Geçtiğimiz aylarda İstanbul’a gelmişti de duyar duymaz bilet almaya koşmuş ama tabii ki tükendiğini görmüş ve çok üzülmüştüm. Ama açıkçası bir daha
geleceğine de emindim çünkü tek sefer ile yetinilebilecek bir sanatçı değildi o…Nitekim haberini alınca bu sefer daha erken davranıp biletimi aldım.
Hep arkadaşlarıma sanat programları yaparım 3/4 ü gelmez, bu sefer yapmadım bir sürü arkadaşıma rastladım. E pes dedim 🙂
Lütfi Kırdar’a uzunca bir süredir alıcı gözü ile bakmamış genelde konferanslara gelmiştim. Bu sefer Bahçe fuarından çıkıp daha erken vardım ve şahane
lobisinde beklemeye başladım. Hani pozitif bakacağım diye şartlandım bu aralar ama bakmaya çalıştım göremedim 🙂
Oturduğum tasarım harikası lake koltuklardan başlayayım…Önümde yaşlı bir hanım nasıl oturacağını şaşırmış, bir sağ popoya bir sol popoya yükleniyor
rahat etsin diye ama ne mümkün…Sırt yüksekliği ve koltuk derinliği ergonomi örneği, Red Dot ödülü verilmeli. Hani ucuz bir yere vermişler yap bir oturma grubu abi demişler anca bunlar çıkmış. Utanç verici.Sanki herkes genç, sanki herkes sağlıklı da modern çizgiler tasarlanıyor, sözde. Ne sözde ne özde.
Masaların lakesi de tabii ki çarpılmaktan kalkmış, bu da tabii ki düşünülmemiş, toplu alan kullanımı ile ev kullanımı karıştırılmış.
Koca fuaye alanında kenarlarda masalar konmuş beklemekten yorulanlar masaların üstüne oturuyor…Komik.
Konserlere özellikle klasik konserlere gelen kitle genelde 40 yaş üstü, yani orta yaş ve üzeri insanlar. Dolayısı ile daha çabuk yorulan veya bir takım sağlık problemlerine sahip kişiler sıklıkta. Bunlar adeta yok sayılıyor. Çok ayıp artık.
Neyse…bunlar 1 düzgün proje çizimi ve yeni ergonomik mobilya siparişi ile çözülebilecek olumsuzluklar. Umarım yönetim konuya el atar.
Saat 20.20, 10 dakika sonra konser başlayacak, hepimiz yerleşmeye başladık, ben de şahane bir yerden bilet almışım…Önümde bir de ne göreyim!!! Arasından seyrettim 🙂 Korkuluklara bak, yine düşünülmemiş detaylar. Mimarlık harikaları.
David Helfgott siyah pantalonu ve kırmızı gömleği ile sahnemize çıktı, o kadar sempatik ,o kadar sevimli, o kadar içtendi ki…Zaten yerinde duramıyor, sürekli zıp zıp zıp durumunda, önüne çıkan herkesin elini sıkıyor, içten ve samimi, doğallık var…Şizoaffektif bozukluğa sahip, bir anormallik olduğu çaktırmadan hissedilebiliyor ama anormallik nedir ki…Hele hele böyle "dahi" bir anormal olduktan sonra. David bu dünyada "görevli" olan şanslı kişilerden birisi aslında…Piyano başına oturduğu andan itibaren o gereksiz fazla ışıklandırmanın altında öyle bir bütünleşti ki müziği ile bu ne biçim bir adamdır, nasıl bir çalmaktır, nasıl bir yetenektir ve nasıl bir kopmaktır hayretler ile dinledim…
Karşımda ileri yaşlarda bir çocuk vardı. Coşkusu yüzünden ben ağladım. Eserlerini bitirince her seferinde ayağa kalkıp bir arı gibi vızır vızır herkesin elini sıkıyor, yerinde duramıyor, bir sağ tarafa bir sol tarafa zıplıyordu. Borusan Filarmoni çalıp kendisinin beklediği anlarda ellerini çalmamak için tutuyor, filarmoninin çaldığı notaları piyanosunda tuşlara basmadan çalıyor sonra tekrar elini tutuyor. Kendi sırası gelince sanki piyanonun içine düşüyor, hani eriyip tuş olacak…Öyle bir kaptırıyordu ki homurdanmaya arada şarkıları mırıldanmaya başlıyordu. Gözlerim doldu sürekli. Hakikaten anlatılmaz, gidilip dinlenir sadece…Ne mutlu kendisine ki böyle güzel üstün bir yeteneğe sahip…Artık konserin bitiminde seyirciler elini sıkmak için yarışır hale geldiler…çok komik bir manzara idi. Hatta kendisi hızını alamayıp güvenlik görevlilerinin de ellerini sıkmaya koştu, böyle mütevazi ve doğal bir adamdı işte…
Dünyanın 4 bir yanında ve kendi evinde konserlerine devam etmektedir…Yakın bir zamanda tekrar gelmesi dileğiyle…