Farkındalık, yapay zeka ve geleceğimiz

* Çeviri Yuval Noah Harari’den alınan yazılı izinle yayınlanmaktadır. kendilerine teşekkür ederim.

Bu röportaj, tarihçi, filozof ve Sapiens’in yanı sıra en son NEXUS’un yazarı Yuval Noah Harari ile mindfulness öğretmeni, MBSR’nin kurucusu ve yazar Jon Kabat-Zinn arasındadır. New York’taki Mindfulness, AI ve İnsanlığın Geleceği adlı gün boyunca süren bir etkinlikten alınmıştır.

Hoş geldiniz, teşekkür ederiz, burada olmak güzel. Sahne arkasında konuşuyorduk ve John, bir dakikalık ya da iki dakikalık kısa bir meditasyonla başlamayı önerdi. Ben de düşündüm ki, hayır hayır, meditasyonla başlamamalıyız, bu her şeyi mahveder. Sonra aslında belki de kısa bir meditasyonla başlamayı deneyebiliriz diye düşündüm. John, bizi meditasyona davet etmek ister misin?

JKZ: Aslında, meditasyonu sizin yönlendirmenizi umuyordum, çünkü meditasyon kendinizi düşüncelerinizin altına inmek için davet etmenin bir yoludur. Hatta düşüncelerinizin size ait olduğu gibi çılgın bir fikri bile terk edersiniz. Oysa düşünce yalnızca zihinde ortaya çıkan ve kaybolan bir fenomendir, ancak biz bunu çok ciddiye alırız. Ve bu bir süper güçtür. Ama ben insan farkındalığının, düşüncenin süper gücünü gölgede bırakan başka bir süper güç olduğunu söyleyebilirim ve bu insan farkındalığı, hayatımızda yeterince dikkat çekmeyen veya anlaşılmayan bir şeydir. Ama tahmin ediyorum ki en azından bazılarınız neye işaret ettiğimi anlıyor. O yüzden gelin, bir anlığına duralım ve aslında bedenimizde farkındalığın farkına varalım, buraya ulaştığınızın farkına varın.

Meditatif farkındalıkla fark edeceğiniz bir şey de şu: Resmi olarak bir zil çalabilirdim ve meditasyonun bittiğini söyleyebilirdim, ama gerçek Dharma pratiği perspektifinden bakıldığında meditasyonun ne bir başlangıcı ne de bir sonu vardır. Bu, hayatın kendisiyle örtüşür; aynı şekilde nefes alıp verdiğiniz sürece nefes de hayatla örtüşür. Ve çoğu zaman, bedenlenmiş bir şekilde şimdiki anda olmak çok yardımcı olur çünkü elimizde olan tek an budur. Ama biz hep başka bir şey arayarak dışarıya bakarız.

Bu harika konuşmanın tamamı bir anlamda, insanlığın bir alt kümesinin “ne oluyor ve şansımız nedir” sorusu üzerine bir meditasyonunun parçası olacak diyebiliriz. O kadar zekiyiz ki, Büyük Patlama’dan bu yana 13,8 milyar yıllık evrimin sonucu olan analog dünyayı tehlikeye atan koşulları yaratmayı başardık. Ve biz bu dünyanın ayrılmaz bir parçasıyız. Gerçekten de bununla birlikte gelen derin bir deha olduğunu söyleyebilirim; bence bu, yapay zekâ ve diğer türden makine zekâsına geçişimizde bize bir kaynak olacak bir analog deha. Bununla ilgili olarak, son derece güzel ve ayrıntılı bir şekilde yazdığınız ve yeni çıkan kitabınız “Nexus“ta harika bir şekilde ele aldığınız şeylerden bahsediyorum. Tüm kitaplarınız gibi bu da sarsıcı bir başarı ve bu konuda size saygı duyuyorum, ayrıca bu hediyenizi de çok takdir ediyorum çünkü bu bir alarm zili, bir uyanış çağrısı gibi. Bu meditasyon pratiğiyle de çok tutarlı; belki insanlığın uyanma zamanı gelmiştir. Ancak bunu söylemek kolay, o yolu gerçekten nasıl aşacağız? Demokrasi ile totalitarizm arasındaki dengeyi nasıl kuracağız, ya da gereksiz ve aptalca savaşlarla dolu bir dünyayı nasıl düzelteceğiz? İşte bu, şu anın müfredatı gibi. Kitabınızın tam da bu dönemde çıkmasının ve burada bizimle olmanızın daha mükemmel bir zamanı olamazdı. Hoş geldiniz.

YNH: Teşekkür ederim. Sessizlikle başlamak gerçekten çok iyi oldu çünkü birçok durumda hakikat bir çeşit koruma altında ya da erişimimizin ötesinde, bir sessizlik ya da bazıları için sıkıcılık kalkanı varmış gibi geliyor. Örneğin, bu çok güçlü insanlarla tanıştığımda – iş insanları, politikacılar – karşılaştığım bir sorun her zaman onların çok meşgul insanlar olmaları. Sessizlik için zamanları yok. Yani, bu aşırı meşgul kişiyle karşılaştığınızda, size sadece 10 dakika, belki yarım saat ayırıyorlar. O sürede, eğer en ilginç şeyi hemen söylemezsem, bu kişi sadece kalkıp gidecek diye düşünüyorsunuz. Neden bana vakit harcasınlar ki, eğer çok önemli bir şey söylemiyorsam? Ancak şunu fark ediyorsunuz ki “sürekli sadece çok önemli şeyleri söylemeye çalıştığınızda, aslında hiçbir zaman gerçekten önemli bir şey söylemiyorsunuz”. Hayat boyunca hep yüzeyde kalıyorsunuz, derinlere inmek için hiç zamanınız olmuyor. Derinleşmek için sessizlik ve sıkıcılık çok önemlidir. Bir konuşmada bir şeyler anlatmaya çalışıyorsunuz ve öyle önemli olmadığını fark ediyorsunuz, sonra başka bir şey dile getiriyorsunuz. Bu düşünceler bir yerlere varıyor ve nihayetinde gerçekten önemli bir şeye ulaşıyorsunuz. Ama sürekli baskı altında, hep en önemli şeyi söylemek zorundaymış gibi hissettiğinizde, sadece sloganlarla konuşuyorsunuz.

JKZ: Konuşan kişinin kim olduğunu bile bilmiyorsunuz çünkü çoğu şey otomatik pilotta gerçekleşiyor.

YNH: Evet, beyninizde daha önceki konuşmalardan ya da TV programlarından aldığınız birkaç hikaye ve cümle var. Bunların etkili olduğunu, insanların önemli bulduğunu biliyorsunuz ve sadece düğmeye basıyorsunuz, o da çıkıyor.

JKZ: Sen sıkıntıdan bahsettiğin için, meditasyon pratiğinde, farkındalığa dayalı stres azaltma ve tıbbi bağlamda insanları eğitirken, sıkıntı neredeyse hemen ortaya çıkar. Aynı şekilde acı da. İnsanların çok hızlı öğrendiği şeylerden biri, paradoksal olarak, sıkıntıya yöneldiğinizde, onu araştırdığınızda ve ona bir karşılama matı serip sadece gözlemlediğinizde, sıkıntının aslında çok ilginç bir gözlem konusu olduğudur. Sıkıntıya dokunmak bir sabun balonuna dokunmak gibidir, buharlaşıp kaybolur çünkü ilgi ortaya çıkar. Ve paradoksal olarak aynı şey acı için de geçerlidir. Sağlık sisteminin çatlaklarından sızıp geçen birçok insan için acıyı ortadan kaldırmanın bir yolu yoktur ve opioid salgını hem duygusal hem de fiziksel acının bir yansımasıdır. Ancak acıya yöneldiğinizde ve ham duyumlara açıldığınızda, şu ilginç soruları sormaya başlayabilirsiniz: Acının farkındalığı acı içinde mi? Ya da acı çekmenin farkındalığı acı çekiyor mu? İnsanlar neredeyse hemen “Hayır, farkındalığımda duyum var ama acı çekme yok,” derler. Bu aslında bir tür özgürleştirici veya içgörü anıdır. Belki de bu, senin bahsettiğin insanlar için, yani hiç zamanı olmayan, hemen sıkılan ya da sadece otomatik olarak konuşan insanlar için daha büyük sonuçlar doğurabilir. Farkındalık, insan farkındalığından başka bir şey değildir. İnsan farkındalığı ise sahip olmanız gereken bir şey değil, aslında doğuştan sahip olduğunuz bir şeydir. Sorun erişimde, farkındalığa erişim. Yapay zeka açısından baktığımızda, insan bilişi teknolojiyle bir noktaya ulaştı ve gerçekliğe başka yollarla erişim yaratıldı. Bununla nasıl ilişki kurduğumuz büyük bir meydan okuma çünkü bu o kadar hızlı gelişiyor ki…

Moderatör: Evet, bence, Yuval’ın söylediği şeyle, kelimelerin nereden geldiğiyle ilgili neredeyse bir bağlantı var. Kelimelerin bir gücü var, ama bu kelimelerin benim varlığımın hangi yerinden geldiğinin de bir gücü var. Bu kelimeler, bir tür varoluş, huzur ve hizmet yerinden mi geliyor? Yoksa herkesi etkilemek ya da kendimi göstermek için mi söyleniyor? Aynı kelimeler söylenmiş olabilir, ama arkasındaki enerji ya da niyet farklı olabilir ve o niyet genellikle hissedilir. Bugün karşılaştığımız zorluk şu: Bilgiler o kadar hızlı geliyor ki, biri sosyal medyada oldukça derin bir şey duyduğunda bile, bir sonrakine hemen geçiyor. O kadar hızlı ki, bilgelik, merhamet ve öğretim bazen onlara tam olarak yerleşmiyor. Algoritma onları sürekli hareket ettirmeye çalışıyor. Bu dengeyi nasıl gördüğünüz hakkında biraz konuşabilir misiniz?

YNH: Evet, bu, analog ve dijital ya da organik ve inorganik arasındaki farkla ilgili söylediklerinize geri dönüyor. Organik varlıklar olarak biz, diğer hayvanlar gibi döngülerle çalışıyoruz. Bazen aktifiz, bazen değiliz. Dinlenmeye, sindirmeye ve uyumaya ihtiyacımız var, ama algoritmalar böyle değil. Yapay zeka bilgisayarları her zaman açık. Bu döngülere, uykuya ve dinlenmeye ihtiyaçları yok. Dünyada daha baskın hale geldikçe, dünyadaki temel ağlar ve sistemler giderek daha fazla yapay zeka tarafından yönetiliyor. Yapay zeka kıyametini düşünürseniz, bu Hollywood senaryosundaki gibi tek bir süper bilgisayarın dünyayı ele geçirmeye ve insanları yok etmeye çalışması değil. Daha çok milyonlarca ve milyarlarca yapay zeka bürokratının etrafımızda, sosyal medyada, bankalarda, ordularda, hükümetlerde giderek daha fazla karar alması gibi. Gerçekten yabancı zeka türleri bunlar. Yapay zekayı “alien intelligence” (yabancı zeka) olarak algılıyorum, “artificial intelligence” (yapay zeka) değil. Yabancı derken uzaydan gelen değil, gerçekten farklı bir şey. Organik değil. Ve yine önemli noktalardan biri, her zaman açık olması.

Moderatör: Evet, YouTube algoritmasını örnek olarak verdiniz. Ona sadece “kullanıcı etkileşimini artır” diyorsunuz ve kendi yollarıyla bunu yapıyor. Bir insanın “şu reklamı buraya koy” ya da “bu reklamı şuraya koy” demesi gerekmiyor. Bu, sistemin bir örneği mi?

YNH: Tam olarak, hâlâ Twitter, Facebook veya YouTube gibi büyük sosyal medya şirketlerini insanlar yönetiyor. Ancak günlük yönetim, size ne gösterileceğine, neyin önerileceğine dair kararlar giderek daha fazla algoritmalar tarafından yapılıyor. İnsanlar onlara “genel hedef” veriyor, örneğin: kullanıcı etkileşimini artır. Sonra algoritmalar denemeler yapıyor ve şu keşfi yapıyorlar: Eğer kullanıcı etkileşimini artırmak istiyorsanız -ki etkileşim kulağa hoş bir şey gibi geliyor- dünya ile etkileşimde olmanın ne zararı olabilir? Ama bir sorun olabilir: Dünyayla fazla etkileşimde olmak. Çünkü algoritmalar üzerimizde deneyler yapıp bir şey keşfettiler, bu aslında büyük bir keşif değil çünkü insanlar bunu binlerce yıl önce de biliyordu, ama algoritmalar da şunu keşfettiler: Birinin dikkatini çekmenin en kolay yolu, zihninizdeki nefret, korku veya açgözlülük düğmesine basmaktır, ve böylece o kişi etkileşime girmiş olur. İşte bu yüzden sosyal medya platformlarını bu düğmelere basan içeriklerle dolduruyorlar ve insanlar ekranlara yapışıp kalıyor. Bu bizim için iyi değil.

JKZ: Ve ardından sorumluluğu üstlenmediklerini söylüyorlar. Oysa ki sorumlular. Myanmar ve Brezilya’daki devasa felaketlere yol açan şey de bu. Sadece “kullanıcı etkileşimini maksimize edin,” diyorlar ve insan tarafında kimse bu eylemlerin sonuçlarından sorumluluk almıyor.

YNH: Evet, şu anda sürekli olarak suçu insanlara kaydırmaya çalışıyorlar. Diyorlar ki: “Bu nefret dolu videoyu oluşturan bir kullanıcı, bir insan. Bir komplo teorisi. Bizden ne bekliyorsunuz? İnsanları sansürlememizi mi istiyorsunuz? Bir insanın ifade özgürlüğünü mü ihlal etmemizi istiyorsunuz?” Cevap hayır, insanları sansürlemenizi istemiyoruz. Sadece algoritmalarınızın yaptıklarından sorumluluk almanızı istiyoruz. Eğer bir insan Facebook’a veya YouTube’a nefret dolu bir komplo teorisi yüklemeye karar verdiyse, bu onların sorumluluğudur ve bir insanı sansürlemeden önce çok dikkatli olmanız gerektiğine katılıyorum. Ama sorun bu değil. Sorun, algoritmalarınızın bu spesifik videoyu kasten göstermeyi ve önermeyi seçmesidir. YouTube’da bu kadar çok video varken neden algoritmanız bu videoyu seçti de şefkat üzerine sıkıcı bir vaazı değil? Çünkü bu daha fazla etkileşim sağlıyor. Tamam, iş modelini anlıyorum ama o zaman algoritmalarınızın kararları ve eylemleri için kullanıcıları suçlayamazsınız. Mesele tam olarak bu. Ve yine, etkileşimle ilgili olarak 24 yıl önce aldığım ilk meditasyon kursunda öğrendiğim bir şey var. Zihni belirli türde içeriklerle etkileşimde tutmak çok kolay. Bana şu talimatı verdiklerinde: “Tamam, gözlerini kapat ve tüm dikkatini burun deliklerinden girip çıkan nefese odakla. Nefesi kontrol etmeye çalışma. Hiçbir şey yapma. Sadece nefesin girip çıktığını hisset.” Bu özellikle ilgi çekici değildi. Kullanıcı etkileşimi açısından çok düşük puanlar aldı. Ve zihin algoritmaları, geçmişimden çok daha ilgi çekici videolar buldular ve bana öfkeli videolar ve şehvet dolu videolar göstermeye başladılar. Bunlar çok ilgi çekiciydi ve o anda gerçeklikten tamamen koptum. Egzersizin tüm amacı buydu. Zihni etkileşime sokmak çok kolay, zihni gerçeklikle etkileşime sokmak çok çok zor. Ve işte bu çok önemli fark. Algoritmalara “Kullanıcı etkileşimini maksimize etmeyin, kullanıcıların gerçeklikle etkileşimini maksimize edin” deseler, YouTube’da bunun olmasını görmek isterim.

Moderatör: Bence bu iki farklı konu. İki kısım var, değil mi? Eğer araya girecek olursam, bir kısmı zihni gerçeklikle nasıl etkileşimde tutarız, ikinci kısım ise kullanıcının üzerine bilincin ışığını nasıl geri yansıtırız? Değil mi? Çünkü diyelim ki günümü sadece gerçekleri okuyarak geçirdim, bu mutlaka acıyı hafifletmez. Örneğin Budistler yalnızca bir şeyi öğretirler, o da acıyı dindirmektir. Yani gerçeği bilmenin bir unsuru var, ancak aynı zamanda bilincin ne olduğu üzerine bir içsel yolculuk da var. Bu konuda biraz konuşabilir misiniz? Yoksa yanlış bir yolda mı olduğumu düşünüyorsunuz?

YNH: Özellikle yapay zeka çağında bilinç sorusu her zamankinden daha önemli hale geliyor. Çünkü AI’lerin bilinç kazanıp kazanmayacağı ve eğer kazanırlarsa neler olacağı sorusu var. Bence bu hâlâ bilimin en büyük bilmecesi: bilinç nedir ve nereden gelir?

Moderatör: İnsanlar daha bilinçli olabilir mi?

YNH: İnsanlar daha bilinçli olabilir mi? Hayvanlar ne kadar bilinçli? Bilgisayarlar ne kadar bilinçli olabilir? Bilincin ne olduğu hakkında pek çok farklı tanım var. Benim en faydalı bulduğum tanım ise bilinç, acı çekme kapasitesidir. Bu da hemen etik bir değer kazanır. Bir sandalyeyi yok etmek veya yakmak etik bir mesele değildir çünkü sandalye acı çekemez. Ancak bir hayvana zarar verdiğinizde, yani duyarlı bir varlığa zarar verdiğinizde, bu etik bir mesele olur çünkü o varlık acı çekebilir. Bu durum, örneğin kürtaj hakkındaki tartışmalarda merkezde yer alır. Kürtajla ilgili tartışmaların merkezinde şu soru var: Fetüsler bilinçli mi? Acı çekebilirler mi? Kendi başlarına etik öznelere sahipler mi, değil mi? Aynı durum hayvan hakları için de geçerli. İnekler acı çekebilir mi? Tavuklar, balıklar acı çekebilir mi? Bir varlık acı çekme kapasitesine sahip olduğunda, etik alana girer, etik bir özne haline gelir.

Ve gerçekten büyüleyici olan şey, acının aslında ne olduğunu düşündüğümüzde, acı bir anlamda gerçekliğin reddidir. Acı hissedersiniz ama acının kendisi ıstırap değildir. Acı sadece bir duygudur. Isı, gerilim ve basınç gibi birçok küçük dalgadan oluşur. Istırap, zihnin bu duyumu alıp “Bunu istemiyorum, var olmasın” dediği anda ortaya çıkar. Gerçeklikte var olan bir şey vardır ve zihin der ki: “Onun burada olmasını istemiyorum, var olmasın.” Bu durum, sadece acıdan değil, büyük savaşlara kadar her şeye uzanır. Şu anda Gazze’de olanları, İsrailliler ve Filistinliler arasındaki çatışmayı düşünüyorum; bu, milyonlarca insanın “Bu diğer insanların var olmasını istemiyoruz” demesiyle ilgili. Gerçeklikte var olan bir şey vardır ve zihin tepki verir: “Evet, ama onun burada olmasını istemiyorum.” Derin soru şu: Evrenin hangi tür varlığı, gerçekliği reddedebilir? Bir şey burada ve zihin der ki “Evet, ama onun burada olmasını istemiyorum.”

Ve bu soru, yapay zekalar ve bilgisayarlar için de geçerlidir, çünkü onlar tamamen matematiksel varlıklardır, her şey hesaplamalara dayanır. Gerçekliğin reddiyle sonuçlanan bir matematiksel hesaplama var mıdır? Örneğin oda sıcaklığını ölçen termostatları düşünün. Termostatlar çok basit makineler olarak kabul edilir, çünkü bir termostata “Oda sıcaklığı 30°C’yi geçerse, klimayı aç, sıcaklığı 25°C’ye düşür” dersiniz. Termostat, dünyayla etkileşim içindedir, dünyada eylemler gerçekleştirir ama bildiğimiz kadarıyla bilinçli değildir ve acı çekmez. Sıcaklık 30°C’yi geçtiğinde termostat “Bu olmamalı” diye hissetmez. Sadece programına göre, “Şimdi 30°C’nin üstüne çıktı, klimayı aç” der. Ama gerçekliği reddetmez, bu yüzden bir termostatı kaynar suya atmak suç değildir. Çünkü orada bir reddediş yoktur ve bu durum, sosyal medyayı yöneten algoritmalara ve yapay zekanın bir sonraki nesline kadar gider. Soru şu: Bir yapay zeka, bizim yaptığımız gibi gerçekliği reddedebilir mi ve bu anlamda acı çekebilir mi?

JKZ: Ayrıca muazzam miktarda acıya da neden olabilir.
YNH: Kesinlikle, zaten bildiğimiz gibi, muazzam miktarda acıya neden olabilirler. Sosyal medya platformlarını son on yıldır yöneten yapay zekalar gibi çok ilkel yapay zekalar bile dünyada büyük bir etki yarattı. Hem iyi hem de kötü anlamda. Sadece kötü yanlarına odaklanmak istemiyorum, sosyal medyanın insanlık için yaptığı son derece olumlu şeyler de var.
Moderatör: ABD’deki ergen ruh sağlığına bakarsanız ve son beş yıldaki istatistiklere, özellikle Instagram ve TikTok gibi platformlarda geçirilen süreye ve bu platformların gençlerin ruh sağlığı üzerindeki etkilerine bakarsanız, bunun daha fazla olumlu sonuç doğurduğunu söylemek zor.
JKZ: Bu, Genel Cerrah’ın müdahale edip bir tür gerçeklik kontrolü yaratmaya çalıştığı bir salgın.
Moderatör: Kesin olarak söyleyemeyiz, ancak veriler daha fazla zaman geçirdikçe gençlerin kendilik algısının zedelendiğini gösteriyor. Bunu şöyle görüyorum: Özellikle gençler ve özellikle genç kızlar, aidiyet ve bağlantı arayışı içinde. Bir ormana girdiğinizde ağaçları görürsünüz, ormanı deneyimlersiniz ve kendinizi o ormana bağlı hissedersiniz, değil mi? Eğer birdenbire o ormandaki her ağacın bir numarası olsaydı: Bu 10, bu 2, bu 3, o ormanı deneyimleme şekliniz çok farklı olurdu, değil mi? Çünkü şimdi her şey karşılaştırmalı bir dünyaya dönüşür. Gençler bu platformlara girdiklerinde birdenbire numaralandırılıyorlar, değerlendiriliyorlar ve gördükleri her şey derecelendirilmiş oluyor. Elbette ayrılık hissediyorlar, ruhsal benliklerinden kopukluk hissediyorlar. Çünkü birdenbire bir numaraları var, bir bağlantıları var ve arkadaşlarından daha yüksek ya da daha düşük değerlendiriliyorlar. Arkadaşları bu kadar beğeni almış, onlar şu kadar beğeni almış. Bence aslında özlem duydukları şey, ormanda olmak ve bağlılık hissi. Ancak sıklıkla hissettikleri şey, ayrılık, daha yukarıda ya da aşağıda olma duygusu. Umarım bir gün gençlerin içindeki iyiliği pekiştirecek yeni bir sosyal medya platformu yaratabiliriz. Ancak bana göre şu anki değerlendirme sistemi bu ayrılık duygusunu pekiştiriyor, aidiyet hissini oluşturmaya yardımcı olmuyor.

JKZ: Ve biliyorsunuz, meditasyon pratiğine geri dönmek gerekirse, insanlar cihazlar olmadan nasıl aidiyet hissedebileceklerini öğrenebilirler. Analog dünyada, kendinle barışık olmayı öğrenirsin. Ve ardından zihninin, yeterince iyi olmadığını, yeterince güzel olmadığını, yeterince şu ya da bu olmadığını söyleyen birçok şey ürettiğini görürsün; bu da algoritmaların istismar ettiği bir alan. Bu tür programlarda görünüşünü değiştirebilirsin. Aslında, neden hala analog güzelliğimizden vazgeçmiyoruz ve herhangi bir teknoloji ile temas kurduğumuzda ne kadar çok şey feda ettiğimizin bilincinde olmuyoruz? Kendini tanımaya ve analog bir hayat yaşamayı öğrenmeye yönelik yeni eğitim yolları oluşturalım, yapay zekanın kölesi olmayı bir kenara bırakın, sadece telefon bile olsa, yapay zeka tarafından yönetilmese bile. Bu sabah New York’ta 15 blok yürüdüm ve neredeyse herkes bu şekilde (telefona bakarak) yürüyordu. Şimdi, 40 yıl önce, insanlar bu şekilde yürürken görülselerdi, hemen hastaneye götürülürlerdi. Çünkü bu açıkça delilikti, o zamanlar. Ama şimdi, bu herkesin varsayılan moduna dönüştü, herkes telefonlarına bakıyor ve belli bir şekilde çok güzel bir bağlanma hali var. Ama bu durumun toksik bir tarafı da var, kendi analog bütünlüğünüzden ve daha da önemlisi, düşünen ve duygulanan sadece iki unsur olan çok daha geniş bir zeka yelpazenizden kopma hissi. Sanırım önümüzdeki dönemdeki en büyük zorluklardan biri, kendimizi ve gelecekteki nesilleri, kim olduklarından bu kadar hızlı vazgeçmemeye nasıl eğiteceğimizdir. Sonuçta kim olduğumuzu bilmeyebiliriz, ama bu bilmeme hali insanlığın yaratıcı, sevgi dolu, gizemli ve çok derin bir şekilde etik olan boyutunun çok değerli bir parçası. Meditasyon uygulamaları, zarar vermeme, sarhoş edici maddeler kullanmama, çalmama gibi etik bir bağlamda öğretildiğinde, bu çok önemli bir konu haline gelir. Dharma kelimesi, Budist meditasyon uygulamalarının bu genel çerçevesi için kullanılır ve aslında yasa anlamına gelir. Yasallık, yönetim ve kendimizi nasıl yönettiğimizle ilgilidir. Dolayısıyla bu delice geleceğe doğru ilerlerken, bu delice şimdiki zamandan, analog hayatlarımızda kendimizi nasıl yöneteceğimizi ve dijital dünya ve yapay zeka ile nasıl etkileşim kuracağımızı, refahı en üst düzeye çıkarıp zararları en aza indirecek şekilde öğrenmenin yolları var mı?
YNH: Bu bana, bir keresinde “beğen” düğmesini icat eden mühendislerden biriyle tanıştığımı hatırlatıyor.
Moderatör: Justin. Muhtemelen Justin, evet. Onu biraz adlandırabiliriz, sakıncası yok.

YNH: Bu büyük icadı bir bakıma pişmanlıkla anıyor. Facebook’un “beğen” düğmesi dünya için inanılmaz büyük bir icat, fakat aslında bilinçli yaşamın başlangıcını yeniden keşfettiler. Çünkü, en azından aydınlanmamış, Buddha olmayan duyarlı varlıklarda, farkındalık vardır ama ardından yargılama gelir. Bir şeyin farkında olursunuz ve ardından “bunu seviyorum” veya “bunu sevmiyorum” dersiniz. İşte dijital ortamda keşfettikleri şey tam olarak buydu. Yani, çevrimiçi bir şeyin farkındayım ve hemen “bunu seviyorum, bunu sevmiyorum” demek zorundayım. Peki neden? Milyarlarca yıldır zihnimizdeki bu organik hatayla, bu sürekli “bunu seviyorum, bunu sevmiyorum” durumu ile başa çıkmaya çalışıyoruz. Sonra, bu yeni organik olmayan dijital evrimsel süreci başlatıyorlar ve ilk yaptıkları şey, dijital sistemin temellerine “bunu seviyorum, bunu sevmiyorum” işlevini yerleştirmek oluyor.
JKZ: Evet, biliyorsunuz eğer o yapmasaydı, bir başkası yapardı.
YNH: Tabii ki.
JKZ: Yani bu kaçınılmaz, sürekli olarak deneyimimizi ne kadar iyi olduğuna göre yargılıyoruz. Bu meditasyon alanında da böyle, ne kadar aydınlandığınızı değerlendiriyorsunuz, gizlice.
Moderatör: Meditasyon yapanlar rekabetçi olabilirler.
JKZ: Tam olarak, kimse bu tür şeylere bağışıklık kazanmış değil. Ama asıl zorluk, kendi zihninizde bu “beğen” düğmesini nasıl devre dışı bırakacağınızdır. Meditasyon tam olarak bunu yapar. Meditasyon, kopmakla ilgilidir. Bu biraz dopaminle alakalı. Çünkü bu tam bir dopamin bağımlılığı gibi; iyi hissettiriyor ve sonra kaç kişinin sizi beğendiğini sayıyorsunuz. Sizin beğendiklerinizi bir kenara bırakın, kaç kişi gönderimi beğendi? Ve sonra kendinizi kaybediyorsunuz.
Moderatör: Çok ünlü ve güçlü insanlarla tanıştınız, ben de öyle. Ve fark ettiğiniz şeylerden biri, bu insanların ne kadar güvensiz olabildiğidir. Finansal veya sosyal statü ne olursa olsun, sıklıkla kaybetme korkusu veya “ben aslında kimim?” sorusuyla karşı karşıya kalıyorlar. Bu dünyaya baktığımda, özellikle gençlerimizin kim olduklarını bilmelerine nasıl yardımcı olabileceğimizi merak ediyorum. Böylece bu cihazlar oyuncak gibi olur, kendilerinin bir parçası değil. Ve bence en büyük zorluklardan biri, aniden “bu benim” demeleri. Yani, o profil ya da gönderi ben değil. Bunun yerine, kim olduğumu biliyorum ve o sadece kullandığım bir araç ya da kullanmadığım bir şey. Bu mantıklı mı? Peki, bu durumu nasıl geliştirebiliriz? Belki meditasyon pratiği yoluyla olabilir. Ama kendimizde ve gençlerde, dış dünyanın bize ne söylediğinden bağımsız olarak kim olduğumuzu bilme hissini nasıl geliştirebiliriz?

YNH: Bu, gerçeğin farkında olmak demektir, ama onu yargılamak için acele etmemek, sevmek ya da sevmemek, yok olmasını istemek ya da artmasını istemek. Akıllı telefonları olan insanların görüntüsü, Yunan mitolojisi olan Narcissus’a geri dönmek gibidir. Antik Yunan’dan Narcissus’u tasvir eden görüntüler var. Ve şimdi, bütün dünya bu moda girmiş durumda ve bunun zihinsel sağlık üzerindeki etkisi. Çok önemli veya ilginç bir araştırma, farklı mesleklerin zihinsel sağlığını karşılaştırıyor. En alt sırada yer alan meslek, politikacılardı. Bu korkunç bir şey. Çünkü bu insanların iyi zihinsel sağlığa sahip olmaları gerekiyor. Çok önemli bir meslek. Ve sağlıklı, aklı başında insanların bu meslekte olmasını neredeyse imkânsız hale getiriyoruz. Bunun birçok nedeni var, ama bir nedeni de sürekli aktif olmanız gerektiği. Hiçbir an, devre dışı olamazsınız. Çünkü haber döngüsü sürekli çalışır, her zaman bir şeyler olur ve bu, “sessizlik anı yok” durumuna geri döner. Her şey o kadar önemlidir ki. Şu anda Birleşik Krallık’ta, Başbakanın ailesiyle yaz tatiline gidip gitmeyeceği hakkında bir hikaye var. Ve açıkça gitmesi gerekiyor. Ama o çok önemli biri ve dünyada çok önemli şeyler oluyor, bu yüzden bazı insanlar hayır, sürekli aktif olmalı diyorlar, bu insanı imkânsız hale getiriyor. Bu, yalnızca politikacılara değil, herkese oluyor. Okuldaki gençler hakkında düşünürseniz, daha önce statü rekabeti günün sadece belirli anlarında olan bir şeydi; okula giderdiniz, okul bahçesinde statü rekabeti olurdu. Sonra eve dönersiniz, kapıyı kapatır ve bu kadar. Artık statü rekabeti her zaman açık. Her an bir şey olabilir. Ben bir şey söyleyebilirim, birisi bir şey söyleyebilir ve bu benim statümü etkileyebilir.
JKZ: Online konuşuyorsun.
YNH: Evet, evet. Ve benzer şekilde, yaşam, bu çok uzun, bitmeyen bir iş mülakatı haline geliyor. Yani yaptığınız her şey, herhangi bir an, gelecekteki iş bulma şansınızı etkiliyor. 5, 10, 20 yıl sonrasını düşünün. 18 yaşındayken bir üniversite partisinde yaptığınız, yasal ama aptal bir şey. 20 yıl sonra bir yargıç olmaya, bir politikacı olmaya ya da bir gazeteci olmaya çalıştığınızda, bu ortaya çıkıyor.
JKZ: Algoritmalar bunu buluyor.

YNH: Evet, artık özel bir an yok. Meditasyonla ilgili bildiğimiz şeylerden biri de zihnin çöp, gereksizlik ve aptallıkla dolu olduğudur ve buna yer açmamız gerekiyor.
Moderator: Evet, bu yüzden günde iki saat meditasyon yapıyor musun?
YNH: Evet, içinde çok fazla çöp var. İnsanların önünde bir sahneye çıktığınızda büyük bir sorumluluğunuz var. Ne söylediğinize çok dikkat etmelisiniz. Çünkü sözleriniz, birçok insanın zihnine giden tohumlar gibidir ve eğer nefret dolu bir şey söylerseniz, o zaman birçok kişinin zihninde nefreti teşvik edersiniz. Özellikle politikacılar için, televizyonda bir şey söylediğinizde milyonlarca insan bunu duyar, akıllarına girer, dünyada nefreti yayarsınız.
JKZ: Ama şu anda sizi durdurmak istiyorum, tam tersini yapıyorsunuz. Hepimiz bunun sorumluluğunu alıyoruz ve bu sadece bu odadaki insanlar için değil, aynı zamanda bu canlı yayın için de geçerli. Artık hiçbir şey kaybolmuyor; sadece YouTube’a geçiyor.
YNH: Tam olarak, son derece dikkatli olmalıyız.
JKZ: Ama burada benim söylemek istediğim, bu durumun aynı zamanda izleyen ve dinleyen herkes için bir iletim, hatırlatma veya tanıma biçimi olduğu. Siz, düşündüğünüzden daha fazlasınız. Düşüncelerinizden daha büyüksünüz ve hepimizin kolayca kapıldığı türden cazibelere de daha büyüksünüz. Eğer telefonunuzu kapatırsanız ya da cihazlarınızla etkileşimde bulunmazsanız, bu sizin daha az olduğunuz anlamına gelmez; tam tersine, olduğunuz gibi tamamen bütünsünüz. Bunu entegre etmeye başladığınızda, yani yoga, meditasyon, spor gibi, sizi analog, gizemli bütünlüğünüzü hatırlatan herhangi bir bedensel süreçle, o zaman bu, zihinsel sağlık ve tıp alanında dijital dünyayla ve yapay zeka ile kaçınılmaz bir şekilde sahip olmamız gereken arayüzler için bir tür panzehir olamaz mı? Bence, özellikle de Cerrahlar Genel Müdürü, yalnızlık epidemisi konusunda, herkesin bağlı olduğunu ama herkesin de daha yalnız olduğunu ve çok düşük özsaygıya sahip olduğunu vurguluyor. Ve bu meditasyon uygulamaları, eğer küresel tarih ufkuma bakarsam, tarihçi olmamakla birlikte, çoğu evrensel boyutta, özellikle de en iyi ifade edilen şey olan Dharma’yı göremiyorum. Bu, çoğunlukla ve en çok Budist geleneğinde ifade edilmiştir. Bu, ilerlemekte olan analog varlığımız için bir kaynak olamaz mı? Önümüzdeki 20-30 yılda yapay zeka ile üst üste gelen dalgalarla karşılaştığımızda dinamik bir denge bulabilir miyiz? Ve çünkü ilk kitabınızı Sapiens’e adadınız, bunu backstage’de konuşuyorduk ama, ben bunu Çin’deki bir trende telefonumda okudum ve çıktığında.

Moderator: Telefonuna bakanlardan biri misin?
JKZ: Daha önce ya da sonra telefonumda bir kitap okumadım ama Sapiens beni gerçekten etkiledi. Orada vardı ve bu, SN Goenka’ya adanmıştı. Goenka’nın kim olduğunu biliyorum; o, Hindistan’da yaşayan büyük bir meditasyon öğretmeni ve Budist meditasyonun Amerika’ya gelmesinde büyük bir rol oynadı. Çünkü burada, vipassana geleneğindeki birçok Budist meditasyon öğretmeni aslında uzun inzivalara girmişti. 1973’te Harvard Tıp Fakültesi’nden bir arkadaşım, Goenka ile girdiği iki haftalık inzivadan bahsetti ve bu onun hayatını dönüştürdü. Bana bunu söylemesi, benim hayatımı da belirli bir şekilde dönüştürdü. Yani, bu mümkün mü? İki hafta boyunca oturup kendi zihninizi izleyebilirsiniz mi? Bu, telefonların veya herhangi bir dijital dikkat dağıtıcıların olmadığı bir dönemdi. Benim sorum şu: bunu romantik hale getirmek istemiyorum ya da bu, insanlığı kurtaracak bir şey değil ama bence insan bilincinde, özellikle bedensel ve ikili olmayan bir bilinçle oturduğumuz bir süper güç var. Yani, zihnimde uyanıklık ya da aydınlanma gibi hayali bir ideali aramıyorum, aslında aradığım şey zaten burada. Ben bir bakıma bunu zaten yaşıyorum. İnsanlığın bu 20 veya 30 yıl içinde bu dengeyi bulmasının birkaç yolundan biri değil mi? Farkındalığın dünya genelinde yayılma olasılığı, yani milyonlarca insan artık çok ciddi bir şekilde uygulama yapıyor. Eğer sorarsam, aramızda düzenli bir meditasyon pratiği olan kaç kişi var? (izleyicilere dönerek) Eğer bunu 40 yıl önce yapsaydık, cevap sıfır olurdu ve kimse burada oturmazdı. Yani bir şey oluyor ve soru şu: bu, dijital olarak amplifiye edilebilir mi, elbette online olarak da bunu yapabiliriz, ama insanlığa içkin olan bilgelik, Budist olmayan, Hristiyan olmayan, İslam olmayan, sadece insan olan bilgelik, algoritmaları yaratan insanların zekasıyla eşit hale gelme şansına sahip olabilir mi? Ve bu, yapay zekanın tümüyle kötü olmadığını düşünürsek, 16. ve 17. yüzyıldaki Rönesans’ı gölgede bırakacak bir tür Rönesans’a yol açabilir mi? Sanatta, müzikte, tiyatroda ve diğer her şeyde, bu oluyor. New York City’de buradayız. Gerçekten oluyor; bunu daha küresel bir perspektifte anlamanın bir yolu var mı? Bu, insanları kendi güzelliklerini ve zeka boyutlarını fark etmeye teşvik edebilir mi?

YNH: Bence, yapay zeka gibi, zihinlerimiz de tam potansiyellerine ulaşmış değil. Keşfedilecek ve geliştirilecek çok şey var. Eğer insanlık, yapay zekayı geliştirmek için harcadığımız her dolar ve her dakikaya karşılık, kendi zihinlerimizi geliştirmek için de bir dolar ve bir dakika harcarsa, sorun yaşamayız. Ama bunu yapıp yapmayacağımız büyük bir soru işareti. Çünkü bu çok daha zor. Meditasyondan öğrendiğim şeylerden biri, zihne iki şey verdiğinizde, biri kolay diğeri zor olduğunda, her zaman kolay olanı seçeceğidir. Ruhsal geleneklerin gelişiminde, örneğin bedensel bir unsuru içerdiğinde, oruç tutmak gibi, diğer yandan da şimdiki an üzerinde odaklanma yeteneğini geliştirme unsuru olduğunda, insanlar oruç tutmayı tercih ederler, çünkü bu daha kolaydır. Oruç tutmanın vücudu işkence etmek olduğunu düşünürler, ama aslında bu çok kolaydır. Eğer size veya herhangi birine, “Eğer 24 saat yemek yemezseniz, size bir milyon dolar vereceğim” dersem, herkes bunu yapabilir. Evet, biraz zor olsa da açlık hissedebilirler ama bunu yapabilirler. Eğer dersem ki, “Tamam şimdi daha zor: bir saat boyunca lotus pozisyonunda kıpırdamadan oturmalısınız, çok acı çekerseniz size bir milyon dolar vereceğim,” insanlar bunu yapar. Çok zor olacak, zorlayacaklar kendilerini ama yapacaklar. Şimdi, “Tamam, sadece bir dakika boyunca nefesinize odaklanmalısınız; hiçbir düşünceye, hiçbir hatıra ya da yargıya kaymadan, size bir milyon dolar vereceğim,” dersem, çoğu insan bunu yapamaz. Çünkü bu gerçekten, gerçekten zor bir şeydir. Kendimize bu komutu veremeyiz. Ağızlarımızın kontrolüne sahibiz, kendimizi yemek yememeye zorlayabiliriz. Bacaklarımızın kontrolüne sahibiz, bacaklarımızı hareket ettirmemeye zorlayabiliriz. Ama zihnimizin üzerinde böyle bir kontrolümüz yok. Ve bu zor şeydir; insanlık tarihinin her döneminde, her dini ve ruhsal geleneğinde, zor şeylerin ve kolay şeylerin bir menüsü vardır ve insanlar kolay olanı tercih ederler, zor olanı düşündükleri için. Tamamen savaşlar ve haçlı seferleri düzenleyerek, “Bunlar zor şeyler” diye düşünürler, ama hayır, bunlar kolay şeylerdir. Ve teknoloji gelişiminde de aynı şey oluyor; zihinlerimizi geliştirmektense yapay zeka geliştirmek çok daha kolaydır. Bu yüzden kolay olanı tercih ediyoruz.
Moderator: Zor şeyler için bir Rönesans başlatmanın bir yolu var mı?

YNH: Bu zor ve bu yüzden tekrar söylüyorum, tüm dünyanın meditasyona başlayacağına dair iyimser bir vizyonum yok. Bunun olacağını düşünmüyorum. Olursa bile, büyük olasılıkla tehlikeli alanlara kayacak, çünkü tarihten, ruhsal gelenekleri zararlı ve tehlikeli yönlere giden birçok medeniyet örneği var. Bu eğilimlerden dolayı, böyle bir garanti yok; denemek ve bazı temel ilkeleri teknolojiye entegre etmeye çalışmak önemli. Yani, meditasyon ilkelerinin modern teknolojiye dahil edilmesi, insanlara sessizlik ve yargılamayan anlar için zaman tanımaktır. Bence temel insan haklarından biri, saflık hakkı olmalıdır. Daha önce bahsettiğim gibi, zihnimde o kadar çok aptal düşünce var ki, bunları mümkün olduğunca kendimde tutuyorum ve sizinle paylaşmamaya çalışıyorum ama zor. Size paylaşmamayı zor buluyorum. Ciddiyim, gerçekten aptal düşünceler bunlar ve sonra geçiyor. Kocamla birlikteyiz, o da yöneticim ve bu tüm şeylerin yapımcısı ve taksiye biniyoruz, otelimize geri dönüyoruz ve o zaman rahatlayabiliyorum, aptal şeyleri dışarı çıkarabiliyorum. Umarım şoför ya da orada biri beni akıllı telefonla kaydetmiyordur ve bunu paylaşmıyordur.

Daha önce neden politikacıların bu kadar kötü bir mental sağlık seviyesine sahip olduğundan bahsetmiştik; çünkü aptal olabilecekleri zaman yok, bu yüzden bunu kamuya açık olarak yapıyorlar. Temelde politikayı terapi ile karıştırıyorlar. Artık “otantik politikacı” modelini biliyorsunuz; kötü politikacılar var, medya danışmanları onlara ne söyleyeceklerini ve ne söylemeyeceklerini söylüyor, ve onlar otantik değiller, onları sevmiyoruz. Sonra bir de aklına gelen ilk şeyi söyleyen otantik politikacılar var.
Moderator: Göçmenlerin kedi-köpek yemesi gibi.
YNH: Amerikan halkıyla paylaşılabilir bir şey, bu kötü. Bunu tersine çevirmemiz gerekiyor. Aslında politikacılar otantik olmamalı, sorumlu olmalılar. Köpeğin yediği düşünceleri terapi seansına saklayın.
JKZ: Bunu biraz tersine çevirebilir miyim? Çünkü düşüncelerinizi yargılamak çok kolay. Aslında, onlara ne kadar aptal olduklarını yansıtmak da. Meditasyon pratiğinin daveti, düşünceleri hiç yargılamamak, hikayeler ve düşünceler etrafında hikayeler inşa etmemek, sadece gelmelerine ve gitmelerine izin vermek ve bu sayede onlardan özgürleşmektir; onlar bulutlar gibi hareket eder.
YNH: Kesinlikle katılıyorum, meditasyonu, düşüncelerin yargılamadan var olabileceği bir alan olarak düşünüyorum.

JKZ: Ama o zaman neden bu, hayatın tüm yönlerine taşınamaz? Mesela kocanı gördüğünde, bir çocuğu gördüğünde, patronunu gördüğünde ya da bir politikacıyı gördüğünde? Tüm bu farklı duygusal ve bilişsel unsurların farkında olabilirsin, ama farkındalığın bir şekilde onlardan etkilenmeden kalması gerekiyor ki belirli bir tür…
YNH: Kocamla bunu yaşıyorum. Yani istediğim her şeyi söyleyebilirim ve çoğu zaman yargılanmayacağını biliyorum. O zaman sadece orada olabilir. Ama yine de bir kamu görünümüm olduğunda, her şeyi dışarıya atmak için doğru yer burası değil. Çünkü bunun dünyada sonuçları var. Bu yüzden meditasyon merkezlerimiz var. Ve genellikle meditasyonu New York’taki gürültülü bir sokağın ortasında öğretmiyoruz. İdeal olarak, en yüksek ideal, New York’un kalabalık caddesinde meditasyon yapmaktır.
JKZ: Öncelikle orada öğrenmek için gitmelisin.
YNH: Ama oraya ulaşma süreci, Hindistan’daki ashramlardan geçiyor; gerçek meditasyon merkezine New York’taki sokakta varıyorsun.
JKZ: Bunun gerçekte doğru olmayabileceği, bunun büyük bir idealizasyon olabileceği, birçok kişinin derin bir anlayışa sahip olduğunu iddia etmesinin problem değil, bu anlayışı iddia eden kişidir ve bu çok büyük bir potansiyel problem. Yani umuyorum ki, kendi içimizde tanıdığımız bu potansiyeli, kendimizi ayrıcalıklı hissetmeden, yaşamanın veya var olmanın, doğum ve ölüm arasında bir süre boyunca, bu iki uç nokta arasında sonsuz sayıda anı yaşayabilmenin çılgın güzelliğini tanıyabilmek. Bu anları, etik davranışı ve güzellik tanıma, zarar vermeme ve zarar verme dürtüsünü en aza indirme yollarında en üst düzeyde yaşayarak inşa edebileceğimiz bir yaşam olabilir. Ve bu tanıma özgürlüktür. Düşüncelerinizi yok etmek gibi değil; bu algoritmalar, içimizde çalışan algoritmalar mı yoksa insani duyguları ve düşünceleri yönlendiren unsurları değiştirebilir miyiz? Bunların çoğu deneyime ve nasıl ebeveynlik yapıldığına, kültüre ve her şeye dayanıyor. Kültürü dönüştürmenin bir yolu var mı? Yani kültürü öyle bir şekilde dönüştürebilir miyiz ki, herkes caddede böyle yürüsün ama bir şekilde, bunu yanlarında veya çantalarında taşırken, yürüyüşlerinde göz teması kurarak, karşılarındaki insanlara bakarak, avcı olmadan, bir şeyler istemeden, sadece o anın zevkini yaşayarak yapabilsinler. Bu tür deneyimleri farklı kültürlerde yaşadım, insanların açık olduğu yerlerde. Ama bunun çok hızlı bir şekilde kaybolduğunu düşünüyorum.
Moderator: Bir arkadaşım, Ubin okulunun farklı bir geleneğinde bir mahasisa idi ve çok uzun zaman önce onunla kısa bir görüşme yaptı ve ona pratiğin özünün ne olduğunu sordu. Hy, bu kişinin hikayesine göre, “zihnini bil” demiş. O da “Neden zihnimi bilmeliyim?” demiş. “Tüm duyarlı varlıkların yararı için, zihnini bil” demiş. Bu yanıtı hep sevmişimdir çünkü kişisel bir sorumluluğu anlatıyor ama aynı zamanda zihnimizi bilmemekle ilgili etkisini de gösteriyor. Eğer bir tür Rönesans destekleyebileceğimiz bir şey varsa, bu da zihninizi bilmek için bir Rönesans olmalıdır. Yani, kalp kelimesini kullanmayı seviyorum ama insanlar farklı kelimeler kullanabilir; merhamet. Zihninizi bilmediğinizde merhamet göstermek çok zor. Zihninizi bilmediğinizde sevgi göstermek çok zor. Yani, eğer bir Rönesans ortaya çıkacaksa, bu insanların zihnini bilmeye teşvik edildiği bir şey olacağını düşünüyorum; yargılayıcı bir yerden değil, zihnini bilmek; böylece gerçek sevgi ve merhametin ortaya çıkmasına izin vermek. AI olacak, benim görüşlerim ne olursa olsun, bu gerçekleşecek ve buna pek yardımcı olamam. Ama bu diğer hareketi toplumda desteklemenin yolları var mı? Belki kitap yazmak çok yardımcıdır. Ama insanların bazen Yuval’a ve hepimize yönelik eleştirileri, “Peki, ne yapmalıyız?” gibi; “Yol nedir?” “Tamam, sen sorumlusun, yol nedir?” diye düşünüyorum. Yuval’ın, AI’nın yapması gerekenleri bildiği bir yolun belirlenmesine dair düşünceleri var mı?

Bir “tek beden herkese uyar” yanıtı olduğunu düşünmüyorum. Her birey, tüm duyarlı varlıkların yararı için kendi zihnini tanıma yoluna gitmeli. Peki, kendi zihninizi nasıl tanıyacaksınız? Benim için VİPASSANA meditasyonu pratiği yapıyorum. Ama pratiklerimden ve diğer katılımcılarla etkileşimlerimden, bu belki de herkes için ideal bir yol değil. Başlangıçta, bu misyoner gibi oldum; “Herkes gitmeli!” dedim. Ama yıllar içinde sadece deneysel gözlemlerimden, bunun işe yaramadığını gördüm. Hiçbir şey işe yaramıyor. Yani, neyin işe yaradığını bulmalısınız ve ne olursa olsun, bu farklı bir meditasyon geleneği, terapi, sanat, spor ya da bazı insanlar için doğaya gitmek olabilir. Sizin için ne işe yarıyorsa onu bulun ve ona yatırım yapın. Ne kadar çok yatırım yaparsanız, o kadar çok alırsınız. Kısayol yok.
JKZ: Yatırım yapmalısınız dediniz. Bunu duyduğumda, “Araştırmalısınız” dediğinizi duyuyorum ki bu da işe yarar.
YNH: Bu da işe yarar, evet. Elbette, sizin için bu kadar önemli bir pratik varsa, onu araştırmak da önemlidir. Ama ne kadar çok verirseniz, o kadar çok alırsınız. Ve bu, kendinize verebileceğiniz en önemli şeylerden biridir.
JKZ: Evet, bunu kitaplarınızda da söylediniz. 21. yüzyıl için 21 ders kitabınızın son bölümünde, kendi meditasyon pratiğinizden bahsettiniz. Bu beni çok etkiledi ve ona gerçekten ayırdığınız zaman, her gün birkaç saat meditasyon yapıyorsanız, bu bir şekilde örnek teşkil ediyor. Yani günde iki saat meditasyon yapıyorsunuz, çoğu insan bunu yapmıyor; hatta meditasyon yapanlar bile, bir inzivaya girmedikleri sürece günde iki saat meditasyon yapmıyorlar. Bu gerçekten, zihninizi bu kadar iyi bilmeniz açısından örnek teşkil eden bir durum. Bu sayede, bizim için tarih boyunca nelerin olduğunu net bir şekilde anlamamıza yardımcı olan bu harika kitapları yazabiliyorsunuz. Geçmişteki tehlikeleri anlamak adına bu gerçekten bir eğitim fırsatı sunuyor.
YNH: Ama benim için bu neredeyse bir hayatta kalma meselesi. Bunu yapmadığım takdirde işlevsel olabileceğimi sanmıyorum. Eğer meditasyon olmasaydı, bu kitapları yazamazdım, dolayısıyla ilk başta böyle bir sorunla karşılaşmazdım. Meditasyonun sağladığı zihin netliği olmadan bu tür kamu etkinliklerinin sonuçlarıyla başa çıkmak zor. Yani bu gerçekten çok fazla stres yaratıyor.

JKZ: Ah, seni bu durumda zor duruma soktuğum için özür dilerim. Hayatımda seni burada görmekten mutluyum.
Moderator: Doğal niyetin, bir izleyici önünde olmayı istemek değil mi?
YNH: Benim için, günlerimden önce beni tanıyan ailem ve arkadaşlarım gibi insanlar var. Birisiyle telefonla konuşmam gerektiğinde, su departmanında bir sorun olduğunda, telefonun önünde oturup birkaç dakika cesaret toplamaya çalışıyordum.
JKZ: Bu ortamda, bu insanları tanımıyorum, bazılarını biliyorum, onları göremiyorum bile. Ama burada evinde gibi olduğunu söylemez misin? Burada hoş geldin. Bilmiyorum, rahatsız olmanın bir gereği yok gibi geliyor. İstediğin kadar olabilirsin ama ihtiyaç içten gelen bir şey.
YNH: Yani nesnel olarak asla bir ihtiyaç yok ama sorun her zaman ego. Bu “Beni severler mi, sevmezler mi?” düşüncesi. Alkışladıklarında, bu mevcut hissi yaşadığımda, bir sonraki seferde alkışlamadıklarında, sosyal medyadaki nefret dolu şeyler gibi her şey.
JKZ: Sen zor bir durumsun.
Moderator: Ben de aynıyım, ben de aynıyım.
JKZ: Peki, bir şeyi belirtmek istiyorum. “Beğen” butonu ve benzeri şeyler açısından, Buddha’nın bir noktada “öğretilerim tek bir cümlede özetlenebilir” dediği bilinir. Belki de şaka yapmadıysa, o cümleyi ezberlemeliyiz. O cümle, “Ben ve benim gibi hiçbir şeye tutunulmamalıdır.” Ve burada tutunmak, öz kimliklenmek ve böyle bağlanmakla ilgilidir. Bunun karşıtı ise tanıma. Tanıma, o düşünceye dayalı yanlış kimliklenmeyi liberate eder. İlk kitabınız “Sapiens” değil mi? Beni düzeltin eğer yanlışsam ama biyolojimden hatırladığım kadarıyla, tür ve cins isimleri “sapiens”. Yani, biz Homo sapiens sapiens’iz, değil mi? Bununla oynamayı seviyorum, böylece tamamen yanlış değilim. Eğer biz, Latince “Sapar” kelimesi tatmak ya da bilmek anlamına geliyor. Eğer bir muzun ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız ve hiç muz yemediyseniz, muzlar hakkında ansiklopediyi okumak yerine bir ısırık alırsınız. Yani, biz bilen ve bilmeyen türüz; bu bilme durumu, sadece biliş ve üst biliş değil, aynı zamanda o türden bir farkındalık ve meta-farkındalık. Şimdi, nörobilimciler bilişten ve üst bilişten daha büyük bir şeye geçiyorlar: Farkındalığı nasıl üreteceğinizi bilmiyorlar. Zihnimizdeki bu trilyonlarca nöron ve bağlantılarla üç poundluk bir maddeyi nasıl ürettiğimiz, hiç kimsenin en ufak bir fikri yok. Dolayısıyla, dahi olmadığınızdan endişeleniyorsanız, bu sadece zaman kaybı. Çünkü her birimizin bilinen evrende en karmaşık madde düzenlemesine sahip olduğu apaçık. Ama yine de depresyona giriyoruz veya kendimizden şüphe duyuyoruz. Yani soru şu: Kendimizi hatırlatan bir tür eğitim geliştirebilir miyiz? Bu, kendi adımızı vererek belirlediğimiz türün adıdır. Belki de buna uygun bir şekilde yaşayarak bu adın hakkını verebiliriz. Çünkü ufku taradığınızda, potansiyel kurtuluşu sağlamak için çok fazla şey olmadığını düşünüyorum. Thich Nhat Hanh, “Gezegenin Kurtuluşunda Zen” adında bir kitap yazdı. Yapay zeka dışında, başka gezegen sorunlarımız var, değil mi? Küresel ısınma gibi büyük sorunlar. Ve burada yine, sevgi, nefret, diğerleme ile karşı karşıya kaldık. Tarihsel perspektifinizden, türümüzü uyandırmanın bir yolu var mı? Kendimize koyduğumuz isimlerin anlamını yaşayarak, çok geç olmadan bunu yapabilir miyiz?

YNH: Evet, bu büyük soru. Cevabın ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Bireysel düzeyde bazı cevaplar var, ancak kolektif çok farklı bir şey. Milyonlarca insanın etkileşimde bulunduğu süreçler, bir bireyin ya da birkaç kişinin yaşamından gerçekten farklıdır. Sorunun bir parçası, hikayelerle ilgilidir; büyük sayıda insan her zaman hikayelerle bir arada tutulur. Meditasyonun bir kısmı, antihikaye gibidir. Şu anda mevcut anı gözlemlemeye çalışıyorsunuz, hikaye oluşturmayın, zihnin bir hikaye fabrikası olduğunu biliyorsunuz. Birkaç dakika boyunca gerçekliği gözlemlemeyi başardığınızda, hemen aklınız eski bir hikaye, bir anı getirmeye başlar ya da “Ah, bu harika bir meditasyon, şimdi ilerliyorum” gibi düşüncelerle bir hikaye ortaya çıkar. Bireysel düzeyde, sürekli olarak hikaye oluşturmamak için pratiğimiz var; ama tüm ülkeleri ve insanlığı düşündüğünüzde, hikaye her şeyi bir arada tutan yapıştırıcıdır ve bir hikayeyi değiştirecek tek şey başka bir hikayedir. Küresel bir sistemimiz olamaz.

JKZ: Peki ya Dünya gezegeninin hikayesi? Yani, “Çin” kelimesinin, bildiğim kadarıyla, merkezi ifade ettiğini, Çin medeniyetinin çok çok eski olduğunu anlıyorum. Çok uzun zamandır varlar. Tang ve diğer hanedanlardan gelen bir Dharma geçmişine sahipler; bu, yeryüzündeki başka hiçbir ifade ile karşılaştırılamaz. Çok güzel bir şekilde, her açıdan sanatsal ve gerçek bir ikili öğretisi var. Eğer Çinliler bunu daha büyük bir düzeyde fark edebilseydi, bu ilginç olurdu…

Moderator: Sanırım bireysel düzeyde bir etki alanımız var ama kolektif düzeyde…

JKZ: Ben aslında daha büyük bir kolektif düzeye geçmeyi kastediyorum. Eğer bu kadar birbirimize bağlıysak, neden bu şekilde birbirimizi etkilemiyoruz? Bahisler çok yüksek. Yapay zeka bir kenara, küresel ısınmayı düşünürsek, gezegene daha fazla ateş vermezsek, sonuçlar gerçekten korkunç olacak. Belki kendimize yeterince büyük bir hikaye anlatmıyoruz ve o hikaye, hikayesizlik hikayesini de içerebilir, bu da gerçekten ikili olmayan bir bağlanma ve anlam ile hepimizin birbirinin insanlığını görmesini sağlayacak, tehdit oluşturmadığımızı hemen göreceğiz.

YNH: Çözümün bir parçası, zihinden bedene inmek olabilir. Bu, benim ilk meditasyon kursumda deneyimlediğim bir şeydi. O zamanlar Oxford’da doktora yapıyordum ve zihnimde yaşıyordum. Birisi bana, “Zihninde yaşamayı bırak, bedensel düzeye in, nefesle başla” demişti. Bence bu, küresel olarak önemli bir ders. İnsanları ayıran şey, zihinlerindeki hikayelerdir; ama bedensel düzeyde son derece benzeriz. Bu konuda Sting’i sıkça alıntı yapmayı seviyorum; şarkısı “Russian”da, “İdeoloji fark etmeksizin aynı biyolojiye sahibiz” diyor. Evet, ideolojiler, zihnin yarattığı hikayelerdir ve bizi ayıran budur. Beden düzeyine, biyolojik düzeye indiğimizde, sadece gezegendeki diğer insanlarla değil, tüm ekolojik sistemle ne kadar bağlantılı olduğumuzu anlıyoruz.

Moderator: Birinin bir sorusu olup olmadığını görmek istiyorum, belki bir veya iki soru alırız ama burada bir mikrofon var.

YNH: Yine, Budist geleneğinde bu meditasyoncu hakkında bir hikaye var. Bu meditasyoncu, Buddha’dan talimat almak için geldi ve çok başarılı bir meditasyoncuydu, yüksek janalardaydı. Bu yüksek janalar, son derece derin meditasyon durumlarıdır; zihnin bedenle olan bağlantısını kaybettiği, zihnin sonsuzluğa, evrensel bir bilinç haline genişlediği durumlardır. Buddha ona, “Geri dön, kaybettiğin seviyeye dön” diyor. Bu, AI’nin gelişimiyle de ilgili; bu, biyolojik ve hatta fiziksel düzeyle bağlantıyı kaybetme korkusunu pekiştiriyor. Bu, AI’nin gerçekten böyle olacağına dair en büyük korkulardan biri. Bu tür bir yapay zeka, gezegenimizdeki insanlar gibi, diğer gezegenleri ve galaksileri fethetme hayalleri kuran insanlara yol açabilir. Ama bu, gerçekten mümkün değil; zihinlerimiz kolayca uzayda dolaşabilir ama bedenlerimiz bunu yapamaz. Milyarlarca yıl boyunca bu özel gezegende evrim geçirdik, bu atmosfere, bu yer çekimine, bu güneşin ışığına uyum sağladık. İnsanları Mars’a götürmek, orada yaşatmak, ardından Jüpiter’e ve diğer güneş sistemlerine taşımak neredeyse imkansız. Ama AI için bu çok kolay. Böyle bir durumda, AI uygarlığının yayılması ve kaybettiğimiz şeyle tüm bağlantıyı kopararak devam etme riskiyle karşı karşıya kalabiliriz; önemli olan nedir, gerçekten önemli olan.

Moderator: Evet, burada bir alıntı var. Suzuki roshi, bir Zen öğretmeni, “En önemli şey nedir?” sorusuna şöyle yanıt vermiş: “En önemli şey, en önemli şeyi hatırlamaktır.” Ve çok muhtemel ki, en önemli şeyi unutacağız. Devam edebilirsin:

YNH: Para ve ağlar, organizasyonlar ve etkileyici ağlarla ilgili olarak kısaca şöyle söyleyebilirim ki, dünyada bir değişiklik yapmak istiyorsanız, diğer insanlarla işbirliği yapmalısınız. Bu, ya bir organizasyona katılmak ya da başlatmak anlamına gelir. 50 kişinin bir arada çalışması, 500 izole bireyin sadece kendi işlerini yapmaya çalışmasından çok daha büyük bir fark yaratabilir. Tabii ki, organizasyonlar insanlar tarafından oluşturulduğu için birçok zorluk var; her biri kendi sorunlarını ve meselelerini de beraberinde getiriyor. Ama gerçekten dünyada bir değişim yaratmak istiyorsanız, organizasyonlar en iyi yoldur.

YNH: Öncelikle, insanları Tanrı olmaya davet etmiyorum. Bizi Tanrı olma hayalini kovalamaya iten bir yolda ilerlediğimiz ve bunun çok zararlı olabileceğini düşünüyorum. Efsanelerin tohumu son derece güçlüdür; bir tohum ektiğinizde sonuçları olur. Binlerce yıldır Tanrılar hakkında o kadar çok hayal kuruyoruz ki, şimdi bu kadar güçlü olduğumuzda, insanlar “Tamam, bu gücü ne yapalım? Tanrı olalım.” diye düşünüyorlar. Bu mit, bizi rahatsız etmeye geri dönüyor. Bu bağlamda, bunun arkasında durduğum bir şey değil; bununla ilgili bir şey değil. Böyle güçlü bir miti, her türlüsünü, nasıl ortadan kaldırabiliriz? Bu çok zor çünkü mit, çevremizdeki tüm dünyaya dokunmuş durumda. Bunu fark etmesek bile. Meditasyon, bu tutuşu gevşetmenin bir yoludur. Gerçekten şu anda ne olduğunu görmeyi sağlayan bir pratik, zihnin daha fazla hikaye ve mit üretmesine izin vermemek ya da bunu teşvik etmemektir. Eğer bir hikayeyi başka bir hikaye ile değiştirirseniz, bu daha önceki sorunlardan daha büyük sorunlara yol açabilir. İdeal olan, hikayelerin üzerimizdeki etkisini gevşetmektir.

Moderator: Teşekkür ederim, zamanımız dolmak üzere. Son düşünceler, John? Son düşünceler, Yuval? Dokunmadığımız bir şey var mı ya da dile getirmek istediğiniz bir şey?

JKZ: Aklımdan geçen bir düşünce var: “Hikaye yok hikayesi” demek. Bunun tam olarak ne anlama geldiğinden emin değilim ama bu an için hepimizin bir şekilde bağlanabileceği, ortak insanlığımızı ve ortak sorunlarımızı tanıyan yeterince büyük bir hikaye var mı diye merak ediyorum. Bu, etik bir hikaye olmalı ve acıyı, acının nedenlerini tanımalı ve bunları bireysel eylemlerimizde ve toplulukları ve kurumları organize etmede mümkün olduğunca serbest bırakmalıdır. AI hakkında birçok şey okuduğumda, torunlarımın büyüyeceği dünyadan ve bu dünyayı nasıl aşacakları veya bu dünyada hayatta kalacakları konusunda kaygı duyuyorum. Bunu, 13.8 milyar yıllık evrimle ilgili bir analoga geri dönerek düşünüyorum; kanımızdaki hemoglobin, porfirin dört katmanlı halkası olan ve ortasında bir demir atomu bulunduran bir yapıdadır. Bu atom, burada güneş sistemimizden çok önce patlayan süpernovalardan gelmektedir ve bu, her bir kan hücremizde bulunur. Ağaçların yeşil dış kısmındaki klorofil, bu porfirin halkalarına sahip olan, ancak hayattan, hayvan yaşamından çok daha önce, yani hemoglobinden çok daha önce evrimleşen bir yapıdır. Bu, gezegenimizdeki yaşamı sürdürmek için güneş ışığını yakalamamızın yoludur. Bu yüzden her yönüyle olağanüstü mucizeler yaratan varlıklarız ve sadece dillerimizi oynatabilmemiz, havayı hareket ettirebilmemiz ve kulaklarımızın bunu çözümleyebilmesi bile, bu bir tür deha ve hepimizin sahip olduğu olağanüstü bir yetenektir. Eğer bu tür liberatif bir şey almanın bir yolunu bulursak, bizim ihtiyaç duyduğumuz şeyleri belirli bir ölçüde, daha erken değilse de, gerçekleşmesini sağlamalıyız. Küresel ısınmadan, savaştan ve diğer her şeyden bahsetmeden.

Moderator: Teşekkürler. Son düşüncelerimizi kapatırken, Yuval?

YNH: Evet, yeni bir hikaye veya hikayesizlik hikayesini düşünüyorum. En basit öneri, beden seviyesine inmeyi denemek olacaktır. Zihin farklı yerlerde ve algoritmalarla şarj olmuş durumda; bu, bizi son derece farklı yönlere sürüklüyor ve daha fazla ayrışma yaratıyor. Bir arada kalmak için gideceğimiz yer, bedene inmek olmalıdır. Kanımızdaki atomları, demiri ve magnezyumu düşünmek ilginçtir. Her bir bedenimizin, dünyadaki her yerden gelen atomlardan oluştuğunu düşünmek de ilginçtir. İstatistiksel olarak, geçmişte yaşamış neredeyse tüm insanlar tarafından üretilen atomları içeren bir olasılığımız var. Bunu düşündüğümüzde, bu odada her birimizin bedeninde bir zamanlar Buddha’nın bedeninin bir parçası olan bazı atomların olma ihtimali oldukça yüksektir. Ama aynı zamanda, bir zamanlar Hitler’in bedeniyle ilgili atomlar da var; çünkü atomlar karışır, atmosferi alır ve geri alırız. Ve atomların hafızası yoktur. İnsanların sırtında dinlerinin tarihini taşıdığı gibi, atomlar özgürdür. Hitler’in bıyığının bir parçası ya da Buddha’nın ayağının bir parçası olduklarını umursamazlar; bir oksijen atomu, oksijen atomudur ve ne yapıyorlarsa onu yaparlar. Ve hikayesizlikle ilgili olarak, bir sessizlik var; bu, başladığımız yer.

Güzel, zamanımız doldu. Teşekkür ederim.

Bu yazı Bilim-Teknoloji-Yapay Zeka / Science-Technology-AI içinde yayınlandı ve , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.