
Prof. Dr. Hanna Nita Scherler ile Dr. Tayfun Çalkavur‘un “Dirençlere Çomak Sokulmaz” üzerine gerçekleştirdiği Instagram sohbeti yazılı olarak değerli izinleri ile paylaşmak isterim.
Tayfun Çalkavur: Bu konuşma nasıl doğdu? Hocam dediniz ki insanlar terapi için geldiklerinde %90’I değişmek istiyor ve bunda da çok samimi. Fakat mevcut kaynaklarını farklı kullanmaya onları davet ettiğimde mutlaka bir bahane buluyorlar dediniz. Bahaneleri de direnç olarak tanımladınız ve meşhur başlığımızı ifade ettiniz: bahanelere/dirençlere çomak sokulmaz. Dirençler aynı zamanda değişim sürecinin bir parçasıdır. Direnç aslında bir davet ama bizim duymadığımız bir davet.
Ben bu yıl içinde 3 defa zatüre oldum, bu hafta da zatüre oldum, hala duymuyorum. Nedir direnç? Yaşamımızı nerede kolaylaştırır? Nerede zorlaştırır? Söz sizin.
Prof.Dr. Nita Scherler: Bu kadar çok soruyu ardarda sıralayınca neredeyse direnç gösteresim geldi. Öncelikle çok teşekkür ederim, seninle sohbet her zaman çok güzel. Bu sohbeti bizi dinleyecek olan kişilerin nezdinde yapmak ayrı güzel.
Bütün söyleyeceklerim benim kendimi konumlandırdığım felsefi zeminden beslenerek gelecek, önce onu söyleyeyim. benim kendimi konumlandırdığım felsefi Zemin de hümanistik ve varoluşçuluk ve özellikle Fritz Perls’in geliştirdiği Gestalt yaklaşımı zemininden konuşuyor olacağım. Gestalt yaklaşımındaki en belirgin kavram “temas”tır. Neyle temas ederiz? An’da beliren ihtiyacımızla temas ederiz.
Örnek: şu anda 18:00’de canlı yayına başlayacağınızı duyurduğunuz için birçok kişi bu canlı yayını dinlemek istemiş, kendine bunu ihtiyaç belirlemiş ve o doğrultuda yayına bağlanmışlar. Dolayısı ile andaki ihtiyaçları ile temas etmişler. Umarım onları doyuracak, tatmin edecek bir içerikle karşı karşıya kalırlar.
Diyelim ki tuvaletimiz geldi, gidip tuvaletimizi yaptığımızda ihtiyacımızla temas ediyoruz. An’da beliren ihtiyaç fiziksel bir ihtiyaç olabilir, açlık gibi, uyku gibi, tuvalet ihtiyacı gibi ; duygusal bir ihtiyaç olabilir, öfkeyi ifade etmek, sevinci ifade etmek, korkuyu ifade etmek gibi; zihinsel bir ihtiyaç olabilir, bilgi edinmek, merak gidermek, açıklama yapmak, soru sormak gibi, ya da tinsel alanda bir ihtiyaç olabilir, namaz kılmak, dua etmek, meditasyon yapmak, güzel bir manzara izlemek gibi. Velhasıl temas bu bakış açısında en temel kavram. Temas, andaki ihtiyaçla olur.
Şimdi bu kadar uzun girişi dirençle ilişkilendireyim. Direnç andaki ihtiyaçla tems etmemek! Anda beliren ihtiyacın tatmin edilmesini engelleyen , duygusal, zihinsen ve davranışsal mekanizmalardır.
Örnek verelim: Küçük çocuklar “bu ne,bu neden” diye sorarlar ya, diyelim ki küçük bir çocuk bu soruları sordu, annesi cevaplarsa sorun yok. Annesi çoğunlukla “sus, öf, çok soru soruyorsun” dediğini varsayalım, ya da çocuğun soru sormasını duymasına ragmen cevaplamıyor, duymazdan geliyor. Çocuk, annenin kabulünü, sevgisini kaybetmeyi göze alamayacağından duruma “yaratıcı bir uyum” gösterir. “yaratıcı” diyorum, altını çizerek. Ne yapar? Merak etmekten vazgeçer,” demek ki merak etmek annemle ilişkimde iyi birşey değil” der. Bunu çok çabuk öğrenir ve içselleştirir. Aradan yıllar geçer, bu adam yetişkin olmuş, üniversiteye gitmiş okumuş, güzel bir iş sahibi olmuştur. Yeni bir işe girmiştir. İşe yebni girdiği için tabii ki bazı şeylerin nasıl yapıldığını etrafa sorarak öğrenmesi gerekir. Çok sorası vardır aslında ama sormaz. Kendini sormaktan alıkoyar hatta bunu yaptığının farkında bile değildir. Farkında olduğu şudur: kimseyi meşgul etmemeliyim. Herkes çok meşgul, benimle uğraşacak zamanları yok. Veya, bilmediğimi açık etmemem lazım, yeni girdim ay bu da birşey bilmiyor demesinler. Ya da diyelim ki sordum, yardım etmedikleri durumda kendimi onlar tarafından reddedilmiş konumda bulmayayım, bunun farkındadır ve bundan dolayı sormaz. Ama sormama davranışı orada ve o zaman yıllar önce annesi ile ilişkide öğrenip içselleştirdiği duygusal davranış kalıplarından dolayı olduğunu bilmez. Farkında değildir.
Tayfun Çalkavur: Suç mahali dediğiniz noktaya geliyoruz değil mi?
Evet. Yani bu örnekte kişinin anda beliren ihtiyacı soru sormak, öğrenmek. Ama davranışı anda beliren ihtiyacına hizmet etmemektedir. Davranışı, yıllar önce annesi ile olan ilişkide annesinin sevgisini, onayını kaybetmemek doğrultusunda olan ihtiyacını tatmine yöneliktir hala. Yani 30 sene önceki kurla işlem yapmaktadır hala. Halbuki kur arada çok değişmiştir, ancak o hala 30 sene önceki kurla işlem yapmaya çalışmaktadır. Yani direnci kısaca böyle tanımlayabilirim.
Şimdi bu “seçimsiz direnç”. Yani farkında olmadan, alışkanlık olarak, direnç gösterdiğimin bilincinde olmadan gösterdiğim bir direnç.
Seçimli direnç nasıl olur, ona örnek vereyim. Mesela şu an ben konuşuyorum, sizzler de beni dinliyorsunuz. Kimbilir evinizde aile bireyleriniz sizinle neler yapmak istiyorlardır, ama siz onların sizden talep ettiğini yapmayıp burada bu konuşmayı yapmayı seçmişsinizdir. Yani evde yapabileceğiniz birçok başka şeye direnç göstermektesinizdir. Yazın Kaş’ta gezerken su altındaki
Seçimli dirence başka bir örnek vereyim, yazın Kaş’ta gezerken su altındaki kaplumbağları ve balıkları seyretmeyi çok seviyorum. Su altına şnorkeller ile bakmıyorum, rahatsız oluyorum, sadece gözlüklerim ile bakıyorum. O anlarda bilinçli olarak burnumdan veya ağzımdan nefes almaya direnç gösteriyorum. O durumda direnç göstermek gayet sağlıklı oluyor.
Seçimli davranışlarda birşeyi seçince birçok başka şeyi seçmemiş oluyoruz. O seçmediklerimize direnç gösteriyoruz aslında. İşlevsel birşey yapıyoruz.
Direnç, işlevsel ya da değil, enerjinin farklı yöne kanalize olması anlamına gelir. Dirençlere saygı gösterilmeli, çomak sokulmamalı diyorum. Dirence çomak sokmak demek, o kişinin gösterdiği dirence daha çok sarılmasını, daha fazla direnç göstermesine sebebiyet verir. Yani yağmurda yürüyen bir insanın elindeki şemsiyeyi almaya çalışmak gibi birşey. Daha büyük daha elinden alamayacağımız bir şemsiye arayışına girer kişi. Dirençlere çomak sokmak yerine kişi neye ilişkin tehtid algılıyor ve bu algıladığı tehtide ilişkin kendisini ne yaparak korumaya çalışıyor? Eğer direnci ortaya kaldırmaya çalışmadan direnci anlamaya çalışırsak neyi tehtid olarak algıladığını ve kendisini nasıl koruduğunu anlamaya çalışırız. Hemen bir örnek vereyim, mesela terapi sürecinde göz teması kurmaktan kaçınan bir danışanım olduğunda gözlerime bak demem, “gözlerinizi gözlerimden kaçırdığınızı görüyorum, dilerseniz bilinçli olarak, seçmli olarak kaçırın” diyorum. “kaçırın, gözüme 5-10 dakika bakmayın ve bakmadığınızda ne deneyimlediğinizi kendinize sorun ve ondan sonra bakmaya çalışın ve baktığınızda ne deneyimlediğinizi kendinize sorun ve bakmadığınızda ve bakmaya çalıştığınızda ne deneyimlediğinizi benimle paylaşın.” Şimdi bu direnci anlamaya çalışmamın bir örneği. “neden bakmıyorsun, gözüme bak” değil, bakmadığını görüyorum, bakamadığını anlıyorum, bakmanın senin için tehtidkar olduğunu anlıyorum, seni destekliyorum, daha fazla bakmamanı istiyorum ki beraberce bunun ne anlama geldiğini keşfedelim.
Tayfun Çalkavur: İşlevsel ve işlevsel olmayan dirençten bahsettiniz, siz bunu fark ettiriyorsunuz, peki insan kendi yaşamında bunu nasıl fark eder?
Prof.Dr. Nita Scherler: Zorlanmalar her zaman hazinedir. Kişi ancak zorlandığında iç yolculuğuna davet edilmektedir. Durup dururken “ben acaba burada direnç gösteriyor muyum, göstermiyor muyum” diye sormamın bir alemi yok. Kişi ancak zorlanıyorsa orada bir direnç olduğunu anlayabilir. Zorlanma aslında mevcut savunma mekanizmalarının o tehtid algıladığım durum karşısında beni eskisi kadar korumadığı, savunmadığı anlamına gelir. Yani direnç ile aslında belirli savunma mekanizmalarını, belirli davranış kalıplarını kullanarak direniriz. Buradan devam edeyim, şimdi direnç organizmanın (varoluşun 4 boyutunda insan organizması) alanda sınır belirleme şeklidir. Temas sınırda oluşur, sınırı nasıl belirleyeceğim? Mesela en başta çok soru sordun, nerdeyse direnç göstereceğim dedim, sen algısı, kapsama alanı açık bir insansın, şimdi tek tek soru soruyorsun. Sınır belirlemenin örneği, seçimli birşey, şaka yaparak veya açık söyleyerek. Seçimli olunca temas sınırı belirliyoruz, amma seçimli olmadığı zaman orada ve o zaman geçmişte bana bakım verenlerle ilişkimde sınırımı çizmem o zaman nasıl gerekmişse onu öğrenmiş ve içselleştirmiş oluyorum, ve bir daha onu sorgulamadığım için, zorlanmalarımı bir davetiye olarak değerlendirmediysem, orda ve o zaman geçerli olan bir varoluş şeklini, davranış kalıbını bugün hayatımda hala geçerli kılmaya çalışıyorum ama zorlanıyorum.
Örnek vereyim, diyelim ki ben öyle bir ailede büyüdüm ki etrafı planlayan, çekip çeviren, organize eden hep ben olmak durumunda kaldım. O zaman için herşeyi control etmek, herşeye maydanoz olmak işlevsel olmuş olabilir. Diyelim evlendim, Rahat ve geniş bir adam. Tatile gideceğiz, diyorum ki “bak şimdiden her sabah nerde kahvaltı edeceğiz, öğlen nerde yiyeceğiz, akşam hangi restoranlarda yiyeceğiz şimdiden ayalayalım. Sonra belki yer kalmaz, yer ayarlayalım.”
Ya ben ne bileyim o gün yemek yemek ister miyim? Belki sandviçle geçiştirmek isteriz.
Olur mu?! Sen her zaman böyle yapıyorsun beni havada bırakıyorsun, ne yaşamak istediğimi bilmek istiyorum diyerek adamı sıkboğaz ediyorum. Şimdi nasıl bir temas sınırı oluşturuyorum? Herşey netlike ve belirginlik kazanacak.
Kocam nasıl bir temas sınırı oluşturuyor? Aaa sabah ola hayrola, bakalım. Hayat ne getirirse.
Temas sınırda gerçekleşir, ve sınırda ya aynı fikirde olurum diğeri ile bütünleşirim. Ya diğeri ile ayrı fikirde olurum, bir erk irade ortaya koyarım, ayrışırım.
Bu kadın kontrol etme davranışı ile sürekli erk, irade ortaya koymaya çalışıyor. Direncin işlevsel veya işlevsel olmadığını belirleyen göstergelerden bir tanesi de sınırda sürekli farklılaşıyorsam, sürekli erk koyan irade gösteren olmak istiyorsam veya sürekli ya olur fark etmez diyensem o zaman bu direncin işlevi yok. Makbul olan gösterdiğim seçimli direncin anda beliren ihtiyaç doğrultusunda bütünleşmekle farklılaşmak arasında kendimi konumlandırma esnekliğine sahip olabilmemle belirir. Direncin işlevsel olmaması şu demektir, ben uyaran ne olursa olsun erk göstermek istiyorum, ya da uyaran ne olursa olsun eyvallah diyorum, bütünleşmek istiyorum. O zaman bu direnç seçimsiz, otomatik ve işlevsel değil,
Tayfun Çalkavur: Burada en zorlanan konulardan bir tanesi ihtiyacı doğru tanımlamak diyebilir miyiz?
Prof.Dr. Nita Scherler: Doğru kelimesini değiştireyim, anda beliren ihtiyacın tanımlanması önemli. İnsanlar genellikle anda beliren ihtiyacı tanımlama iznini yeterince boşluğu sağlamadan otomatik bir anlam yüklüyorlar. O zaman davranış anda beliren ihtiyaca yönelik bir davranış olmuyor. Andaki ihtiyacı tatmine izin vermiyor.
Seçimli direncin işlevleri vardır? Nedir bunlar? Direnç gösterebiliyor olmam demek seçim yapabiliyorum demektir. Bunu yapmayıp bunu yapmayı seçiyorum demektir. Yaşamdaki gerginliğin kıvamını ayarlayabilmek demektir. Gerçekten algıladığım bir tehtid varsa kendimi bu tehtide karşı koruyailiyorum demektir.
Buna kendimden örnek vermek istiyorum, mesela ben her sabah spor yapmaya çok özen gösteriyorum, burada neye direnç gösteriyorum? Biraz daha yatmaya, biraz daha keyif yapmaya, bedenimi zorlamamaya seçimli bir direnç gösteriyorum. Bir yandan sağlıklı olmayı istiyorum, ama bir yandan da yapacak çok işim var. Spor yapmayı seçerek bu gerginliği dengeleyebiliyorum. Spor yaparak hem sağlıklı kalma ihtiyacımı gideriyorum hem de spor yaptıktan sonraki hissettiğim o enerjik halimle güne başlayacak motivasyonum artıyor ve işlerimi daha gönülden, daha sarılarak yapar oluyorum.
Bir de atıl olmak, algıladığım bir tehtid. Atıl kalmak, birşey yapmamak benim için bir tehtid. Ya da bana göre iyi beslenmemek, şeker yemek, hareket etmemek şuursuz bir davranış. İnsanın içinde hayat bulduğu bedenine karşı davranabileceği en şuursuz şekil. Spor yapmak algıladığım bu tehtide karşı beni koruyor. Seçimli direncin böyle faydaları var.
Seçimsiz olunca otomatik alışılmış bir davranış oluyor. Düşünmeden bir davranış oluyor. Mesela az önce verdiğim örnekteki işe yeni başlayan ve soru sormayan kişi, veya herşeyi control etmeye çalışan.
Her stresli olduğumda kendi zedelenebilirliği ile teması seçmek yerine zedelenebilirliliğini hissetmemek için etrafa çatanlar vardır. Veya herşeyi tek başına halletmesi gerektiğini düşünenler vardır.Ya da etrafta ne kadar desteğe ihtiyacı olan insan varsa onlara yardıma koşarak hayatını anlamlandıranlar vardır. Ya da bazı insanları kendisini taciz eden, mağdur eden kişi olarak ilan etmek. Tüm bunlar seçimsiz olarak, otomatik olarak kendimizi konumlandırma halimizdir. Bir temas sınırı belirliyoruz ya, bu şekillerde temas sınırı belirlemiş oluyoruz. Bunun işlevsel olmayan tarafı nedir? Çünkü hayat hiçbir zaman statik değildir, her zaman bir değişim, bir oluşum içersindedir. Bizler de doğanın bu bedendeki göstergeleri olmak sıfatıyla sürekli bir değişim, devinim içersinde olmak durumundayız. Eğer ben kendimle ve diğeriyle teması sürekli irade ortaya koyarak ya da sürekli irade ortaya koymayarak birşeylerle eyvallah ederek yaşıyorsam hayatı hep aynı tarzı seçtiğim için gelişmeye, olgunlaşmaya açık değilim. Ne oluyor? Ben konforlu alanımda kalmak istiyorum. Mutsuz bile olsam. İşlevsel olmayan dirençlerde kamp kurdum. Burada da çok sevdiğim bir cümle var: direnirken sarf ettiğim çaba, direnmezsek sarf edeceğimiz çabanın misli misli fazlasıdır. Tutunduğum her ne ise onu bıraksam, başıma gelmesine izin versem, o başıma geldiğinde sarf edeceğim çaba o başıma gelmesin diye sarf edeceğim çabadan o kadar daha az ki…
Tayfun Çalkavur: Fırsatlar ardı sıra onunla temas edesiniz diye gelir.
Prof.Dr. Nita Scherler: Burada biraz bağımlIlıklardan da söz etmek lazım. Tüm bağımlı davranışlar direnç kapsamı altında algılanabilirler. Mesela alkol bağımlılığı dersek, kişi ne zaman temas etmekten çekindiği bir uyaranla karşılaşsa “ben bununla baş edemem” diye bir anlam üretir otomatik olarak ve içkiye, sıgaraya, kumara, maddeye kaçar. Bağımlı olduğu araç ne ise alışık olduğu için, ne yaşayacağını bildiği için, temas etmekten çekindiği durumu yaşamaktansa bunu yaşamayı tercih eder. Kendi kuyruğunu kovalayan kedi misali içinden çıkılmaz bir hal alır. Temasın niteliği ne demektir? Her zaman birşeyler ile temas halindeyiz, temassız olduğumuz bir anı tanımlayamayız. Hiç konuşmuyor olsak ta temas içindeyiz. Dolayısıyla temasın nitelii, o temas andaki ihtiyacıma cevap veriyorsa işlevsel, eğer andaki ihtiyacıma cevap vermiyorsa işlevsel değil. Orada tekrarlanan bir direnci kullanıyorum demektir.
Tayfun Çalkavur: Esas ihtiyacımla temas etmeyince başka şeylerle temas ediyoruz. Buradaki dirençlerle ikame tatminler arasındaki ilişki nedir?
Prof.Dr. Nita Scherler: Bir örnekle anlatayım. Diyelim ki çok düzgün bir ailede yetiştim, herkes verdiği sözü tutar, insanlara saygı gösterir, şevkatli davranır diyelim. Diyelim ki küçük çocuklara özel ders veriyorum, ailelerle anlaşıyorum, bir dönem için 12 ders alacak çocuğunuz diyorum, program ona göre ayarlıyorum, anlatıyorum, yazılı da iletiyorum ama ondan sonra ya biz bugün tatile gitmiştik vs diyorlar dersi ödemiyorlar. Bu kadın böyle bir ailede yetişmemiş, bu sözkonusu değil, Kabul edemiyor ve sinirleniyor, insanları değiştirebileceğini düşünüyor. Değiştirebileceğini düşünmek ikame tatmin, olması gereken ne? böyle insanlar da olacak, düzgün ödeyen insanlar da olacak. İstisnalar olacaktır, Kabul etmek gerekir, onu kabul etmeye direnç gösteriyorsam , 3-5 kişi ödemeyiversin deyip rahat etsem çok daha az yorulucam, çok daha az sinirleneceğim, ama ısrarla düzeltmeye çalışıyorum. Bu bir ikame tatmin, Kabul etmem lazım.
Başka bir örnek vereyim. Hayatında herşeyi zorlukla elde etmiş bir insan düşünelim. Adeta tırnaklarıya kazımış bir yere gelmiştir. Ama hala içinde yok bu gerçek olamaz, benim mutlaka zorlanmam lazım inancı olduğu için, uyaranları gerçekte öyle olmamalarına ragmen zorlayıcı algılamaya eğilimlidir. Şimdi bu da ikame tatmin. İkame tatminler aslında bir tür dirençtir diyebiliriz.
Tayfun Çalkavur: Duyumsama ile farkındalık arasındaki süreyi uzatmak, burada da iyi akmayan, andaki ihtiyacı karşılamayan birşey olduğu zaman o olaya tepki vermek yerine ona teşekkür edip, oradan ayrıştırıp içe dönerek, sezgi ve farkındalık sürecini yavaşlatmak etkili olur mu?
Prof.Dr. Nita Scherler: Kısaca cevaplayayım. Dirençlerin ihtiyacımıza cevap veren tutum içersinde olmamızı engellemeleri dolayısı ile zorlanırız. Zorlandığımızda dirence çomak sokmamak anlamına da geliyor, gerçekten durup, frene basıp, ben şimdi ne yaşıyorum sorusunu sormasında fayda var. Gestalt yaklaşımında ben şimdi ne yaşıyorum sorusunun cevabı varoluşunu 4 boyutundaki deneyimini kendisine tanımlamasıdır. Bedenimde ne duyumsuyorum? Hangi kaslarım kasık? Nefesim nasıl? Bedenimde ağrı, sızı, karıncalanma, ısınma, tutulma, psikosomatik şikayetim var mı? gibi andaki deneyimini tanımlayacak. Buna nasıl duygular eşlik ediyor? Öfkeli miyim? korkuyor muyum? Kıskanıyor muyum? nasıl düşüncelerle eşlik ediyorum? Nasıl düşünceler kurguluyorum? Insanlar bana karşı mı diyorum? Insanlar bana acıyor mu diyorum? Bu çok zor mu diyorum? Bu çok kolay mı diyorum? Nasıl düşünceler üretiyorum. Bunların tanımlanmasıdır aslında. Fertile Void. Deneyimime hemencecik bir anlam yükleyip o yüklediğim anlamın muhtemelen direncinin bir göstergesi olmasına fırsat vermeden uyarıldığım anda hemencecik anlam yüklemeden ben burada ne yaşıyorum sorusunu sorarak direncini tekrardan ortaya koyma olasılığını azaltabilir. Bu konu başlı başına bir konu.
Tayfun Çalkavur: Bilinmeyene tahammül etmekle direnç arasındaki bağ nedir?
Prof.Dr. Nita Scherler: Birebir bir örüntü var. Genelde insanlar bilmek ister, öngörmek ister, planlayabilmek, organize etmek, kendisini hazırlayabilmek ister. Ama ne kadar bunu istesek te hiçbir şeyi önceden bilemeyiz, tahmin edemeyiz. Bilinmezlik aslında birçok insan için bir tehtid unsurudur. Bununla karşılaşmamak için çeşitli savunmalar geliştirilebilir. Kontrol etmek, anlatmak, sormak, temkinli davranmak, önlem almak…hepsini yapabiliriz ama yine de belirsizlikle karşılaşabiliriz.
Tayfun Çalkavur: Sosyal yazılımla olan bağı nedir?
Prof.Dr. Nita Scherler: Doğduğumuzda belli bir varoluş alanıyla doğuyoruz, ben bunu 88 tuşlu piyano klavyesi metaforu olarak anlatıyorum. Ancak bakım verenlerimiz ile ilişki içersinde yavaş yavaş egomuz şekilleniyor. Egp her zaman bu 88 tuşun 30-35ini kapsıyor, geriye kalanlar zeminimde var, ama farkında değilim. Ego, anlattığım haliyle zeminime hizmet etmiyor. Görünmez iplerle topluma bağlı olduğumuzu düşünelim, bize bakım verenlerin öğrenip içselleştirdiğim değer yargılarına hizmet ediyor. Sosyal yazılıma hizmet ediyor. Gel zaman git zaman gelişiyorum, büyüyorum, artık yapmak istediklerim, düşüncelerim, duygularım ortaya koymak istediğim bu egoya sığmıyor, zorlanma dediğim şey o zaman gerçekleşiyor. Zorlanıyorum. Zorlanmak demek, bu görünmeyen iplerle idare edilen ego artık bu görülmeyen iplerle idare edildiği yere hizmet etmek istemiyor. Ken Wilber onu çok güzel anlatır. Bu ego aslında ait olduğu organizmanın içine ölüp kapsanıp tekrardan yapılandırılmayı istiyor. Direnci buraya bağlayacağım. Zorlandığım anda müthiş bir direnç yaşamaya başlarım, egomun hizmet ettiği sosyal yazılım can hıraç tepinmeye başlar : “sakın ha, sakın!” Diye, özüm ise kibar kibar bekler. Öüüm, dingin yaz başlarında sabah 6’da deniz dingin, çarşaf germiş gibi olur, gel yapar insana. Öbür taraftan bir sürü insan “deli misin, sabahın 6’sında kalkıyorsun, manyak mısın, kendine ne eziyet ediyorsun vs” buradan çekmeye başlarlar, öz ise sükünet içinde bekler. İşte fertile void burada çok önemlidir. Burada boşluk bırakırsa kişi can hıraç tepinenleri de görür, davetkar denizi de görür. O zaman egomuz çözünür ve tekrardan artık özümüze hizmet etmek üzere tekrardan şekillenir. Bu şekillenme süreci insanın olgunlaşması, değişmesi, davranışının anda beliren ihtiyaçlar doğrultusunda olması anlamına gelir.
Tayfun Çalkavur: Bu anlattıklarınıza yaşamdan bir örnek verebilir misiniz?
Prof.Dr. Nita Scherler: Kahır üretmeye örnek vereyim, iş ortamından örnek vereyim, son zamanlarda çok rastladığım birşey, insanların mevcut ekonomik durum yüzünden bazı firmaların bölümleri kapatılıyor, o bölümde çalışan 10 kişi varsa şirket içersinde başka yerlerde kullanılmamak üzere işten çıkartılıyorlar. Amiri diyor ki: alanında çok deneyimlisin, şirket seni kaybetmeyi göze almayacaktır, başka departmanda kullanacaklarını tahmin ediyorum diyor. Bu kişi yemiyor içmiyor, kahır üretmeye başlıyor, kesin beni işten çıkartacaklar, kesin iş bulamam, ben üzülmeyeyim diye bana öyle dedi, aslında beni çıkarmaya çoktan karar verdiler. Şimdi ne yapacağım? Çoluğum çocuğum var, borçlarım var, yapmayı düşündüğüm şeyler vardı, zorda kalacağım, insanlara rezil olacağım, çocukların okulunu ödeyebilecek miyim diye kahır üretmeye başlıyor. İşte burası zorlanma anı. Bu zorlanma anında kişi ben burada ne yaşıyorum, ne oluyor burada deyip bedeninde ne yaşadığını buna eşlik eden duyguları ve ürettiği düşünceleri özellikle de yazarak çalışırsa şunu görecek, a bu yeni değil, ben bunu yıllardır yapıyorum, bu benim alışık olduğum varoluş tarzım. Orada bir yol ayrımım var, y aynısını yapmaya devam edebilirim ya da bunun artık bana hizmet etmediğini ve andaki ihtiyacıma cevap vererek ilerleyebileceğime karar veririm. Andaki ihtiyacım %100 kahır üretmek değil, eğer şirkette kalacaksam nereye gidebilirimin networkünü yapmak, eğer şirketten çıkarılacaksam da CV’mi yenilemek, insanlarla konuşmak, böyle bir olasılık var demek ve nasıl iş bulacağım konusunda enerji sarf etmek, kahır üretmek değil.
Biraz direncin niteliği, nasıl bir direnç kullanıyor olduğumuzun da göstergesi olur aslında. Teorik olmamasına gayret ediyorum, örnekle gideyim. Diyelim ki ben sana öfkeliyim Tayfun,
öfkenin kaynağı benim. Kaynak BEN
Öfkenin nesnesi sensin. Nesne SEN
İçerik te öfke.
Eğer direnç olarak sen bana öfkelisin Tayfun diyorsam kaynağı değiştiriyorum. Aslında benim öfkemi sana atfediyorum. Gündelik hayatta böyle bir dirençle karşılaşabiliriz veya biz kullanıyor olabiliriz.
Ya da ben sana öfkeliyim ama sana öfkemi göstermek istemiyorum, gidiyorum sokakta bir köpek tekmeliyorum ya da evde çocuklarıma bağırıyorum ya da eşimle uğraşıyorum. Orada nesneyi değiştiriyorum.
Ben sana öfkeliyim ama sana çok kibar davranıyorum, içeriği değiştiriyorum.
Özetleyecek olursam dirence bakarsak, bir insanı dinlediğimde acaba bu insan kaynağı mı değiştiriyor, nesneyi mi değiştiriyor, içeriği mi değiştiriyor?
Bunu paylaşmamın nedeni nedir? İçeriği değiştiriyorsam psikopatolojinin derecesi açısından en hafifi, nesneyi değiştiriyorsa biraz daha ortasında, ama kaynağı değiştiriyorsa iyi haber değil. Bunun direnç konudsuykla ilişkisi ne? Eğer kaynağı değiştiren bir direnç kullanan bir kişiysem bunu fark etmem ve düğzeltmem çok meşakkatli, nesneyi ve içeriği değiştiriyorsam çevremdeki kişilerin beni uyarmasıyla niyet et dersen ve verimli boşlukları yeterince yaratıyorsam bunu kendi kendime değiştirme fırsatını da yaratabilirim. Bunu biraz daha dallandırıp budaklandırmak isterim. Varoluşun 4 boyutundan bahsetmek isterim, fiziksel, duygusal, zihinsdel ve tinsel. Gündelik hayatımızda bu 4 boyutu 2 aşamalı düşünebiliriz. 1.aşamada gündelik hayatımda karşılaştığım uyaranlar beni varoluşumun hangi boyutundan tetikliyor? Örnek: işyerinde iş arkadaşlarım baktım öğlen kendi aralarında toplanmışlar, yemeğe gidiyorlar, bana yemeğe gelir misin diyen yok. Eğer burada duygusal alandan tetikleniyorsam “beni reddediyorlar, beni istemiyorlar, beni sevmiyorlar” derim.
Eper zihinsel boyuttan tetikleniyorsam “bak sen beni saymıyorlar” derim, arada fark var. Bu 1.aşama.
2.aşama, hani bir yerden tetiklendim, nasıl tepki veriyorum?
Eğer 3 boyutu birden kullanıp tepki veriyorsam çok rahatsızım demektir. Duygusal boyuttanm tepki veriyorsam bağırıyor, çağırıyor olabilirim, çok üzülüp onların önünde ağlıyor olabilirim. Zihinsel boyuttan tepki veriyorsam bu yaptığınızdan hiç hoşlanmadım, keşke beni de çağırsaydınız diyebilirim.
Burada anlaşılacağı üzere zihinsel boyuttan tepki vermek dirençlerin daha çabuk ele alınıp değiştirilebileceğine işaret eder, ama ne kadar fazla duygu ve hele hele fiziksel boyutu da işin içine sokuyorsam o dirençle çalışmak o kadar zorlayıcı olur. Yani özeti, her direnci tek başıma deşifre edemeyebilirim.
Direnci sadece tanımlamak insanın kendisini o dirençten azad etmesine hiç yeterli değil. Anlamak başka birşey, o anladığını gönüle indirmek başka birşey. Bir suç mahalinden bahsetmiştin sen de, bu davranışın öğrenilip içselleştirildiği bakım sunanlarla ilişki örüntüsünün yaşandığı bir zaman var. O zaman diliminde öğrenip içselleştirdiğim davranışın duygusal, zihinsel ve fiziksel boyutu var. Direnci zihinsel boyutta tanımlamak, güzel ama yeterli değil, bu dirençten insanın kendisini özgürleştirebilmesi için ilgili duygunun ifade edilmesi gerekir. Onun çalışması şöyle birşey: Herkesin içinde bir küçük çocuk var, bu küçük çocuk orada ve o zaman yaşadığını şimdiki halimize anlatır. Sen o zaman yoktun, ben bunları bunları bunları yaşadım. Bunlara maruz kaldım. Bunlarla cebelleştim, bunu anlatırken, sadece içeriği anlatmaz, bunu anlatırken ilgili duygu da mutlaka eşlik eder. Ve şimdiki halimizle o içimizdeki küçüğü kapsar, ona şevkat gösterir, ona der ki: sen bunları yaşarken ben yoktum, ama şimdi varım, bak şimdi sen uyarılıyorsun, burada şimdi dirence bağlayacağım. Uyarılma denmez. Uyarıl. Bil ki bugünkü durumla ben baş edeceğim, edebilirim, aynı zamanda da uyarılmış olan seni kapsayabilirim. O zaman ebeveynlerden görmediğin şevkati, kapsayıcılığı ben sana gösterebilirim, işte şifalandıran bu.
Tayfun Çalkavur: Bir sorunuz vardı: Sadakatiniz kime? Sadakatiniz sosyal yazılıma mı yoksa kendimize mi?
Prof.Dr. Nita Scherler: İnsanın sadakatinin kendisine olması gerektiğini hep söylerim, bu ne demek? Bir zamanlar bir yerde daha iyisini yapmayı bilmedikleri için, yapmamış ebeveynlerle bir şekilde yaşamışım ve o zaman şekillenmiş olan egomdan artık kendimi azad etmek istiyorum. Sadakatim o zaman şekillenmiş olan egomun şartlarına ve ordaki insanlara olmamalı. Sadakatim bugünkü bana olmalı.
Tayfun Çalkavur: Kaybetmeye korktuğumuz herşey dayanıklılığımıza bir tehtidtir. Buradaki korku ile direnç arasında bir bağ var mı?
Prof.Dr. Nita Scherler: Neye tutunmak istiyoruz?
Varoluşumuzun fiziksel boyutunda: bedensel zevklere, sağlığa ve yaşamaya tutunmak istiyoruz.
Varoluşumuzun duygusal boyutunda: başkaları tarafından sevilmeye, onaylanmaya, dsteklenmeye tutunmak istiyoruz
Varoluşumuzun zihinsel boyutunda: özsaygımıza tutunmak istiyoruz, saygın olmak, başarılı olmak, yeterli olmak istiyoruz.
Varoluşumuzun tinsel boyutunda: hayat anlam ve amacımızı kaybetmemek istiyoruz, hep bir anlam ve amacımızın olmasını istiyoruz.
Çok güzel de hayat gerginlikler barındırıyorsa, fiziksel boyutta acı da var, hastalık ta var, ölüm de var
Varoluşumuzun duygusal boyutunda: başkaları tarafından onaylanmak varsa reddedilmek te var.
Varoluşumuzun zihinsel boyutunda: özsaygınlık, yeterlilik, başarı varsa başarısızlık, yetersizlik ve özsaygınlığı yitirmek te var.
Varoluşumuzun tinsel boyutunda: hayat anlam ve amacımız olduğu kadar bazen anlam ve macı kaybedebiliriz
Bu 4 boyutun hepsinde de kutbun olumlu tarafına tutundukça direnç köstekliyorum demektir. Tutunduğum şeyi kaybetmeyi göze almam gerekir. Hayat aslında 2 tarafta da olabilmek. Herkes hayatta hastalıktan, bedensel acıdan, ölümden, reddedilmekten, başarısızlıktan, anlam ve amaç kaybından nasiplenecektir. Bundan kaçmaya çalışmayalım.
Tayfun Çalkavur: Soru gelmiş: kaygı yaşadığımız konulardaki direnci ortadan kaldırmak için bireysel aksiyon mu almalıyız yoksa profesyonel destek almak şart mı?
Prof.Dr. Nita Scherler: Şart diyemeyeceğim, konuşmamda anlattığım üzere direncin niteliği bana bu konuda çok şey söyleyecek. Ben kaynağı mı değiştiriyorum? Nesneyi mi değiştiriyorum? Içeriği mi değiştiriyorum? Tırnak içinde patolojimin kıvamı ne? Eğer çok kıvamlı ise profesyonel bir yardım tabii ki faydalı olur.
Tayfun Çalkavur: Bir soru daha: bugünkü halimiz küçüklük halimizi kapsayıp oluşmaya çalışırken ikna edeci olamıyorsa ne yapacağız? Zira şu anki halim üst katı gürültü yapmamaya ikna edemiyor.
Prof.Dr. Nita Scherler: Güzel bir soru, teşekkür ederim, ikna etmeye çalışmak sonuca hükmetmek demektir. İkna etmeye çalışmayın. Gestalt şekil-zemin ilşkisidir. Şekil küçük çocuğu ikna etmek değil, şekil küçük çocuğu zedelenebilir haliyle kapsamak. Küçük çocuk alacaklı, alacaklı kalacak. Delete yok İnsert yok, alacaklı kalacak.
Üst kattaki gürültüye gelince, soru soranı çok anlıyorum, buna biraz soyut cevap vermek istiyorum, kendimde yarayan sonucu paylaşmak istiyorum. Bazen maddede karşılaştıklarımız manada anlamlandırılınca daha çalışılabilir oluyor, yani yan komşunun sürekli yaptığı gürültüye takmış durumdaydım bir ara, delirecek gibiydim, sen herkese bu işi anlatıyorsun da sen kendine neden deva olamıyorsun? Şöyle düşündüm, Nita dedim, bu yandaki komşunun gürültüsü manada senin içinde susmayan hangi gürültünün maddedi temsili? O zaman cevabı buldum ve içimde o susmayan devamlı konuşanı sakinleştirdiğim zaman komşunun gürültüsü bitti mi? bitmedi, ama bundan rahatsız olmamaya başladım.
Tayfun Çalkavur: başka bir soru: değiştiremeyeceğimiz insanlarla mücadele etmek yerine ufak tefek egosunu beslemek, omurgasızlık olarak değerlendirilir genellikle, bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Prof.Dr. Nita Scherler: Bu sorudan şunu anlıyorum, bu soruyu soran kişi bir narsiste nesne olmuş heralde, eğer aileden birisiyse, yani hayatınızdan çıkartamayacağınız ya da sırtınızı dönüp gidemeyeceğiniz birisiyse, narsistin sergilediği davranış değil onun ardındaki zedelenebilirlikle ilşki kurmaya çalışmak lazım. Narsistin en önemli özelliği diğerinin duygusunu anlayabilecek bilinç seviyesine gelmemiş olmasıdır. Dolayısıyla bir narsistle ilişkiye mecbursak, bir kere onun tarafından duygusal olarak dokunulmayı beklemememiz lazım. O zaman zorlanmayız.
Tayfun Çalkavur: Çocuklarla direnç nasıl çalışılır diye bir soru geldi
Prof.Dr. Nita Scherler: Çocuklarla oyun terapisi çok çok işe yarar. Çocuklarla çalışmıyorum ama mesleğe ilk başladığımda denemiştim ve 1 kız çocuğu getirmişlerdi, önce aile ile konuşmuştum, anlaşmazlıkları hkk soru sormuştum, çocukların önünde kavga eder misiniz gibi, katiyen biz yüksek sesle bile konuşmayız demişlerdi. Çocuğu alıp odaya aldım, barbie ken bebkleri vardı odamda, çocuk barbie ve keni eline aldığı anda bu anne bu baba diyeek kavgaya tutuşturmuştu. Yüksek sesle bağırmalar, ittirmeler vs. Oyun terapisi direnci tabak gibi görmenize yardımcı olur.
Tayfun Çalkavur: Soru: Bir yönetici değişime ve gelişime dirençli, kendi doğrularına inanan başarılı bir ekip arkadaşına karşı tutum ve davranışı nasıl olmalı sizce? Şunu anladım, hem başarılı hem de dirençli biri var, ekip arkadaşlarına karşı nasıl olmalı.
Prof.Dr. Nita Scherler: bir insan hem başarılı hem dirençli olabilir tabii ki. O kişini mevcut davranışları değerleri kendisini bir yere kadar getirecektir, ama bir yerde zorlanmaya başlayacak. O zorlanmaya başladığı yerde umarım ekip arkadaşlarından yardım ister.
Tayfun Çalkavur: Ergenler konusundaki direnç nedir diye soru gelmiş
Prof.Dr. Nita Scherler: Ergenlerle oyun terapisi olmaz tabii, ergenle yetişkin gibi konuşmanın da bazen faydası olmayabilir. Ergenin ailesini de davet edip systemin içine girmekte fayda var, yani ergeni eleştiren ya da davranışındaki hatayı bulmaya çalışan yerden değil de aile bireyleri ya da kendisi tarafından işlevsel olmayan davranışın o systemin mevcudiyetini sürdürmeye nasıl yaradığını anlamaya çalışırım.
Tayfun Çalkavur: Hayatınızdaki narsist anneniz ya da babanızsa ondan birşey beklemek çok zor oluyor, 50 yaşında bu ihtiyacı engelleyemiyorum diye bir soru gelmiş.
Prof.Dr. Nita Scherler: Bu söyleyeceğimi pek müşvik bulmayabilirsiniz ama yine de söyleyeyim, yetişkinler için söylüyorum, her yetişkin er geç duygusal olarak içindeki anne ve babasını öldürmelidir. Biraz sert biliyorum, priz ve fiş metaforunu kullanmak isterim. fişi prize sokarız değil mi?
Priz çocuksa fiş te anne baba olmak zorundadır. Ama yetişkin olmak, özgürleşmek demek artık fiş te benim priz de benim. Elimde fiş, priz aramaktan vazgeçmeliyim demek, yetişkinlik bu demek.
Tayfun Çalkavur: 24 yaşında evlilik hazırlığı yatığım kişinin doğru insan olduğunu düşünüyorum ama bir direnç hissediyorum.
Prof.Dr. Nita Scherler: İster evlenmek için olsun ister ilişki yaşamak için olsun, seçtiğimiz insanın kim olduğu önemli değildir, çünkü kimi seçersek seçelim mutlaka o ilşkide onunla bütünleşebileceğimiz yerler olduğu gibi farklılaşacağımız ve zorlanacağımız yerler olacak. Bütün ilişkiler bizim hayatta farklılaşıp bütünleşerek çizmemiz gereken temas sınırımızı yıllar içersinde berraklaştırmamıza netleştirmemize aracı olurlar, kimi seçersek seçelim. Hiç kimse ne tam istediğimiz kişidir, ne de tam istemediğimiz kişidir. İlişkinin yürüyüp yürümemesine vesile olacak kriter diğerinin ne olduğu değildir, diğerinin davranışına benim atfedeceğim anlamdır. Eğer ilişkide zorlandığımda onun davranışını değiştirmek doğrultusunda bir konumlanmayı seçiyorsdam hayat boyu mutsuzluğun biletini almışım demektir. Ama eğer ilişkide zorlandığımda şu anda o bana benimle ilgili neyi gösteriyor? Ben bu zorlanmayı özüme yaklaşmak için nasıl kullanabilirim tarzı bir yol seçersen kimle evlenirsen evlen çok mutlu olursun.
Tayfun Çalkavur: Çocuklşuğumuzdan gelen inançlarımızı bugün işe yaramadığı için nasıl bilinçli dönüştürebiliriz?
Prof.Dr. Nita Scherler: Çocukluğumdan gelen inançların artık işe yaramadığını zorlandığımda anlarım ve zorlandığımda o deneyime hangi değeryargım çerçevesinde nasıl bir anlam atfettiğime alıcı gözüyle bakarsan çok rahatlıkla bulabilirim.
Tayfun Çalkavur: Dirençlerin ruh boyutu var mıdır?
Prof.Dr. Nita Scherler: Biz bir bütünüz. Direncin ruh boyutu şu anlama geliyor: İnsan yaşamı boyunca ruhani olarak giderek yaşamdaki deneyimlerin hepsinin hayatta tutunulacak birşey olmadığını hem hiç hem de herşey olunabileceğini anlamaya yarayan araçlardır. Direnç göstermek ise bu bilinç seviyesine ulaşmaya engeldir.
Tayfun Çalkavur: Elinizdekilerin değerini çok iyi bilmemiz gerekiyor, yoksa üzüntü seni takip eder dikkat.
Prof.Dr. Nita Scherler: Aslında elimde olduğunu düşündüğüm gerçekte elimde olanın %1’idir.
Tayfun Çalkavur: Bir narsistle 30 yıl yaşadım, 2 yıldır ayrıyım, etkilerinden kurtulmak için ne yapabilirim?
Prof.Dr. Nita Scherler: Onunla yaşadıklarınızı bırakın, şimdi kendinizi şifalandırmaya odaklanın. Geçmişteki deneyimleri bırakın, bugün onsuz, spor resim neyse onlara odaklanın.
2025 yılının sağlıkta, akışta, derslerinizin maddede tezahür etmeden gerçekleşeceği güzel bir sene dilerim.
Teşekkürler.