Taraflarin farkli gelisim düzeyinde olmasi durumunda ilişkinin seyri

22 Mayıs 2024 tarihinde Butik Global online etkinlik konuğu değerli hocam Prof.dr.Hanna Nita Scherler idi. Bu güzel konuşmayı BURADAN dinleyebilir, aşağıdan okuyabilirsiniz.

Prof. Dr Hanna Nita Scherler: Taraflarin farkli gelisim düzeyinde olmasi durumunda ilişkinin seyri

Hepinize güzel bir bahar akşamından selamlar diyerek başlıyorum.

Bu akşam ilişkide taraflar farklı gelişim düzeylerinde olduklarında neler oluyor, ilişki nasıl seyrediyor ondan bahsetmek istiyorum sizlere. Mümkün olduğu kadar jargonda uzaklaşıp,  konuyla teorik olarak hiçbir ilişiği olmayanlarınızın da rahatlıkla anlayabileceği bir lisanla anlatmaya çalışacağım ki anlaşılsın.

Aslında benim bu akşam bu konuyu paylaşmak istememin, bu konuyu sizlerle paylaşma hususunda heyecan duyma nedenim, bu tür ilişkiler içerisinde olan tarafları tanıdıkça, her iki tarafa da empatim ve sevgim çoğaldı ve içinde bulundukları durumla ilgili çaresizliklerine bir ses olabilmeyi, belki yaşadıklarına bir çerçeve koyabilme, neyin içinde olduklarına ilişkin bir farkındalık kazandırmaya yönelik bir heyecanım var, o yüzden bu konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yıllar önce, sanıyorum tam 30 yıl olmuş, eşimden boşandığımda ben de sizinle paylaşacağım ilişkilerden birini yaşamıştım bir süre, çok rahatsız edici çok üzücü olabiliyor her iki taraf için. Hemen şunu söyleyeyim, ben bilinç düzeyi daha yüksek olan taraftayım demek istemiyorum sakın öyle anlamayın, çünkü iş duygusal ilişkilere gelince insan istediği kadar okumuş olsun, istediği kadar mürekkep yalamış olsun, duygusal olarak uyarıldığı zaman insan kendisinin bile kendisine anlatamayacağı davranışlar içerisine girebiliyor. Biraz bunlara ışık tutmak istiyorum bu akşam.

Şimdi şöyle başlayalım, ilişkide ne oluyor? yani çok basit bir şekilde yaklaşalım; her ilişkide bir uyaran vardır, taraflar bu uyaranı kendi zeminlerince anlamlandırırlar ve yine taraflar tepki verirler. Burada biraz durmak istiyorum, örneklendirelim ki havada kalmasın.

Çok sık duyduğum bir örnekle başlamak istiyorum O da taraflardan biri ya bir seyahate gidiyor, ya iş arkadaşlarıyla bir yemeğe çıkıyor, ya gençlik arkadaşlarıyla yıllık toplantısına gidiyor, yani çiftin beraber olmadığı birbirlerinden ayrılacağı, tarafların birinin diğerinden ayrılmasını gerektiren bir faaliyete katıldığı bir örnek düşünelim. Bu akşam vereceğim bütün örnekler için Ali ile Ayşe’yi kullanayım. Aranızda Ali Ayşe varsa da kusura bakmayın sizlerle ilgili değil ama Ali Ayşe en çok kullanılan isimler olduğu için pratik olduğu için öyle yapalım.

Diyelim ki Ali arkadaşlarıyla yemeğe çıktı, Ayşe de evde. Ayşe Ali’ye mesaj yazıyor, mesela diyor ki “özledim” ya da “keşke burada olsaydın” ya da diyor ki “ne haber ne yapıyorsunuz“ Ayşe evde televizyon karşısında ve aklı Ali’de.

Şimdi öbür sahneye geçelim, Ali ya iş arkadaşlarıyla ya lise arkadaşlarıyla. Bir bir faaliyet içerisinde, sohbet var, yeniyor içiliyor. Belki bir iki kadeh bir şeyler içiliyor, yani Ali’nin aklı Ayşe’de değil Ayşe’yi sevmediği için istemediği için değil, o anda Ali’nin bulunduğu ortamdaki uyaranlar Ali için yeterince çekici. Dolayısıyla Ali o uyaranlarla meşgul, ikide bir telefonuna bakma ihtiyacı içerisinde de değil, yani Ayşe’nin ona mesaj yazabileceği olasılığı kapsama alanında ama, çok da önceliği değil. Dolayısıyla Ayşe Ali’ye diyelim ki akşam saat 10’da mesaj yazdı ve Ali 11’e 10 kalaya kadar telefonunu eline almadı. Böyle olunca Ayşe Ali’nin neden mesajına cevap vermemiş olabileceğine ilişkin senaryolar üretmeye başlar. Yani kendince anlamlandırmalar yapar. En önemli kısmı burası.

Teorik olarak bir insanın hangi duyguyu deneyimleyeceği karşılaştığı uyaran tarafından değil o uyarana atfettiği anlam tarafından belirlenir. Uyaran nedir? “Ali mesajıma cevap vermedi”. Veri bu kadar. Bu veriyi Ayşe nasıl anlamlandırdı? Ayşe’nin ne hissedeceği ve bu uyarana inasıl tepki vereceği, bu veriye ne anlam yükleyeceğiyle belirleniyor. En optimumundan en tercih edilmeyenine kadar örneklendireyim.

Mesela diyebilir ki “galiba iyi vakit geçiriyor, eh hakkı da yani 40 yıldır arkadaşlarını görmüyor“ ya da “iş arkadaşlarıyla gitmiş, kim bilir neler konuşuyorlar, boşver sen şimdi onu rahatsız etme, akşam geldiğinde konuşurum” diyebilir Ayşe veya dizisini izlemeye dalabilir ya da uyuyabilir, bu en optimum versiyon, böyle olmuyor genellikle.

Şimdi biraz daha şiddetlendireyim. Bir mesaj daha, “çok eğleniyorsun galiba” ya da “biliyorsun burada evde yalnız olan bir eşin var” ya da “evde sevgilin var” gibi.

Biraz daha şiddetlendireyim: Hızını alamaz, telefon eder bu sefer, ama Ali’nin bulunduğu ortam çok neşelidir müzik vardır, Ali duymaz telefonu. Bu sefer Ayşe daha da dellenir,  bu sefer durum senaryo üretmekten bana göre kahır üretmeye doğru evrilir. O kahırlar da şöyle olur genellikle; “beni sevmiyor artık, bana eskisi kadar değer vermiyor”, “ya da cazip bir alternatif çıktığında beni hemen ikinci plana atabiliyor”, yani kahır üretmeye gelince senaryonun hep baş rolünde mağdur Ayşe olacaktır. Yani her şey bana karşı bana rağmen olacaktır, o şekilde anlamlandıracaktır.

Daha da şiddetli versiyonu şöyle olur:  Ali eve geldiğinde Ayşe koltuğun üzerinde ölmüş bir hayvanın üzerine atlamaya hazır bir akbaba gibi bekliyordur, yani o anı bekliyordur ve o gelir gelmez yağdırmaya başlar, “zaten sen hep böylesin, hep böyle yaparsın, neden telefonuna bakmadın? Sen bilmiyor musun benim mesajlarıma cevap vermediğin zaman nasıl dellendiğimi? bildiğin halde yapıyorsun, beni düşünmüyorsun”.

Biraz daha şiddetlenirse mesela etrafta olan bir şeyleri üstüne atabilir, bu bir yastık da olabilir bir küllük de.

Biraz daha şiddetlenirse, Ayşe’nin  yazdığı kahırın  içeriğine göre, mesela yastığını yorganını verebilir ve “bu akşam sen sakın benim yanıma uğrama” diyebilir, “kanape yat aklın başına gelsin” diyebilir, daha da hırsını alamazsa tartaklayabilir, itebilir, tırmalayabilir, ısırabilir, çimdikleyebilir, tekmeleyebilir. Yani en optimumdan en yaşanması arzu edilmeyen senaryoya kadar sıralamış oldum. Bu senaryolarda dikkatinizi çekmek istediğim husus ş: verdiğimiz tepki varoluşumuzun genellikle zihinsel ve duygusal boyutundan olur. Kişinin bilinç düzeyi ne kadar gelişmişse, verilen tepki o kadar varoluşun zihinsel boyutundan olur. Bilinç düzeyi ne kadar daha az gelişmişe doğru giderse, o kadar daha duygular işin içine girer. Duygular derken ağlamaktan bahsetmiyorum, yani sinirlenmek, bağırmak, aşağılamak, küfretmek, sözel olarak taciz etmek, küçümsemek hakaret etmekten bahsediyorum. En ilkel düzeyde de kişi fevri davranmaya izin verir kendisine ve karşıdakine fiziksel olarak da tepki verir, yani bu ısırmak, çimdiklemek, vurmak, tekmelemek olabilir. Maalesef bazı durumlarda kesici aletlerle yaralamak olabilir. Gazetelerde okuduğumuz vakalardaki gibi öldürücü bir silahla öldürmeye kadar gidebilir tabii ama burada oraya kadar gitmediğini tahmin ediyorum, umut ediyorum.

Uyarana atfettiğimiz anlam, uyarana varoluşumuzun hangi boyutundan tepki vereceğimizi belirler. Yani bu zihinsel boyuttan mı olacak? duygusal boyuttan mı? zihinsel duygusal mı? zihinsel duygusal ve fiziksel boyutlar mı?

Zihinsel boyut anlatmak ,açıklamak, ikna etmeye çalışmak, talep etmek, buyurmak, kontrol etmeye çalışmayı barındırıyor. Bilinç düzeyi düştükçe duygusallık devreye giriyor. Kişi suçlayıcı, aşağılayıcı, taciz edici olabiliyor.

Duygusal boyuttaki tepkilerin spektrumu nedir? Geri çekilebilirim, hiçbir şey demeden kızıp içime kapanabilirim, küsebilirim, alanı terk edebilirim, ağlayabilirim veya sinirlenebilirim.

Fiziksel boyutta tepkilerin spektrumu nedir? Karşımdakini sarsabilirim, itebilirim, vurabilirim, ısırabilirim, tırmalayabilirim, saç çekebilirim, çimdikleyebilirim vesaire.

Tarafların uyaranları nasıl algılayıp anlamlandırdığı ve nasıl tepki verdiği bulundukları gelişim ya da bilinç düzeyi tarafından yapılandırılır.

Başka bir örnek daha vereyim, diyelim ki eşler ve Ayşe’nin annesi oturuyorlar ve diyelim ki bir pazar sabahı ve Ayşe kalkıyor kahvaltıyı hazırlıyor, ondan sonra evdeki köpekleri gezmeye çıkartıyor, geri geliyor çocukları uyandırıyor, kahvaltıya oturuyorlar. Kahvaltıda Ayşe’nin annesi damada “oh oh keyfin yerinde her şeyi kızım yapıyor” gibi bir laf ediyor diyelim. Günü geçiriyorlar,ondan sonra Ayşe’nin annesi evine dönüyor, Ali delleniyor ,senin annen ne demek istedi? yani ben sana yeterince önem vermiyor muyum mu demek istedi? sana yardım etmiyorum mu demek istedi? Kızacak bir yer arıyor. Ayşe açıklamaya çalışabilir “yok canım annem öyle bir şey demek istemedi, o işte öyle biliyorsun, annem bir laf olsun diye söyledi. Yani kesinlikle sana bir şey söylemeye çalışmadı”. Ali anlamaz, yok annen mutlaka bana bir bir yerden dokundurmayan çalışmıştır” da ısrar eder. Ayşe açıklama çabalarına devam eder, anlatmaya çalışır, ikna etmeye çalışır sonunda Ali Ayşe’ye “sen beni aptal mı zannediyorsun, aynı şeyi söyleyip söyleyip duruyorsun” der. Ayşe’ye hakaret etmeye başlar.

Bunlar ve buna benzer şeyler eşler arasında çok çok rastladığım şeyler, bunun ne anlama geldiğini birazdan anlatıyor olacağım. Ama şu anda tarafların uyarana atfettikleri anlam, ne hissedecekleri ve nasıl tepki vereceklerine odaklanalım. Atfedilen anlam verilen tepkiyi belirliyor. Tepkiler zihinsel, duygusal ve fiziksel olabilir. Bilinç düzeyi ne kadar gelişmişse o kadar fiziksel tepki görmüyoruz, o kadar daha çok zihinsel tepki görüyoruz

Bilinç düzeyi yüksek kişi de duygusal tepki verbilir tabi ki. Ancak bu tepki hakaret, suçlama, aşağılamayı barındıran bir duygusallık barındırmaz, yani daha seviyeli bir sinirlenme olur. seviyeli derken aşağılama, suçlama, hakaret barındırmayan demek istiyorum.

Şimdi konumuzun en önemli noktasına geldik. Peki bu anlamlandırmayı yapılandıran nedir? Neye göre yapılandı? aynı uyaran, taraflar farklı anlamlandırabiliyorlar. Aynı filmi izliyoruz, fakat o filmi izleyen insan sayısı kadar farklı anlamlandıran var değil mi? Neye göre oluyor? Şimdi bu kısmı mümkün olduğu kadar basit ve anlaşılabilir bir şekilde anlatmaya çalışacağım.

Nasıl bir domates çekirdeği domatesin nihai halinin barındırdığı tüm bileşenleri içinde bulunduruyorsa, bir bebek de yetişkin insanın barındırdığı tüm bileşenleri içinde bulundurur. Bu bileşenler nedir? Yani yetişkin bir insanın varoluşunun bileşenleri nelerdir? Fiziksel beden, duygular, bilişsel kapasitemiz ve maneviyatımız yani tinsel veya spiritüel boyutumuz.  Bu boyutlar çocuk doğduğunda hatta embriyoda mevcut, fakat bu yapılar zaman içerisinde sırasıyla beliriyor ve zaman içerisinde olgunlaşıyor.

Yani gelişmekte olan bir çocuk ilk önce teninin altındakinin kendisi olduğunu ve teninin dışındakinin kendisi olmadığının idrakine varıyor, yani İlk olarak “ben bir bedenim”in idrakına varıyor, yani bilinç gelişiminin ilk basamağı aslında bedenin idrak edilmesidir. Ama bu akşam oraya hiç girmeyeceğim, beden konumuzun dışında.

Bebek vücudunu idrak ettikten sonra duygusallığı veya duygusal bedeniyle temas etmeye başlar. Çocuk kendisi ağlarken annesi ağlamıyordur, babası ağlamıyordur, a der “ben ağlıyorum ama onlar ağlamıyor”. Evet bir beden var, parmağımı ağzıma koyuyorum, emziği ağzıma koyuyorum, aynı şeyler değil. Annem sinirli ben öyle hissetmiyorum. Onun sinirini hissediyorum ama ben öyle hissetmiyorum. Babam kaygılı, ben öyle değilim. Onlar gülüyorlar ben gülmüyorum. Ben ağlıyorum onlar ağlamıyor gibi. Benim duygularım var, başkalarının da duyguları var. Biz aynı şeyleri, aynı duyguları yaşamıyoruz. Çocuk bunu keşfetmeye başlar.

Çocuk için en zor dönem annenin veya babanın veya anne baba yoksa bakım sunan kişinin her zaman ona karşı onun isteklerini yerine getirecek şekilde davranmaması, dolayısıyla bakım sunan her zaman olumlu duygular duyulan bir kimse olamayabiliyor. Şimdi bir çocuk aynı yetişkine bir saat önce olumlu duygular beslerken bir saat sonra ona çikolata almadı diye veyahut da istediği bir şeyi yapmadı diye olumsuz duygular beslemek kafa karıştırıcıdır. Ben şimdi bunu seviyor muyum sevmiyor muyum? Hangisi? Çocuk küçük olduğu için aynı insana karşı bazen olumlu, bazen olumluz ve kimi zaman da olumluyla olumsuzu beraber barındırılabileceğini idrak etmek çok zordur.

Fakat optimum gelişim durumunda çocuk giderek bunu anlar ve yine optimum gelişim durumunda “evet anneme bazen kızıyorum bazen de çok seviyorum ama o aynı annem, kızsam da sevsem de o aynı annem” olduğunu idrak edebiliyor.

Bilinç düzeyinin ilişkiler açısından benim bu akşam üzerinde duracağım en önemli basamaklarından biri duygusal basamak olacak. İki aşamada üstünde duruyor olacağım; bir aşaması çocuğun diğerinin duygularının da olduğunu anlayamaması durumu. Terminoloji kullanacak olursam, narsistik bir yapılanma oluyor, narsistik bir gelişim düzeyi oluyor. Bu ne demek? İnsanların ihtiyaçları yerine getirecek nesneler olarak algılanması durumu. Gelişimin bu düzeyinde takılmış olan kişi dğerlerinin de kendisi gibi duygularının olabileceğini, davranışlarının diğeri üzerinde duygusal etkilerinin olacağını idrak edemezler.

Birkaç örnek vereyim: diyelim ki Ali ile Ayşe ilişki içerisindeler ve Ali’nin ilk eşinden bir oğlu bir kızı var. Ali’nin ayrı bir evi var. Ayşe’nin de ayrı bir evi var. Fakat Ali’nin evi Ayşe’ninki kıyasla biraz daha konforlu. Dolayısıyla Ali Ayşe’nin daha çok kendi evinde zaman geçirmesini ister, Ayşe de bunu kabul eder. Gel zaman git zaman Ayşe Ali’nin evine diş fırçası, tarak, terlik, gecelik, bornoz ve birkaç kıyafet bırakır. Bir gün Ali Ayşe’ye telefon eder ve der ki “Ayşe çabuk eve git, diş fırçanı, tarağını, her şeyini topla ve git çünkü akşama kızım ve oğlum geliyorlarmış”. Bu, demin anlattığım meseleye çok güzel bir örnek oldu. Çünkü Ali orada ne yapmıştır? gelecek olan çocuklarına odaklanıp “çabuk evi boşalt, neyin var neyin yok topla git de çocuklarım görmesin” cümlesinin Ayşe’de nasıl bir etki yaratabileceğini hiç kapsama alanına almamıştır.

Başka bir örnek vereyim: Ali ile Ayşe beraber olmaya başlamışlardır, sevgili olmuşlardır ve sevgili olmaya başladıktan kısa bir süre sonra Ayşe işten çıkarılmıştır ve kendini kötü hissediyordur, morali bozulmuştur, hiç böyle bir şeyi beklemiyordur, sosyal- ekonomik olarak bir darbedir bu Ayşe için. Ve tabii akşamları Ali ile bir yere gittiklerinde ya da evde televizyon seyrettiklerinde Ayşe’nin zemininde bu olduğu için Ali ile ne kadar kötü hissettiğini, ne kadar zorlandığını paylaşır. Bir akşam, iki akşam, üçüncü akşam Ali Ayşe’ye “a yeter ama ağlayacaksan git başka yerde ağla, ben zaten bütün gün çalışıyorum, bir de akşam gelip sana destek olamam, öyle bir enerjim yok” der. Bu da yine demin anlatmaya çalıştığıma güzel bir örnek oluyor çünkü olgun bir ilişkide taraflar birbirlerini tamamlarlar. Bir gün Ali’nin derdi olur Ayşe’ye anlatır, Ayşe destekler, başka bir gün Ayşe’nin derdi olur Ali’ye anlatır Ali destekler. Olgun bir ilişkide beklenen budur. Fakat taraflardan biri diğerini kendisini tatmin edecek nesne yerine koyduğunda nesne olarak gördüğü kişiye destek çıkamaz. Şimdi burada hemen altını çizmek istiyorum: Ali kötü bir insan değil aslında. Ali bunu bilerek yapmıyor. Başka türlüsünü yapabiledemediği için öyle davranıyor aslında. Kötü niyetle yapmıyor bunu, ama Ayşe bunu bilmiyor. Ayşe de bunu “beni sevmiyor, beni istemiyor“ şeklinde algılıyor, halbuki öyle değil.

Üçüncü basamak lisan öğrenilmesiyle başlar. Yeni bir yapı belirir: zihinsel yapı. Bilişsel  kapasitemiz, bilişsel yeteneğimiz gelişmeye başlar. Bilişsel yetenek gelişmeye başladığında kişi artık anda yaşama cennetinden kovulmuştur diyebiliriz. Lisan öğrenmekle beraber çocuk anda yaşamaktan kurtulur mu desem ya da anda yaşamayı kaybeder mi desem, artık ona siz karar verin. Lisanın öğrenilmesiyle beraber yepyeni bir araçla tanışmış olur insan. Artık kendisini ifade etmek için lisanı öğrenmiştir, düşünebilir. Zaman geçtikçe şunu da fark eder; düşünüp söylediklerim var, düşünüp söylemediklerim var. Yani düşünebilirim ve söylemeyebilirim.

Bunun öbür tarafı da var. Karşımdaki de düşünüp söyleyebilir ve düşünüp söylemeyebilir. Yani aslında çok karmaşık bir yapı çıkıyor ortaya. İlişkiden bahsettiğimiz zaman aslında iki fiziksel beden, iki duygusal beden ve iki bilişsel yapıdan bahsediyoruz, oldukça karmaşık. Bu yapıların gelişmeleri farklı zeminlerde oluşuyor, dolayısıyla hiç örtüşmeyebilir. Yani Ayşe’nin duygulandığı şeylerle Ali’nin duygulandığı şeyler hiç örtüşmeyebilir. Ali’nin öğrenip içselleştirdiği değer yargıları ve inançlarla Ayşe’nin öğrenip içselleştirdiği değer yargıları ve inançlar hiç örtüşmeyebilir, genellikle de öyledir zaten.

Şimdi problem nereden kaynaklanıyor biraz oradan bahsedeyim. Eğer kişinin gelişim düzeyi demin anlattığım kendisinin ve diğerinin duygularının idrak edildiği dönemde takılmışsa, (takılmaktan kastım de hem benim duygularım var hem diğerinin duyguları var, artı aynı insana karşı hem olumlu hem olumsuz duygular besleyebilirim, kendime karşı da hem olumlu hem olumsuz duygular besleyebilirim) burada bir eksiklik vardır. Hümanistik bakış açısına göre insan kanapede yumurta gibi otursa bile kendisini gerçekleştirmeye doğru hareket eder. Kendini gerçekleştirmeye doğru hareket etmek ne demek? Demin anlattığıma dönecek olursam, başkasının duygusunun olduğunu da anlamalıyım, aynı insana hem olumlu hem olumsuz duyguları besleyebilecek kapasiteye gelmem lazım demektir. Yani, kendini gerçekleştirmek demek, doğuştan sahip olduğum bileşenleri tanıyıp kullanabilmem demek.

Madem ki İnsan ne yaparsa yapsın kendini gerçekleştirmeye doğru hareket edecek şekilde formatlanmış, o zaman ilişkilerde bu kendini nasıl gösteriyor? Diyelim ki benim gelişimim aynı insana karşı hem olumlu hem olumsuz duyguları barındırma aşamasında takıldı. Hümanistik yaklaşıma göre benim organizmam, benim varoluşum bana her fırsatta bunu kapsayıp aşmam için bir deneyim sunacaktır. Daha doğrusu ben karşılaştığım olayları, uyaranları, takıldığım yerdeki zihinsel kapasitemle algılayıp anlamlandırırım, belki bu sefer hallederim umuduyla.

İlk verdiğim örneğe dönecek olursam Ali arkadaşlarıyla yemeğe çıktı, mesajıma cevap vermiyor. Veri bu. Ali evden çıkarken sevdiğim insandı, olumlu duygular beslediğim insandı. İki saat sonra Ali benim mesajıma yarım saat içinde cevap vermeyince, benim için sevmediğim bir insan oluyor, hatta nefret ediyorum Ali’den. İki saat önce seviyordum, şimdi sevmiyorum. Bu durum bende öyle bir kaygı uyandırır ki ben o kaygıyla baş edemem. O kaygıyla baş edemediğim için de Ali’ye sarmaya başlarım. Ali’ye sarmamın nedeni  Ali’ye kötü bir şey yapmak için değil aslında, üzücü taraf bu. Çünkü Ali’ye sarıyorum ki Ali benimle ilgilensin, onu tekrar seveceğim surete bürünsün ki benim bu kapsayamadığım kaygım bitsin, bu işkence bitsin diye. Bilmem anlatabiliyor muyum. Ali bunu nereden anlasın ki? Ali’nin tarafından olaya baktığınızda “bu kadına ne oldu? İçinden bir canavar çıktı, bu kadın benim sevdiğim kadın değil, ne oluyor bu kadına, arada bir böyle bir canavarlaşıyor” sorularını kendine sormaktadır.  Ali çaresizlik içerisinde eve döndüğünde Ayşe’ye istediği kadar “vallahi öyle bir şey yok, billahi seni seviyorum, bak resimleri göstereyim, senin düşündüğün gibi bir şey yok” dese de Ayşe’deki o tahammül edemeyeceği kaygı bir kez raydan çıktığı için artık Ali’nin sözel ifadeleri, anlatımları o kapsayamadığı, kendisine çok fazla gelen, olumlu ve olumsuz duyguları bir arada yaşatan kaygı ortalığı darma duman etmesine neden olur ve Ayşe o akşam Ali’yi bıktırana kadar hızını alamaz. Ali de çaresizlik içerisinde kıvranır. Onun durumu da çok kötü. Anlatmaya çalışır olmaz, bağırır olmaz, ama Ali’nin  el kaldırma ya da vurma itme gibi bir repertuarı olmadığı için zaman zaman da Ayşe’nin çimdiklemesine, vurmasına, kafasına bir şeyler fırlatması maruz kalır ve bu onu çok çaresiz hissettirir.

Bu kötü versiyondu. Yani bir taraf derdini anlatamıyor, varoluşun zihinsel boyutunda konumlanmış; öbür taraf varoluşun duygusal boyutunda konumlanmış. Bu akşam üzerinde durmak istediğim mesele bu. Böyle olunca ilişkinin gidişatı çok çözümsüz bir yere doğru gider.

Demin anlatmaya çalıştığım bu yapılar sırasıyla belirir, yani fiziksel- duygusal- zihinsel ve tinsel. Hikayenin tamamına girsem sabaha kadar beni dinlemek zorunda kalırsınız. Onun için duygusal ve zihinsel boyutlara odaklanmayı seçtim çünkü çiftlerde genellikle burada bir  uyuşmazlık olduğu zaman  sorunlar daha belirgin olarak ortaya çıkıyor.

Kişi varoluşunun hangi boyutundan tehdit algılıyor? Bir de oraya bakalım. Genellikle iki boyuttan algılıyor: ya zihinsel boyuttan algılayabilir yani “düşüncelerim diğeri tarafından kabul görmüyor, ben diğeri tarafından saygı görmüyorum” ya da “ben kendimi yetersiz ve beceriksiz buluyorum” bunlar zihinsel boyuttan algılanan tehdite örnek.

Bir de duygusal boyuttan algılanan tehdit var: o da “reddediliyorum, onaylanmıyorum, sevilmiyorum, önemsenmiyorum, değer verilmiyorum” şeklinde deneyimlenir.

Burada altını çizmek istediğim çok önemli bir husus var: zinhar duygusal boyuttan tehdit algılıyorsam bilinç düzeyi olarak daha aşağıdayım diye düşünmenizi istemiyorum. Öyle bir şey yok! En gelişmiş kişi bile duygusal boyuttan tehdit alabilir. Önemli olan tehdidi nereden aldığımız değil aldığımız tehdide karşı nasıl tepki verdiğimizdir.

Geçen gün bankada müşteri temsilcimle yaşadığım olaydan örnek vermek istiyorum; Cuma sabah kendisine bir konuyla ilgili bir mail yazdım, cevap vermedi. Pazartesi öğlene kadar bekledim, cevap vermedi. Pazartesi öğleden sonra hatırlatma maili yazdım, cevap vermedi. Salı günü telefonla aradım, telefonuma yanıt vermedi. Cep telefonundan aradım, yanıt vermedi. Bankanın genel numarasını aradım. Bu tutumum hızımı alamayıp gagalamaya başladığım göstergesi. Kendime gaz veriyorum: neden cevap vermiyor, nasıl vermez? nasıl beni görmezden gelir? İçimden gidip onu tartaklamak bile geçti, tabi ki yapmadım, ama dşündüm.

Bu örneği paylaşıyorum çünkü en gelişmiş düzeyde olsak bile böyle şeyler yapmak içimizden gelebilir. Önemli olan durumu nasıl yönettiğimiz, yani verdiğimiz tepkidir. Hangi bilinç düzeyinde olduğumuzu belirleyen içimizden geçen değil meseleyi nasıl yönettiğimizdir. 

İyiyle kötüyü, veya aynı kişiye yönelik olumlu duygularla olumsuz duyguları aynı yerde barındıramayanın teknik adı borderline. Genellikle narsist ve borderline gelişim düzeyinde olanlar duygusal boyuttan tetiklenirler. Yani reddedilme, onaylanmama, sevilmeme, önemsenmeme, değer verilmeme. Bu şekilde tetiklenmekte haklıdırlar. Çünkü gelişimde bir eksiklik kaldığında, gündelik hayatta karşılaşılan olaylar eksik kalanı tetikleyecek en ufak bir veri barındırıyorsa, hemen o şekilde anlamlandırılırlar. Organizmamız o eğilimi gösterir. Neden? Belki bu sefer aşarım diye. Belki bu sefer farklı bir şey yaşarım diye.

Ben hep şu örneği veririm, derim ki: Çocukken bir ebeveyin tarafından kapsanmak, kollanmak, sevgi görmek, şevkat görmek her çocuğun hakkı ve her çocuk buna sahip olmalı. Nasıl yeni bir cep telefonu aldığımızda 24 saat şarjda tutun diyorlarsa, çocuğun da bir şarj süresi var. İlk 8 yıl çok önemli, anne babadan veya bakım sunandan sevgi şefkat görme, kapsanma zamanı. Ondan önce prizden çekersek olmaz, o şarj dolmalı!

“Hangimizin şarjı doldu acaba” Artık iyi haber mi kötü haber mi bilmiyorum ama hepimiz alacaklıyız. Dünyanın en iyi annesi babasına sahip olsak bile alacaklıyız. Peki ne yapacağız? Şöyle bir metafor düşünün: priz ve fiş. Çocukken elimde bir fiş, sokacak bir priz ararım. Çocukken ararım ve buna hakkım var. Ama yetişkinken fiş de benim priz de benim. Demin sordu ya birisi “Peki ne yapacağız” diye: iyi haber şu: dışarıda aradığın her şey damarlarında akan kanda mevcut. Yetişkinlikte fiş de priz de benim.

Kötü demeyeyim ama pek de sevmeyeceğiz haber, bu dışarıda aradığım ve bende olan şey var ya, damarlarımda akan kanda mevcut olan, onu keşfetmek, kitap okuyarak, kişisel gelişim seminerlerinin bir tanesinden diğerine hoplayarak, Nita’yı dinleyerek olmuyor. Zihinsel olarak anlayabilirsiniz tabii ki, anlamak başka bir şey, deneyimlemek başka bir şey. Yapılacak olan şey, birazdan oraya da geleceğim, kaygının kapsanamayacağı bir düzeye geldiğinde, dışarıdaki uyaranla uğraşmak yerine, kaygıyla kalabilmek ve insanın o durumda kendi içine yolculuk yaparak, kendine yönelerek, “ben şimdi ne yaşıyorum” u yavaş yavaş kendisine tanımlamaya başlaması.

Daha teknik söyleyecek olursam varoluşun zihinsel boyutunun duygusal ve bedensel boyutlarda deneyimlenenleri tanımlamakta kullanılması. Kahır üretmekte kullanması değil. Zihin uydurur onun işi bu. Madem ki bir şeylerle meşgul olmak istiyor zihin, o zaman o meşguliyeti ona ben o zorlandığım anda bedenimde yaşadıklarımı ve ona eşlik eden duygularımı tanımlatmakla sağlayayım. Oraya da geleceğim birazdan.

Şimdi bilinç düzeyinin düşük ya da gelişmiş olduğunun göstergelerinden birazcık söz etmek istiyorum ki kendinizi öyle bir durumda bulursanız, kendiniz ya da karşınızdakini, elinizde biraz ipucu olsun. 

Martin Buber’in -varoluşçu bir filozof kendisi- kendi deyimiyle “I-thou (ben ve sen) ya da I-it (ben ve benim uzantım). Şimdi bunun ne olduğundan birazcık bahsedeyim.

Ben ve sen ilişkisinde, benim nasıl düşüncelerim, duygularım, bedenim varsa sen de aynı şeylere sahipsin. Ali ile Ayşe örneğine dönelim, ikisinin de gelişmiş bilinç düzeylerinde olduklarını varsayalım. Ayşe Ali’ye mesaj yazıp Ali’den cevap gelmediğinde Ayşe bedeninde bir büzüşme hissedebilir, duygusal olarak üzüntü hissedebilir. Buna atfettiği anlam olarak “beni unuttu, beni aklına getirmiyor” diye düşünebilir. Bunların hepsi mümkün, ama aynı zamanda şunu da düşünür: “Ali şu anda iyi zaman geçiriyor. Arkadaşlarıyla beraber ya da iş arkadaşlarıyla beraber. Şu anda benim mesajımı görmemiş olması bana değer vermiyor anlamına gelmez, saçmalıyorum”. Cevapsız kalacağı 2 saat 3 saati tolere edebilir.  Ben ve sen ilişkisi demek aslında ben kendimi ortaya koyarım, karşımdakinin de kendisini ortaya koymasına izin veririm. Biz farklılık içerisinde de birlikte olabiliriz. Birlikte olmamız için aynı şekilde düşünmek, aynı şekilde hissetmeye ihtiyacımız yok. Ben ve sen ilişkisi böyle bir şey.

Ama ben ve benim uzantım ilişkisi çok farklı. Diğerini kendisinin uzantısı olan olarak gören taraf diğerinin de düşünceleri duyguları olduğunu idrak edemez. Çok rastladığım bir örnekten bahsedeyim, özellikle yeni doğum yapmış kadınlarda. Evdedir, hele çalışan bir kadınsa o dönem çalışmıyor evde, iki-üç saatte bir emziriyor, onun dünyası çocuk bezleri, çocuk kakası, çocuk kusmuğu, süt sağmak, emzirmek. Böyle bir hayatı var. Ama erkek işe gidiyor. Farklı uyaranlara maruz kalıyor, adam bunalmış değil. Ama kadın bunalmış vaziyette. Çok da genellemek istemiyorum ama genellikle o dönemde hem kadın hem erkek ben ve benim uzantım ilişkisine giriyorlar. Çünkü kadın adam eve geldiğinde çocukla ilgilensin istiyor, kendisiyle ilgilensin istiyor, ama adam zaten yorgun bir gün geçirmiş ve de zaten çok da koşa koşa eve gitmiyor çünkü evde nasıl bir manzaranın onu beklediğini biliyor. Bazı erkekler için de çocuk olduktan sonra kendilerinin ikinci plana atıldığı gibi bir algı da varsa, kadın da erkek de daha çok kendi dünyalarına kaçıyorlar ve birbirlerinin içinde bulundukları durumu anlayamıyorlar. 

Örnek: Ayşe diyelim ki çalışıyordu, Ali de çalışıyor, tam Ayşe’nin doğuracağı zamanda bir şansızlık oldu ve Ayşenin işine son verildi. Şimdi duruma bakar mısınız, Ali birdenbire yeni doğum yapmış bir eş, iki kişilik aileye yeni gelmiş bir bebek, kendi de ilk defa baba oluyor, ama onun da üstüne iki kazanç girerken eve şimdi sadece kendi kazancı girecek ve iki kişi geçindirirken üç kişi geçindirecek, bir stres var adamın üstünde. Adam bunalmış zaten, ama kadın da adam eve geldiğinde “sen niye benimle ilgilenmiyorsun? Sen neden çocukla ilgilenmiyorsun?  sen neden bize daha fazla zaman ayırmıyorsun?” gibi adamı yemeye başladığında ben ve benim uzantım oluyor.

Adam da çeşitli nedenlerden dolayı kendi kaygılarını eşiyle paylaşamıyor aslında. Çünkü kadının yeterince derdi var, adam bir de ona ben de kaygılıyımı anlatamıyor. Zaten birçok erkek o şekilde bir etkileşim içerisine girmeyi de ya seçmiyor ya öğrenmiyor. Dolayısıyla adam da karısına ben ve benim uzantım şeklinde davranmaya başlıyor. Yani bir göstergesi o, bilinç düzeylerinin farklı olduğunun.

Bir diğer gösterge, şöyle açıklayacağım. İyi olduğumuz zaman fiziksel olarak doyum deneyimleriz, duygusal olarak ait hissederiz,  zihinsel olarak güçlü, yeterli, becerikli hissederiz ve manevi olarak da hayatımızın bir anlamı amacı olduğunu deneyimleriz.

Bir şeyler iyi gitmediğinde duygumuz değişir, yani basit örneğe gidelim yine, Ali yemekte Ayşe evde mesajına cevap gelmedi, Ayşe öfkeli, bunun gibi birçok şey yaşadığında bir ay içinde diyelim ki Ali ile ilişkisinde çöküntü yaşamaya başlar, yani yoksunluk, Yalnızlık, zayıflık ve anlamsızlık yaşamaya başlar. Bilinç düzeyi gelişmemiş olanlar, insanlar psikologlara ya öfkeliyken gelir ya da çökkünken gelir ve talep ettikleri şudur: “beni o şekilde destekle ki ben tekrardan sorun öncesi halime döneyim. Ama öyle olmuyor, saat şeklinde ilerliyoruz, geri gidemiyoruz. İlişkideki her zorlanma iki taraf için de kendini geliştirme fırsatı olarak kullanılmal. Kendini geliştirme fırsatı olarak kullanmak demek zorlanmak demektir. Çok basite indirgiyorum, kişi utanç, kaygı ve suçluluk yaşamadan gelişemez. Mümkünü yok. Yani utanç, kaygı ve suçluluk ne demek aslında ? diğerini fark ediyorum demek, diğerinden utanıyorum, diğerine karşı yaptığıma ilişkin suçluluk yaşıyorum, ya da yaptığımın diğeri üzerindeki etkisinin ne olabileceğine, ona nasıl bir zarar verdim, ona nasıl bir üzüntü verdim, kaygı verdimle ilgili bir farkındalık yaşamam lazım. İçinden geçmesi zor olan burası. Burayı yaşamaya direnç gösteren insanlar olgunlaşamaz. Geri gidemeyiz, gelişim bu ana kadar olan her şey ve biraz daha fazlasıdır. Dolayısıyla kendimizi geliştirmek istiyorsak eğer, yaşadığımız zorluğun içine dalmaya razı olmamız lazım.

Bir diğer gösterge bütünleşme ve farklılaşma, bunu biraz soyut bir şey olduğu için böyle gözlerinize bakarak anlatayım bunu. Benimle gestalt çalışmış olanlar için çok tanıdık bir terim. Yaşama bir bir şeylerle bütünleşme ve bir şeylerden farklılaşma süreci olarak bakabiliriz. Fiziksel boyutta yemek yediğimiz zaman yemekle bütünleşiyoruz, tuvalete gittiğimiz zaman yediklerimizden farklılaşıyoruz. Mesela duygusal anlamda birisiyle beraber bir şeyi paylaştığımızda, aynı şeye bakıp benzer şekilde duygulandığımızda duygusal anlamda bütünleşiyoruz.

Mesela ben üniversitede ders anlattığımda, öğrencilerim beni dinlediklerinde, zihinsel anlamda bütünleşiyoruz. Zil çalıp ders bittiğinde o zihinsel olarak bütünleşmemiz sona eriyor ve farklılaşıyoruz. Hayat her daim, her an bir şeylerle bütünleşip bir şeylerden farklılaştığımız süreçtir. Bana göre yaşam temelde iki işlevle sürdürülen bir süreçtir: bütünleşme ve farklılaşma. Ve bana göre bütün psikopatolojiler bütünleşme ve farklılaşma kıvamındaki bozukluktan kaynaklanır. Bir şeylerle çok bütünleşip farklılaşamıyorsak veya birşeylerden çok farklılaşmışsak ve bütünleşemiyorsak, orada bir tıkanıklık var demektir.

Demin anlattığım konuya bağlayacak olursam bunu, kendi duygularıyla çok bütünleşmiş, diğerinin duygularından da bir haber, yani çok farklılaşmış olmak, narsistik bir konumlandırmaya işaret ediyor. Aynı insana ilişkin hem olumlu hem olumsuz duyguları barındırmakta zorlanmak demek, aynı anda hem bütünleşip hem farklılaşmayı becerememek demek. Felsefi anlamda bana göre hayat, sürekli bir şeylerle bütünleşip bütünleştiğim şeyden farklılaşıp yeni bir şeylerle bütünleşip onlardan da farklılaşmak sürecidir. Bu yeni bir şeyler derken yeni bir insanı anlamayın sakın. Onu demek istemiyorum. Ama aynı insanla da aynı şeylere tutunmamak lazım. Çünkü gelişiyoruz, evet gelişiyoruz, büyüyoruz, olgunlaşıyoruz. Kalp atışını düşünün. Kalp nasıl atar böyle böyle değil mi yani hayat da öyle, bütün organlarımız öyle, aslında bir şeylerle bütünleşip bir şeylerden farklılaşıyoruz sürekli olarak. Ve bunu dengeli olarak yapmak zorundayız, kıvamında yapmak zorundayız, kıvamsızlık ne demek?  bir şeye çok tutunup onu bırakmamak demek ya da kendini bir şeyle çok tanımlamak demek. “Sen olmazsan yaşayamam” mesela, o zaman sensiz yaşayamam dediğim kişiyle çok bütünleşmişim, kıvam bozukluğu var, ya da “bunu asla yapamam” diyorsam bir şeyden çok farklılaşmışım, onu yadsıyorum demektir.

Son olarak bilinç düzeylerini nereden anlayacağız? Kişi tepkilerine şahitlik edebiliyorsa farkındadır, farkındaysa o kişiyle çalışılabilir, o kişi gelişebilir. Ama kişi tepkilerine şahitlik edemiyorsa, yaptıklarının farkında değilse, hiçbir şekilde o kişiyle çalışılmaz.

Şimdi bu ne demek? Ayşe şöyle dese; diyelim ki yastık fırlattı, hakaret etti, tırmıkladı, ertesi sabah Ali’ye şöyle bir şey dese “Ya bana ne oldu bilmiyorum, ya çok utanıyorum, neler yaptım ben dün sana, ama inan kötü niyetle yapamıyorum, kendime hakim olamıyorum” o kişiyle çalışılır. Çünkü o kişi yaptığının farkında, şahitlik edebiliyor kendisine.

Ama bir de şöyle bir durum var “Ne yapmışım ki?! Ne yani?! ne var yaptığımda?! Sen kendi yaptığına bak!” bu yaptıklarımı hak görüyorsam kendime, bunu sen istedin, sen kaşındın” şeklinde bir de üste çıkıyorsa, orada pek hayat olamaz. O ilişkinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi mümkün değil.

Çünkü anlamıyorsa durumu anlatmanın bir yolu yok, o zaman çıkmaz sokak . İşte  o çok üzücü oluyor. Diyelim ki şahit olabiliyor kendisine, şimdiye kadar söylediklerimi özetleyeceğim:

“Annen ne demek istedi, sana destek olmadığımı mı ima ediyor?” Kadın açıklama yapıyor, öyle olmadığını anlatmaya çalışıyor, Ali de diyor ki “aynı şeyleri anlatıp duruyorsun bana, zeki değilsin mi demeye çalışıyorsun”. Bu sefer kadın üzülür, anlatmaya çalıştıkça suçlanmaktadır, nihayteinde ağlamaya başlar. Bu sefer Ali ona “sen hastasın” der, aşağılamaya başlar, tipik patolojik bir narsizm davranışı bu, giderek üste çıkar ve karşıdaki giderek kendisini değersiz hissetmeye başlar ve hatta kendinden şüphe etmeye başlar, o duruma gelir. 

Bir borderline örneği de şöyle: Mesela evlilik yıl dönümünde Ayşe diyor ki “hayal kırıklığına uğradım, özel bir şekilde kutlamak istediğimi biliyordu, özenmemiş, gelişi güzel bir restoranda yer ayırmış,  bana önem vermiyor, değersizlik duygum depreşti”. Bağırır, suçlar yastığı yorganı eline verip kanepede yatmasını ister. “Belki o kuş beynin gelişir” gibi bir de hakaret eder, hızını alamayıp bir de tacizkar mesaj yazar. Orada ne oluyor?  Ali anlatmaya, açıklamaya, ikna etmeye çalışıyor, ama nafile anlatamaz. Çünkü ulaşmaz, durum ne oluyor aslında?

Gelişimsel olarak daha alt düzeyde olan duygusal olarak kendini regüle edemediği için diğerinin ihtiyacına duyarlı olamaz. Algıladığı tehdide karşı kendisini korumaya odaklanır.

Ayşe Ali’nin durumunu algılayamıyor o anda, kendisinin algıladığı tehdit nedir? Ben Ali’ye karşı hem olumlu hem olumsuz duygular barındırıyorum, bu benim için çok tehditkar, ben bu kaygıyı kendi içimde halledemiyorum. Tabii o öyle düşünmüyor da durum bu ve Ali ile aşmaya başlıyor.

Gelişimsel olarak daha üst düzeyde olanın girişimleri karşılık bulamayınca ilişkisel alandan bir şekilde çekilmeye çalışıyor, yani tamam tamam diyor, gidiyor, susuyor, bir şey yapıyor. Ali’nin bu çekilmesi Ayşe’yi daha da çok dellendiriyor. Alt düzeyde olanın algıladığı tehdidi daha da arttırıyor. Peki neye ihtiyaç var orada? Gelişimsel olarak daha alt düzeyde olanın ihtiyacı kapsanmak, sakinleştirilmek. Ancak davranışları diğerinin bunu sağlamamasını garantiliyor. Yani öyle bir talep ediyor ki bunu, karşıdaki değil onu sarıp sarmalamak, şeytan görsün yüzünü diyesi geliyor. Bu da Ayşe’nin durumunu daha da çıkmaz bir hale getiriyor. Gelişimsel olarak daha alt düzeyde olanın ihtiyacı, sarılıp sarmalanmak diyorum ya, şimdi haklı olarak şöyle dediğinizi duyar gibi oluyorum: “Allah Allah insanın karısı kocası ya da sevgilisi annesi değil ki sarıp sarmasın, ona sevgi şefkat göstersin, Hani fiş de bizdik priz de bizdik? Niye o zaman Ayşe’nin prizi biz olacağız ?” diyebilirsiniz tabii ki çok haklı olarak. Ama gelin görün ki gelişim düzeylerinde böyle bir farklılık olduğunda her zaman ama her zaman gelişim düzeyi daha üstte olanın daha altta olana kol kanat germesi gerekir.

Şöyle düşünün; Meyvesi olan bir ağaç, ağaçtaki meyve, fidanı bilir, gövdeyi bilir, dalı bilir, yaprağı bilir. Yaprak; fidanı bilir-gövdeyi bilir-dalı bilir; Dal, fidanı bilir -gövdeyi bilir;  Gövde, fidanı bilir.

Dolayısıyla kaygı düzeyi daha az olan, kaygı düzeyi daha fazla olana artık ebeveynlik mi dersiniz, terapistlik mi dersiniz, süt annelik mi dersiniz, ne derseniz deyin ama onu sağlamak zorunda başka yolu yok. Anlatarak olacak bir şey değil, had bildirerek hiç olacak bir şey değil, cezalandırarak hiç olacak bir şey değil, anlasın diye beklemek boşuna!  Evet Ayşe saldırıyorsa çok kaygılı demektir. Dolayısıyla yapılacak tek şey, ona sevgiyle, şefkatle yaklaşmak. Ama burada yine altını çizmek istiyorum: diğeri davranışlarına şahitlik edebiliyorsa Okey, edemiyorsa boşuna,  dead-end, yani çıkmaz sokak!

Eğer şahitlik edebiliyorsa bilinç düzeyi daha üste olanın rolü ne olacak? Gelişim düzeyi daha aşağıda olan tarafın ihtiyacı kapsanmak, sarılmak, sarmalanmak, değiştirilmeye çalışmadan olduğu gibi kabul edilmek. Bu ne zaman istenir? Çocukken istenir. Ebeveyninden alamadığını diğerinin ona sunmasını ister, deneyimlenen ne olursa olsun kapsanmak ve barındırılmak ister. Bu diğerinde nasıl bir mevcudiyet gerektirir? Nasıl bir mevcudiyet niteliği gerektirir? Sabır gösterecek, tahammül gösterecek, yansız, tarafsız, tercihsiz bir dikkat gösterecek, merak edecek, ilgi gösterecek, lütufla, ihsanla, şefkatle karşıdakine sarılacak.

Diyeceksiniz ki şimdi kardeşim sen bunun için para alıyorsun, yaparsın tabi ki. Ama ilişkide tarafların bunu birbirine yapması çok zor. Öyle değil mi? Kabul ediyorum, evet zor. hiç gördüm mü? Gördüm.

Bu çift terapiye gelirse, yine söylüyorum bilinç düzeyi daha düşük olanın şahitlik etmesi şartıyla, terapist ne yapacak? Duygusal regülasyonu sağlayamayan tarafın ihtiyacını karşılayabilecek, yani demin gösterdiğim şekilde onu kapsayacak, sakinleştirecek, destekleyecek ve diğer tarafa bunun nasıl sağlanabileceğini modellemiş olacak. Bu yöntem çiftin şimdi ve burada olmasını sağlayacak, “dün öyle yapmıştın, yarın da yapacaksın, zaten sen hep öyle yapardın”da olmayacaklar. Tamir etmek, halletmek, değiştirmek, manipüle etmek yerine çiftin o anda, ihtiyaçla temas etmesine vesile olacak bu yöntem. Temas farkındalık sağlayacak, farkındalık deneyimi değiştirecek. Ama tabii ki bu kısa sürede olmayacak, uzun sürede olacak. Bir sene mi? Bir sene az, bir sene çok az.

Evet ben biraz burada durayım. Sizin sormak istediğiniz ya da söylemek istediğiniz bir şeyler varsa onları dinleyeyim.

Dinleyici sorusu: ne zaman değer? 

Eğer karşıdaki şahitlik edebiliyorsa, o insanı seviyorsanız değer tabii ki, Çünkü değişebilir. Kaldı ki bilinç düzeyi daha yüksek olan da burada çok şey öğrenir, çok şey, çok şey öğrenir ve gelişir inanın.

Gelen Yorum: bilinç düzeyi yüksek olanın da bazı yanları gelişmiş değilse durum sanki zor

Who promised you rose gardens diyesim var, yani her yer gül bahçesi değil, tabii ki dikenler olacak. Bence istek varsa, inanç varsa mümkün.

Dinleyici sorusu:  Araba kullanıyorum da sorabilir miyim, yazamadım, biri diğerinin devamlı terapisti gibi olmaz mı o zaman? hani bilinç seviyesi  yüksek olan diğer kişinin sürekli terapisti gibi yaşamak durumunda kalır mı diye aklıma takıldı…

Sürekli değil tabii ki fakat başta o 24 saat şarjda kalacaktı ya, başta biraz sürekli gibi olabilir, ama benim yıllar içerisinde böyle çalıştığım çiftler oldu, inanılmaz güzel ilişkilere dönüştüğünü gördüm, şahit oldum. Sevgi emek ister. Evet sevgi emek ister.

Dinleyici sorusu:  Bilinç düzeyi yüksek olan yorulur tükenirse ne yapabilir dengeyi nasıl kurabilir ? Hepimizin kendimizi destekleyecek alanlarımızın mutlaka olması lazım.  Bence hiçbir ilişkide taraflar birbirlerinin salt besleyicileri olmaması lazım, ilişkinin dışında beslenebilecek alanlar yaratmakla yükümlüyüz kendimize.

Dinleyici sorusu:  Kendimizi nasıl yakalayacağız davranışlarımıza şahitlik edebilmek için?

Çok güzel bir soru. Zorlandığımız yerde mutlaka bir rahatsızlık hissederiz, bu rahatsızlık ya bedensel boyutta kendini gösterir, ya duygusal ya da zihinsel boyutta. Her zamankinden daha tedirginsem, her zamankinden daha kaygılıysam, zaten bedenimde birşey varsa onu algılıyorumdur inşallah, bunu pas geçmemek lazım. Zorlanıyorsam şöyle düşünmek lazım:  Her zorlanmanın barındırdığı bir iç görü vardır, o zorlanmaya zorlanmanın barındırdığı iç görüyü anlayacak şekilde bilinçli ve farkındalıklı bir şekilde eğilmek lazım.

Gelen Yorum: Bilinç düzeyi yüksek olan diğerinin aşağıda olduğunu bilirse daha azı ile yetinmeyebilir, çekmek istemeyebilir bir eşitsizlik bilinci oluşursa

Bu ifade şekli beni biraz düşündürdü, çünkü hiçbirimiz diğerimizin daha üstünde altında falan değiliz, hepimiz aynı bütünün parçalarıyız, hepimiz aynı kaynağın göstergeleriyiz. Bu şekilde konumlanırsak diğerini gelişimsel olarak bazı duraksamalara maruz kaldığı için ötekileştirmeyebiliriz. Onu başardığımız zaman zaten diğerine el uzatacak şefkati ve o kuvveti bulabiliriz.

Gelen Yorum: bunu bir Terapist gibi tam olarak neden kaynaklandığını anlamak değil, değil mi? iç görüyü anlamak dediğimiz şey aslında şu anda bana bir şeyler oluyor ve ben bununla burada kalıyorum ve bakıyorum. Yoksa yorumlamak neden böyle, nereden geldi değil.  İçgörüyü anlamak burada bana şu an bir şey oldu demek ve onunla orada kalabilmek

Teşekkür ederim bu fırsatı verdiğin için, zihnimi zinhar hikaye yazmakta kullanmayayım. zinhar ! Yanlış yola saparım. Bilişsel kapasitemi, bedenimde yaşadıklarımı ve buna eşlik eden duygularımı tanımlamakta kullanayım, tanımlamak diyorum bakın, yorumlamak demiyorum, tanımlamak.

Midem sıkıştı, nefes alamıyorum, sırtım ağrıyor, üzgünüm, sinirliyim, kaygılıyım, o kadar. Tanımlamak. Bu bir yöntem. Benim tabirimle bu yöntemi sürekli uyguladığınız zaman çok güzel bir ibadet haline geliyor ve ancak bu ibadeti uyguladıkça o zorlanmanın barındırdığı içgörüyü anlamak mümkün oluyor. Sonuçlara hükmetmeye çalışarak hiçbir sona varamıyoruz, onu söyleyeyim. Bu yöntemin adı “gestalt awareness practice” =  gestalt farkındalık uygulaması.

Dinleyici sorusu:   Şahitlik edemiyorsa insanın gelişme şansı var mıdır gerçekten?

Yoktur, yoktur. Eğer direniyorsa başkasının ona Ya bak böyle oluyor, böyle hissediyoruz falan filan dediğinde yadsıyorsa direniyorsa yapacak hiçbir şey yok. Taşıma suyla olmuyor.

Dinleyici sorusu:   Tüm bu konuşmalarımız aslında sağlıklı içgörüsü olan, kendisine de gözlem ve şahitlik yapan bireyler için geçerli diye duyuyorum, ama tabii ki narsistik kişilik bozukluğu veyahut gerçekten o diğer kişilik bozukluğunu yaşayan insanları da sürekli şefkatimizle, merhametimizle, bilinç düzeyimizle daha gelişmiş diye de kapsamaya davet etmediğini duyuyorum. Doğru mu duyuyorum? Nereye kadar değer sorusu…

Doğru duyuyorsun, şöyle diyebilirim, Nereye kadar değer sorusu yani gerçekten kişilik bozukluğu varsa, çünkü ben kişilik eğilimi ile kişilik bozukluğunu birbirinden ayırt ediyorum.

Dinleyici yorumu devam:   orada narsizmden bahsettiğiniz için ben oraya geliyorum, narsistik bir eğilim başka bir kavram ama gerçekten narsistik bir kişilik bozukluğu da başka bir kavram, ve narsisizm o yani bu tarz eğilimi olup da ama içgörüsü olup dönüşmeye meyilli kişilerle dolu çünkü

Evet şimdi çok tekniğe girmek istemiyorum tabii burada psikolog olmayanlar da var, narsistik gelişim düzeyi başka bir şey, narsistik kişilik eğilimi başka bir şey, narsistik kişilik bozukluğu başka bir şey, karıştırmayalım. Onun için daha yuvarlayarak söyleyeyim yaptığını yadsıyan, yaptığını kabul etmeyen, direnen kişiyle kesinlikle yol alınmaz.

Dinleyici sorusu:   Belki olayı başka bir boyuta getiriyorum şu anda ama, burada çünkü kurtarıcı yani biz o karşımızdakini kapsayacağız derken kurtarıcıya soyunup, ondan sonra da işte ben bunu yaptığım için söylüyorum ya deneyimimle önce kurtarıcıya soyunup ondan sonra karşımdaki bunun karşılığında işte atıyorum bana bir kabalık yaptı ondan sonra da yargıca girdim sonra da kurban oluyorum ve bu döngünün içerisinde sıkışıp kaldığıma defalarca şahitlik ettim. Burada bir netleşmeye ihtiyacım var. Yani biz bu bir tuzak gibi geliyor benim için bu tuzağın içine düşer miyiz kapsamaya çalışırken bir yandan?

Filiz çok güzel söyledin, bütünleşme ve farklılaşma kavramlarıyla sana cevap vermek isterim. Bütünleştiğim şey kurtarıcı rolüm olmamalı, onunla bütünleştiğim anda hapı yuttum. Bütünleştiğim şey her zaman anda beliren benim ihtiyacım olmalı. Her zaman. Anda beliren ihtiyacım, dünkü ihtiyacım değil, yarın ihtiyacım olacağını düşündüğüm şey de değil, anda beliren ihtiyacımla bütünleştiğimde bir önceki andan farklılaşmak zorundayım zaten, o zaman şaşmam. Kurtarıcı olmaktansa kapsamak, sarılmak, kabul etmek. Şefkat değiştirmeye çalışmadan olduğu gibi kabul etmek. Karşıdaki zaman zaman şahitlik edebilir,  zaman zaman da etmiyorsa “benefit of the doubt” vermek lazım, Yani edebiliyordur aslında, bu kendinin farkına varma meselesi hamilelik testi gibi. Bir kere pozitif çıktı mı bitti, Hani belki değildir falan yok, çıktı ya, pozitif. Yani burada da kendinin farkına varıyorsa bir kere, daha sonraları varmaması, o kapasiteye sahip olmadığı anlamına gelmez, direnç gösteriyordur.

Ben kıskançlık değilim, kıskançlık şu anda bilincimde beliren bir olgu. Ben o ve çok daha fazlasıyım. Yani ben kıskançlığı barındıracak kadar fazlayım. Ben aslında bu ve çok daha fazlasıyım ve ben şu anda o beliren kıskançlığa değil çok daha fazlası olduğum kaynağa eğilmek istiyorum. Bilinç gelişimi dediğimiz zaman lisanda gelişim alttan yukarı doğru gidiyor, ya da yukarıdan aşağı doğru geliyor, yani bir hiyerarşi oluyor. Halbuki bilinç gelişimi şu demek; daha fazla derinlik ve daha fazla genişlik demek aslında. Yani ben ne kadar geniş ve ne kadar derinsem o kadar daha kapsayıcı olabilirim demek. Bu demek başka bir şey demek değil. Hepimizin içinde bir borderline ve bir narsist var, hepimiz o dönemlerden geçtik. Şunu demek istiyorum aslında, kendinin o dönemdeki aynasına şefkatle eğil lütfen diyorum, o kadar.

Dinleyici sorusu:    Karşımızdaki kişi şahitlik edemiyorsa ne yapacağız? Eş ise uzaklaşılır ama ebeveyin ya da çocuğumuz İse ne olacak?

Çok güzel bir soru, bir kere kendimizi korumaya çalışacağız. Bu çok önemli çünkü bu uçakta giderken bir türbülansa girince maskeler düşer ya, önce kendinize sonra çocuğunuza takın derler. Çünkü sen nefes almıyorsan yanındakini de kurtaramazsın. Dolayısıyla eğer kendi davranışına şahitlik edemeyen bir ebeveynim varsa mesela ya da bir çocuğum varsa kendimi korumam lazım. Kendimi korumanın gündelik hayattaki iz düşümü: net ve açık temas sınırları demektir. Sınırların belirlenmesi ve o sınırların ne pahasına olursa olsun muhafaza edilmesi söz konusu olmalı. Ne pahasına olursa olsun.

Dinleyici sorusu:  bir insan sonradan narsist bir kişiliğe bürünebilir mi?

Hayır bürünemez.

Gündelik hayatımız bilgisayarlar gibi değil, delete tuşu yok, hayatımızda delete edemiyoruz. Ama ne yapabiliriz? Bundan sonra daha önceden onu korkuttuğumu anladığım davranışlarımı yapmayabilirim. Delete yok ama bundan sonrası için daha bilinçli, daha şuurlu, önceden zararlı olabileceğine ikna olduğum davranışları yapmamaya çalışabilirim.

Dinleyici yorumu:   Sen bunu söyleyince aklıma bana çok şifa veren Marshal Rosenberg’in bir sözü geliyor “her şeyin telafisi mümkün” buraya bırakmak istedim.

Evet, sanıyorum artık farklılaşma zamanımız geliyor, bütünleştik şimdi farklılaşabiliriz artık.

Bu yazı gestalt içinde yayınlandı ve , , , , , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.