değersizlik duyguma Gestalt açısından nasıl bakabilirim?
Hanna Nita: Değersizlik zihinsel bir kavram, doğada değersiz tavşan, değersiz ağaç, değersiz çiçek var mı? Yok. Ben değersizim dediğimde bunun senin hücresel hafızanda ve duygusal hafızanda neleri uyardığına odaklanmaya çalış. Ben bedenimde ne yaşıyorum da bunun adına değersizim diyorum. Ben hangi tür duyguları yaşıyorum da bunun adına değersizim diyorum. Bizi iç yolculuğumuza taşıyacak olan kapı zihnimizden geçmez, bedenimizden ve duygularımızdan geçer. Onlara odaklanmamız lazım.
Dinleyici sorusu: Duygumu fark ettim, bedensel yansımasını fark ettim. Geçmiş kaynağını bulmam için bir yöntem var mıdır?
Hanna Nita: Bu bir yolculuktur. Yola baş koyulduğunda sonuca hükmetmeden yolda kalınması gerekir. Yani ben suç mahaline gitmek istiyorum diye yola çıkılmaz. Fenomenolojik metodoloji sadece “şu anda yaşadığını tanımla” bunu gerçekten yapmaya başladığınız zaman suç mahaline gidersiniz. Ama düşünerek bulamazsınız. Zaten bulsaydınız bu sorunu yaşamazdınız. Süreç önemli, sonuç önemli değil.
Dinleyici sorusu: İnsanlar eve kapandı, fazlaca yemek yiyor. Sürekli bir atıştırma hali var. Kilo alıyoruz. Bu konuda ne yapabiliriz?
Hanna Nita: Bizi davranışa götüren ihtiyacımızdır. İhtiyacımızın ne olduğunu zihinsel süreçlerle belirleriz. Örneğin acıktığınızı nasıl anlarsınız? Bedeninizde ne oluyor da buna acıktım diyorsunuz? Midemde bir duyumsama oluyor, bunu biliyorum ve gidip yiyorum.
Aslında gerçekten fizyolojik olarak acıktıysak herkesin bedenini o acıkmayı insana anlattığı bir duyum vardır. Ona acıktım anlamını yükleyip eyleme geçeriz ve kendimizi doyururuz. Yemek bozukluğu demek, acıktığım zaman yemiyorum, duygusal açlıklarıma da fiziksel olarak tepki veriyorum demektir. Sinirlenince yiyorum sonra da gidip kusuyorum. Yememem gerektiğini düşünüyorum, veyahutta tuzlu-tatlı-meyve-et abur cubur sırası olmadan bir şeyler yiyoruz.
Gestalt bu olaya şöyle bakar: Davranıştan önce ihtiyacımızı tanımlıyoruz ya, duyumsama ile tanımlama arasında -emin değilsek- mümkün olduğu kadar bir boşluk bırakalım. Çünkü eğer aç değilken ben açım anlamını yüklüyorsam o zaman yemek yiyeceğim. Eğer duygusal açlıklarımı yemek yiyerek giderme alışkanlığım varsa kendime şunu hatırlatmamda fayda var: Ben her yemek yiyeyim dediğimde bir durayım, gerçek ihtiyacım ne? Duygusal bir çalkantı içinde miyim? Üzülüyor muyum? Kaygılı kıyım? Yemek yiyerek bu geçecek mi? Durmam lazım. Durmamın faydası şu: Duygusal açlığımı yemek yiyerek gidermeye çalışıyorsam duygusal açlığıma ben tahammül etmiyorum demektir. Kendime sevgi göstermiyorum, kendime şevkat göstermiyorum, kendimi kapsamıyorum demektir. Yemek yemek yerine gerçek ihtiyacımı sormak için kendime eğilmemin kendisi şifalandırıcıdır. Çünkü kendime şefkat gösteriyorumdur, kendimle ilgileniyorum, kendimi dinliyorum.
Dinleyici sorusu: Gemiler limanda güvendedir. Ama bunun için yapılmadılar. Limanda çürürler. Bunu açıklayabilir misiniz?
Hanna Nita: Gemilerin limanda çürümesi demek, insanların sürekli alışık oldukları olumsuz bile olsa, ne yaşayacaklarını bildikleri için güvenli kalacaklarını bildikleri alanda kalmaları demektir. Bu da büyümüyorum, gelişmiyorum demektir. Büyümek ve gelişmek için bilmediğim alanlara adım atmam lazım. Karanlıklara adım atmam lazım. Çünkü limanda kalıp bilmediğim alanlara gitmemek için sarf edeceğim çaba, bilmediğim denizlere açılmak için sarf edeceğim çabanın 1000 misli daha fazladır.
Dinleyici sorusu:Aşık olmak tekrar tekrar gerçekleşen bir deneyim midir?
Hanna Nita: İnsan aşık ola ola, aşık olduğu nesneyi değiştirmeye başlar. Aşık olunacak nesne, bir insandan soyut bir şeylere kayar diyeyim.
Aşık olmak bir ilham kaynağıdır, coşkudur, varoluşla ilgili heyecandır, bir sevgidir.
Dinleyici sorusu: Bitmemiş mesele ile temas edip farkındalıkla sonra ne yapmalıyız?
Hanna Nita: Bitmemiş meseleye temas ettikten sonra o bitmemiş meselenin bir temsili ile tekrardan karşılaşacağınızı bilin. Bu temsil ile karşılaştığınızda daha önceden verdiğiniz tepkilerin dışında bir tepki vermeye özen gösterin. Çünkü bitmemiş mesele zihinde bitmez, deneyimde biter, yaşantının içinde biter.
Timur Harzadin: Örnek whats apptan mesaj atıyorum, kısa sürede cevap bekliyorum ama gelmiyor.
Hanna Nita: İstediği zaman diliminde cevap gelmeyince ne oluyor? Mesela sinirleniyorum. Bedenimdeki izdüşümüne bakacağım. Şunu hatırlayacak, küçükken de annesi babası kendisinin ihtiyaçlarını karşılamakta birazcık ihmalkar davranıyorlardı diyelim. Bunu anladı…Karşımdaki insan annem babam değil, ben onlara olan tepkimi niye bu insana vereyim? Bu insan başka bir insan, ben çocuk değilim, yetişkinim. Ama bitmedi…
Bir daha benzer bir olay karşısına çıkacak, aynı adam veya farklı bir kişiyle. Çabuk olmasını istediği bir şeyin çabuk olmadığını görecek, işte o zaman, o anda farklı bir tepki vermek doğrultusunda çaba sarf etmek zorunda.
Sinirlenmek yerine “ben yine onun istediğim zaman diliminde cevap vermesini bekliyorum, onun farkındayım” bile dese bu bir farkındalık. Yavaş yavaş bu olay eskisi kadar kendisini rahatsız etmeyecek.
Dinleyici sorusu: O zaman hiçbir zaman gerçekten aşık olmuyor muyuz? Aşk yok mu?
Hanna Nita: Öyle demedim. Aşk var. Olmaya da devam edecek insanlar olduğu sürece. Fakat bilelim ki aşık olduğumuzda aşık olduğumuz kişinin zannettiğimiz niteliklerine aşık oluyoruz, gerçekten o kişinin kim olduğuna aşık olmuyoruz. Daha sonra da gerçekleri ortaya çıktığında “ama sen benim aşık olduğum kişi değilsin” diyoruz. Zaten değildi.
Dinleyici sorusu: Herhangi bir zihinsel çerçeve içine koymadan sürekli fenomenolojik tanımlama yapmak bizi nereye götürür?
Hanna Nita: Bizi çok çok zengin diyarlara götürür. Farklı bir frekansa götürür.
Tohum fidan olur, fidan gövde olur, gövde dal verir, ondan sonra da yapraklar çıkar, meyve çıkar. Fidan dal çıkınca ne olacak diye soruyor mesela…Dal da der ki sen fidansın, fidanlığını yaşa, fidanlığını tanımla, farkına var. Gövde olup dal çıkartınca o zaman göreceksin. Fenomenolojik metodolojiyi deneyimlemeden fenomenolojik metodolojisi beni nereye götürecek sorusunun hiçbir anlamı yok. Deneyimleyin.
Dinleyici sorusu: Eğer sürekli duygusal şiddete uğruyorsam sürekli kendi içimize bakmak anlamlı mı?
Hanna Nita: Burada Gestalt uygulayıcısının kullandığı önemli bir prensip devreye giriyor. Bizim sadakatımız her zaman önce kendimize olmalı. Eğer sürekli duygusal şiddete uğruyorsam önce kendime sadakatimi yürürlüğe sokmam lazım. Duygusal şiddete uğruyorsam önce duygusal şiddete uğradığım konumdan kendimi çıkarmam lazım. Ondan sonra içime dönerim.
Dinleyici sorusu: Mutlu olma zorunluluğu var mı?
Hanna Nita: Mutlu ve mutsuz olmak hayatın barındırdığı normal hallerdir. Hiç kimse sürekli mutlu veya sürekli mutsuz değildir. Var oluşun doğal halleridir. Mutlu olmazsak mutsuzluğu, mutsuz olmazsak mutluluğu bilemeyiz. Zıtlıklar beraber tezahür eder. Biri diğeri olmadan anlam kazanamaz.
Neden mutsuzluğu daha çok yaşıyorumun cevabı çünkü mutsuzluğun muhtemelen bekçiliğine soyunmuşsundur.
Timur Harzadin: Ortayı bulmak problem olabilir mi? Hep dengeyi bulalım, ortada kalalım…
Hanna Nita: Orta diye bir şey yok aslında. Uydurulmuş bir şey. Gestalt bakış açısı der ki kaynağında barındırdığın her olguyu ihtiyacın doğrultusunda deneyimleme esnekliğini göster. Yani ben çok ta öfkelenebilirim, çok üzülebilirim, çok sevinebilirim. Sorun bu duyguları zaman zaman yaşamamda değil, sorun uyaran ne olursa olsun aynı duyguyu sürekli yaşıyor olmamdadır.
İnsan hali ile ilgili her şey olması gerektiği gibidir zaten. Sağaltım değil. Sadece bütünleşme, tamamlanma. Tamamlanma demek kaynağımın tümünü kullanabilme esnekliğimi geliştirebilmek demek. Yani gideceğim nokta kendi içimde bir bütünüm ama aynı zamanda ait olduğum bütünün bir parçasıyım, yani ben hem tekim hem bütünüm. İkisini aynı anda yaşayabilmek. O noktaya götürecek beni. Ben hem falanca kişiyim hem de bütün kainatın içinde bir hiçim. Kainatla birlikteyim aslında. İkisini aynı anda idrak etmek. Ne kendime çok fazla önem vermek, çünkü aslında ben öldüğümde de evren devam eder. Ama aynı zamanda da ben yapabildiğim oranda bütüne hizmet edebilecek bir şeyler ortaya koymakla da yükümlüyüm. Bu anlamda kendi içimde bir bütünüm ama ben olmadan da evrenin devam edebileceği anlamda bir hiçim.
Timur Harzadin: Kainata bir şeyler vermek ihtiyaç mıdır?
Hanna Nita: İhtiyaçtır. İnsan için değil aslında, varoluşumuzun fıtratında o vardır.
Dinleyici sorusu: Eşimizdeki özellikleri doğru yorumlamadığımızı ve onun zaten sahip olduğu özellikleri atfettiğimizden nasıl emin oluruz?
Hanna Nita: Hiçbir şeyi doğru yorumlamayız .Biz başkasına ilişkin bildiğimizi zannettiğimiz her şeyde yanılıyoruzdur. Biz kendimizi bile bilmeyiz. Başkasını bilmek nasıl mümkün olabilir. Benim başkası hakkında söylediğim her şey ancak benimle ilgili olabilir.
Timur Harzadin: Duyu organlarımıza çok güveniyoruz. Gördüğüm her şeyi doğru zannediyorum.
Hanna Nita: Duyu organlarımız mükemmel çalışır. Altyapımız mükemmel. Bu mükemmel donanımımız bozan zihinsel süreçlerimiz.
Dinleyici sorusu: Kafamdakine aşık oldum. Sonrasında karşımdakinin derin gerçekliğine temas ettikçe onu olduğu haliyle sevmeye devam edemiyor muyum?
Hanna Nita: Zaten olduğu haliyle rahatsız değilsen orada bir sorun yok. Sorun rahatsız olup ta karşındakini değiştirmeye, suçlamaya, kontrol etmeye çalıştığınız zaman oluyor.
Ev işleriyle ilgilenmek zorunda olan bir insanın kendi potansiyelini gerçekleştirmek için kendine dönebilmesi ve potansiyelini gerçekleştirmesi ne derece mümkün?
Hanna Nita: Neyle uğraştığımız önemli değil, şekillere takılmayın, tüm mesele şekillerin ardındaki anlamlar. Uğraştığım şey ister ev işi olsun ister Nasa’da uzay mekiği için çalışayım bir şey fark etmiyor. Ben yapmakta olduğum o işten dolayı ne yaşıyorum? O yolda neler deneyimliyorum? Potansiyelimi gerçekleştirmeye götürecek olan ne yaptığımla ilgili değildir, yaptığımı nasıl yaptığımla ilgilidir.