Federico Faggin: Mikroişlemcilerden Bilince

Federico Faggin, modern tarihin en dönüştürücü yeniliklerinden biri olan mikroişlemcinin geliştirilmesiyle eş anlamlı bir isimdir. Fizikçi, mühendis ve girişimci olarak Faggin, Intel’de ilk ticari mikroişlemcinin geliştirilmesinde kilit rol oynayarak dijital çağın temelini şekillendirdi. Ancak yolculuğu burada bitmedi; o zamandan beri varoluşun en derin sorularından birine, bilincin doğasına yöneldi. Onun araştırmaları geleneksel bilimsel paradigmaları sorguluyor ve gerçekliğe dair anlayışımızı yeniden tanımlayabilecek sorular ortaya koyuyor.

Dijital Çağın Öncüsü

Faggin’in erken kariyeri çığır açan teknolojik ilerlemelerle şekillendi. 1970’lerin başında Intel’de çalışırken, dünyanın ilk mikroişlemcisi olan Intel 4004‘ün tasarımında ve geliştirilmesinde öncü rol oynadı. Bu başarı, kişisel bilgisayar devriminin temelini attı ve dijital cihazları günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline getirdi. Yarı iletken fiziği ve devre tasarımı konusundaki uzmanlığı, Silisyum Kapı Teknolojisi (SGT) gibi yeniliklerin geliştirilmesini sağlayarak mikroçiplerin verimliliğini ve performansını artırdı.

Bilgisayar dünyasında elde ettiği başarıya rağmen, Faggin kendisini daha derin bir soruya yönelmiş buldu: Bilinç nedir? (consciousness) Bu ilgi alanı onu mühendislikten uzaklaştırarak felsefe, sinirbilim ve kuantum fiziğine yönlendirdi.

Bilince Yönelik Çalışmalara Geçiş

Faggin’in bilincin doğasına dair merakı, maddesel dünya anlayışını sorgulamasına neden olan kişisel deneyimlerinden kaynaklanıyordu. Beynin yalnızca biyolojik işlevlerden ibaret olduğu fikrini sorguladı ve bilim dünyasında yaygın olan şu görüşü eleştirdi: Bilinç yalnızca beyin aktivitesinin bir ürünü müdür? Bunun yerine, bilincin varoluşun temel bir unsuru olabileceği hipotezini araştırmaya başladı.

Araştırmaları şu önemli soruları gündeme getiriyor:

  • Bilinç beynin bir ürünü mü, yoksa bağımsız olarak var olabilir mi?
  • Yapay zeka gerçek öz farkındalığa ulaşabilir mi?
  • Maddesel bakış açısı, insan deneyimini anlamamızı sınırlar mı?
  • Eğer bilinç temel bir unsur ise, fiziksel dünya ile nasıl etkileşime girer?

Materyalizmin Ötesinde: Yeni Bir Bakış Açısı

Faggin’in teorileri, evrenin yalnızca fiziksel etkileşimlerden ibaret olduğunu savunan klasik materyalist görüşe meydan okuyor. Bunun yerine, bilincin gerçekliğin birincil unsuru olduğunu ve hatta maddeden önce geldiğini öne sürüyor. Bu görüş, gözlemcinin gerçekliği etkilediğini öne süren bazı kuantum mekaniği yorumlarıyla da örtüşmektedir.

Sinirbilimin indirgemeci modelini sorgulayan Faggin, insan bilişinin gerçek anlamda anlaşılabilmesi için yeni bir çerçeveye ihtiyaç duyulduğunu savunuyor—bu çerçeve, öznel deneyimi, özgür iradeyi ve maddesel olmayan yönleri içermelidir. Çalışmaları, yapay zeka, sinirbilim ve zihin felsefesi için önemli sonuçlar doğurabilir.

Yapay Zeka ve İnsan Bilincinin Geleceği

Bugün teknolojide en çok tartışılan konulardan biri yapay zekanın geleceğidir. Yapay zeka sistemleri giderek daha gelişmiş hale geldikçe, birçok araştırmacı makinelerin bir gün bilince sahip olup olamayacağını sorguluyor. Faggin’in bakış açısı nettir: Yapay zeka, ne kadar karmaşık olursa olsun, insan bilincinin temel özüne sahip değildir, çünkü tamamen algoritmik bir yapıdadır ve öznel deneyimden yoksundur.

Bu perspektif, şu sorulara daha derin bir bakış sunar:

  • İnsan zekasını yapay zekadan gerçekten ayıran şey nedir?
  • Bilinç yapay olarak üretilebilir mi?
  • Bu sorular, yapay zekanın etik gelişimini nasıl etkiler?

Federico Faggin’in mikroişlemcilerden bilince uzanan yolculuğu, nadir rastlanan bir bilimsel yenilik ve felsefi sorgulama birleşimini temsil ediyor. Çalışmaları sadece dijital dünyayı şekillendirmekle kalmadı, aynı zamanda gerçekliği nasıl algıladığımızın temellerine de meydan okudu. Bilincin temel bir unsur olup olmadığı sorusunu gündeme getirerek, zihin, madde ve evren arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmemiz için bizleri teşvik ediyor.

Yapay zeka geliştikçe ve bilincin doğasına dair anlayışımız derinleştikçe, Faggin’in çalışmaları teknoloji ile insan deneyimi arasındaki bağı kurmak isteyenler için ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

Hayatım nasıl değişti: Göğsümden fışkıran beyaz enerji

Noel tatilinde ailemle birlikte Lake Tahoe’daydım. Bir arka plan bilgisi olarak söylemem gerekirse, uzun yıllardır mutlu değildim. Hayatta beni mutlu edeceğini düşündüğüm tüm hedeflere ulaşmıştım: güzel bir ailem vardı, herkes mutlu, herkes sağlıklıydı ve hayatımın geri kalanında harcayabileceğimden daha fazla param vardı. Çalıştığım toplulukta makul derecede tanınan biriydim. Ama yine de mutsuzdum ve nedenini bilmiyordum. Tüm bunları başarmışken nasıl mutlu olamazdım? Ve elbette, bu bir bilinç meselesiydi.

O dönemde bir bilgisayarı bilinçli hale getirmeye çalışıyordum. Çünkü nörobilimcilerin tartışmalarında bilincin yer almadığını fark ettikten sonra kendi kendime dedim ki: “Eğer bilim doğruysa, o zaman bir bilgisayarı bilinçli hale getirebilmeliyim.” Eğer beyin bir makineyse ve bilgisayar da bir bilgi işleme makinesi ise, bilinç bundan ortaya çıkmalıydı. Ama yapamadım. Boş zamanlarımda yaklaşık iki yıl boyunca bunun üzerinde çalıştım ama çözemedim. Fiziğin hiçbir yerinde elektrik sinyallerinin nasıl hislere dönüştüğünü açıklayan bir şey yoktu. Filozofların “qualia” dediği şeyin nasıl ortaya çıktığını anlatan bir fiziksel yasa yoktu.

Aynı zamanda yıllardır mutluymuş gibi davrandığımı fark ettim. Başarılı bir adamdım ve bu yüzden oyunu oynamak zorundaydım. Bir şirket yönetiyordum, yüzlerce çalışanım vardı ve güçlü görünmeliydim. “İşte, ben buyum. Eğer sen de başarılı olursan, mutlu olacaksın.” Ama yaklaşık bir yıl önce, metaforik olarak ayağımı yere vurdum ve iç dünyamı düşündüğümde, “Hayır, mutlu değilim. Anlamak istiyorum. Gerçekten neden mutlu olmadığımı anlamak istiyorum.” dedim. Bunu anlamaya yönelik yoğun bir isteğim vardı ve sanırım bu, bir tür dua gibiydi. Ve bu dua, Noel tatilinde yaşadığım deneyimi getirdi.

O gece yarısı susamış olarak uyandım. Mutfaktan bir bardak su alıp yatağa geri döndüm. Sadece uyumak istiyordum, aklımda hiçbir şey yoktu, bir şey tasarlamıyordum, düşünmüyordum. Ve birdenbire göğsümden bir enerji ışını fırladı. Fiziksel bir enerji gibiydi, gerçekten hissedilebiliyordu. Beyaz, pırıl pırıl bir ışık dışarı çıkıyordu ve sevgi gibi hissediliyordu. Ama öylesine güçlü bir sevgiydi ki, hayatımda daha önce böyle bir şey hissetmemiştim. Aynı zamanda büyük bir neşe ve derin bir huzur hissiyle karışmıştı. Daha önce hiç huzur hissetmemiştim. Ama o an, huzurun ta kendisiydim. “Bu benim. Evimdeyim. Ben buyum.” Çünkü bilincim o ışık huzmesi içindeydi.

Şok içindeydim. Böyle bir şey, özellikle de sevgi, nasıl benim içimden çıkabilirdi? Sevgiyi dışarıda ararsınız, ama nasıl olur da içeriden gelir? Tam bu deneyimi yaşarken birdenbire enerji patladı ve her yere yayıldı. Aynı beyaz ışık, bilincim izleyen konumdaydı. Bilincim hem bedenimin içindeydi hem de dışındaydı. Ve o an aklıma bir düşünce geldi, bu düşünce kelimelere döküldü: “Vay be, bu evrendeki her şeyin yapıldığı şey.”

Kendimi gözlemliyordum ama her zaman sahip olduğum bakış açısıyla… O anda oradaydım ve sonra birdenbire her şey yok oldu, ben tekrar eski halime döndüm. Normal varoluş biçimime geri döndüm. Orada ne kadar süre durduğumu bilmiyorum ama şaşkındım. Ve sonunda, bu deneyim hayatımı değiştirdi. Çünkü ertesi günden itibaren her şey çok netti: Daha önce kendimi dünyadan ayrı bir varlık olarak algılarken, şimdi dünya kendini gözlemliyordu. Bu inanılmaz bir farkındalıktı. Ama aynı zamanda içimde güçlü bir gerçeklik hissi uyandırdı.

Şimdi buna “bilincin doğrudan deneyimi” diyorum. Kitap okuyarak bir şeyleri anlamaya çalıştığımız dolaylı bir deneyim değil, doğrudan yaşanan bir şeydi. Çünkü yaşadığınızda, bildiğiniz bir şeye dönüşüyorsunuz. Tıpkı bir çocuğun oyuna tamamen dalması gibi… Oyun oynarken kendisini kaybeder ve oyun haline gelir.

Sonrasında çocukluğumda benzer deneyimler yaşadığımı hatırladım. Ama onlar sıradandı, olağanüstü değillerdi. Sadece deneyime tamamen dalmış oluyordum. İşte bu doğrudan deneyimleme, bildiğimiz tek gerçek bilgiydi. Ve benim için bu deneyimin verdiği gerçeklik hissi, matematiksel bir teoremi kanıtladığımda hissettiğim doğruluk hissinden bile daha güçlüydü. Bilimde bir şeyi kesin olarak bilmenin yolu bir teorem kanıtlamaktır. Ama matematikte bile her zaman doğru olduğu kabul edilen bazı aksiyomlarla başlarsınız. Yani gerçeği bilerek başlamazsınız, bazı şeyleri doğru kabul eder ve onlardan hareketle kanıt yaparsınız.

Deneyimden sonra…

Bu deneyim beni 20 yıl süren bir bilinç araştırmasına yönlendirdi. İlk adımım bir transpersonel psikolog ile konuşmak oldu. Bu yaşadıklarımı anlamaya çalışıyordum. O psikolog bana bazı kitaplar önerdi. Ama en önemlisi, meditasyon yapmaya başladım. Kendimi anlamamı sağlayacak her şeyi denedim. Ve aynı zamanda deneyimlerimi yazıyordum. Çünkü bu deneyimden sonra çok daha fazla rüya görmeye başlamıştım. Rüyalarım çok canlıydı. Kendimi daha derinden keşfetmek için bir kapı açılmıştı. Ve bu 20 yıl boyunca, olağanüstü olarak nitelendirebileceğim 100’den fazla deneyim yaşadım. Ama hiçbiri aynı değildi.

Birkaç kez beden dışı deneyim (astral seyahat) yaşadım ama her biri farklıydı. Sonunda şunu fark ettim: Bilinç ve özgür irade temel unsurlardı. Bu öyle bir anlayış seviyesiydi ki, her şeyi bıraktım. Son şirketimi sattım, içinde bulunduğum tüm yönetim kurullarından çıktım ve kendimi tamamen bilincin incelenmesine adadım. Amacım, bilimi ve spiritüelliği bir araya getirmekti.

Çünkü artık spiritüelliğin tadını almıştım. Yaşayarak elde ettiğimiz bilgi, kitaplardan öğrendiğimiz bilgiden farklıydı. Daha derindi. Ve bu, evrenin kuantum doğasıyla bağlantılıydı. Kuantum fiziğinin kurucuları bile bilincin doğasının kuantum fiziğiyle uyumlu olduğunu fark etmişlerdi. Ama klasik fizik ile bilinç arasında böyle bir uyum yoktu. Klasik fizik deterministik bir dünyayı tanımlar. Deterministik bir dünyada özgür irade yoktur. Eğer özgür iradeniz yoksa, bilinç ne işe yarar?

Evrenin Birliği

Eğer ne istediğinizi biliyorsanız ama özgür iradeniz yoksa, ne istediğinizi bilmek size ne kazandırır?

Çoğu spiritüel gelenek ve birçok felsefenin temeli, evrenin birliği üzerine kuruludur. Ve elbette, kuantum fiziği de bir birlikten bahseder, ancak bu birlik onların gözünde evrenin tek olması anlamına gelmez. Kuantum fiziğine göre fiziksel evren bütüncül ve dinamiktir.

Evren bütüncül bir yapıya sahiptir, yani ayrılabilen parçalardan oluşmaz. Evrenin içindeki her şey birbirine bağlıdır.

Ancak, bilinçle ilgili olağanüstü bir deneyim yaşadığınızda, bu bağlantılılık tamamen farklı bir anlam kazanır. Bu sadece fiziksel bir bağ olduğunu bilmekten ibaret değildir; çok daha derin bir şeydir. Fiziksel bakış açısından bağlantı, temel parçacıkların—örneğin elektronlar ve protonlar—aslında temel parçacıklar olmamasıdır. Onlar, bağımsız nesneler değil, alanların durumlarıdır.

Denizin üzerindeki dalgalar gibi düşünülebilirler—dalgayı denizden ayıramazsınız. Aslında, dalganın özellikleri, dalganın değil, denizin özellikleridir. Eğer denizi görmezsek, özellikleri dalgalara atfederiz, çünkü yalnızca dalgaları görürüz ya da sadece dalgaların var olduğunu düşünürüz. Ancak kuantum fiziğinde parçacıklar alandan ayrılamaz. Parçacıkların özellikleri, aslında, alanın özellikleridir ve biz bu özellikleri parçacıklar uzay ve zamanda belirdiğinde ölçebiliriz.

Bu olduğunda, parçacığın durumunu “uyarılmış durum” olarak adlandırırız. Ölçüm yapılmadan önce, bu durum teorik olarak tanımlanabilir, ancak doğrudan gözlemlenemez. Ancak, ölçüm yapıldığında, kuantum alanları ölçüm yapmak için kullanılan cihazla etkileşime girer ve bu etkileşim sırasında bir parçacık belirir. Ölçüm cihazı daha sonra bu etkileşimi bir sinyale dönüştürerek güçlendirir—bu bir ışığın yanması veya başka bir tür sinyal olabilir—böylece olay gözlemlenebilir ve paylaşılabilir hale gelir.

Gerçekte hiç kimse parçacığı doğrudan “görmez”; parçacık, ölçüm cihazıyla etkileşim yoluyla ortaya çıkar ve ardından bu olay klasik bir sinyale dönüştürülerek insanların algılayabileceği hale gelir. İşte bu şekilde olup biteni anlarız—ancak detayları tam olarak bilemeyiz, çünkü kuantum fiziğindeki ölçüm problemi hâlâ tam olarak çözülememiştir.

Yine de, daha derin bir gerçeklikte bir şeylerin var olması gerektiğini biliyoruz. Bu derin gerçeklik ortaya çıktığında, fiziksel bir forma bürünerek uzay ve zamanda kendini gösterir ve biz onu algılayabilir ve hakkındaki bilgiyi paylaşabiliriz. Ancak, bu bilgi semboliktir; alanın içinde gerçekte ne olup bittiğini tam olarak yansıtmaz.

Kuantum Dolanıklık

Örneğin, dolanıklık (entanglement) gibi alanın belirli özellikleri vardır ki bunlar tamamen kuantum fiziğine özgüdür. Dolanıklık, klasik uzay ve zaman çerçevesinde var olmaz—o, doğrudan gözlemleyebildiğimiz nesnelerin dünyasının ötesinde, daha derin bir gerçekliğe ait bir olgudur.

Her neyse, duruş (postür) aslında çok basit ve apaçık ortada, özellikle de konuştuğumuz kişiler için. Birincisi, var olan her şeyin bütünü dinamiktir ve bütüncül bir yapıya sahiptir—bunu zaten daha önce belirttim. Fizikçilerin tanımladığı şekliyle fiziksel evren, kendisini bilmek ister. İşte bu yüzden “kendini bilmek isteme” kavramını ekledim. Kendini bilmek isteme (wanting to know itself) kavramı, özgür iradeyi (Free Will) ve bilme sürecini içerir ki bu da bilinç (Consciousness) gerektirir.

Kendini bilme kapasitesi

Bilinç, var olanın kendini bilme kapasitesidir. Bilme kapasitesine bilinç diyoruz. Bunu bilimsel olarak tanımlarsak, bilinç “kendini bilme kapasitesi”dir. Bir farkındalık hali olabilir—bilme kapasitesi bulunabilir—fakat “ben” kavramını bilmeden de bu kapasite var olabilir. Ancak bu durum bilinçten kopuk değildir. Çünkü varlığın en temel düzeyine indiğinizde, o bütüncül bir bütündür; yani ayrılabilir parçalardan oluşmaz. Hiçbir şeyi ayıramazsınız ve onu ayırdığınızda değişmeden kalacağını söyleyemezsiniz. Bu yüzden hepimiz bir’in içinde varız, her şey bir’in içinde var, çünkü bir bütüncüldür.

Aslında “birlik” fikri bilimsel olarak hiç tam anlamıyla keşfedilmedi. Çünkü bilim indirgemeci (reduksiyona dayalı) bir yaklaşım kullanır. Bir şeyi anlamak için onu izole etmeye çalışırız. Bilim, “varsayalım ki bu şey başka hiçbir şeyle etkileşime girmiyor” diyerek çalışır. Ama aslında her şey birbirini etkiler. Eğer bir şeyi izole edebilirsek, onu tanımlayabiliriz. Ama izole edemezsek, onu tam olarak tanımlayamayız, çünkü her şeyle bağlantılıdır. Ancak bilim insanları, izole edilmiş bir şey üzerinden çalıştıklarında, o şeyin gerçekten izole olduğunu sanarak konuşurlar—bu ise doğru değildir.

Bu yüzden bu varsayımla başlıyoruz: Bilinç ve Özgür İrade vardır. Bunların tanımlanması gerekir. Bu noktadan başlarsak ne elde ederiz? Kuantum fiziğinin neden sahip olduğu özelliklere sahip olduğunu açıklayabiliriz.

Fizikçiler, kuantum fiziğini anlamadıklarını söylüyorlar. Peki, kuantum fiziğinde neyi anlayamıyoruz? Süperpozisyon kavramını—yani parçacıkların dalga gibi davranmasını. Parçacıklar ve dalgalar hakkında yapılan açıklamalar var, ama bu açıklamalar tam anlamıyla doğru değil. Çünkü ortada aslında “parçacık” diye bir şey yok. Daha önce söylediğim gibi, parçacıklar alanların (quantum fields) durumlarından ibarettir. Fizikte, hatta tüm gerçeklikte temel olan şey kuantum alanlarıdır.

Ontolojik düzlemde, yani varlığın temelinde, kuantum alanları vardır. Ancak kuantum alanları bilinçli değildir, özgür iradeye sahip değildirler—onlar maddesel oluşumlardır. Ama yine de kuantum alanları bütünüyle birbirleriyle etkileşim halindedir. Yani kuantum alanlarının sürekli birbirleriyle etkileşime girmesi, her şeyin birbirine bağlı olduğunu bize gösterir.

Bilinç ve Özgür İrade

Bu holistik (bütüncül) yapı, bilimin şu ana kadar yaptığı çalışmalardan daha öteye geçmek zorunda olduğumuzu gösteriyor. Çünkü bilimin yaptığı şey, genellikle ayrıştırmak ve analiz etmektir. Ama biz burada bütünüyle bir arada var olan, ayrıştırılamayan kavramlardan bahsediyoruz—örneğin, Bilinç ve Özgür İrade.

Bu iki kavram birbirinden ayrı düşünülemez. Özgür İrade’yi alıp onu Bilinçten bağımsız düşünemezsiniz. Aslında, Özgür İrade ve Bilinç birlikte çalışmak zorundadır. Daha önce de söylediğim gibi, biri olmadan diğeri anlamsızdır. Eğer 1 kendini bilmek istiyorsa, bu temel varsayım olarak kabul edilirse, o zaman her şey bir’in kendini bilmesi yönünde gelişir.

Peki, özgür irade ne anlama gelir? Kendi kendini bilme sürecini yönlendirme kapasitesine sahip olmak demektir. Aksi takdirde, mekanik bir süreçten ibaret olurdu ve bu mantıklı olmazdı. Bilinç, bilmenizi sağlayan şeydir, aynı zamanda kendi kendinizi bilme deneyimini yaşamanızı sağlar. Yani, ne bildiğinizi bilmenizi sağlar ve ne bilmediğinizi de size gösterebilir.

Örneğin, bir bilgisayarın kendi bildiğini bildiğini ve bilmediğini bildiğini düşünüyor musun? Kesinlikle hayır. Özellikle çok ince, soyut duygular söz konusu olduğunda—mesela sevgi gibi. Sevgi hissi öyle derin boyutlara sahiptir ki, onu ancak belirli bir noktaya kadar algılayabilirsiniz. Ama aynı zamanda orada daha da derin, bilinmeyen şeyler olduğunu da hissedersiniz. Yani, bilmediğinizi bildiğiniz bir durum oluşur ve bu sizi daha fazlasını keşfetmeye motive eder.

Bu noktada, sayılar gibi kesin ve belirli şeylerle bildiklerimiz arasında fark vardır. Örneğin, 7, 12 veya √2 gibi sayılar çok nettir. Ancak, mesela sanal sayılar (imaginary numbers) o kadar da kesin değildir. Çünkü kendisiyle çarpıldığında -1’i veren hiçbir gerçek sayı yoktur. İşte burada işler biraz “çılgın” hale geliyor.

Bunu operasyonel olarak ele alıyoruz. Operasyonel açıdan iyi, bize yardımcı oluyor, ancak aslında burada küçük bir gizem var. Nasıl olur da başka hiçbir sayı kombinasyonuyla oluşturulamayan bir sayıyı çağırabilirsiniz? Diyelim ki “Tamam, bu var olmalı, eksi birin karekökü ve ben buna ‘i’ diyorum” deyip devam ediyorsunuz. Operasyonel yaklaşım oldukça faydalı. Neyse, konuyu dağıtmak istemiyorum, ancak mesele şu ki, özgür irade bizim seviyemizde, kendimizi bilmek için sahip olmamız gereken bir şey.

Elbette fiziksel gerçeklikte var olan ve çoğunlukla klasik fizik ile mikroskobik seviyede kuantum fiziği kurallarına uyan bir beden tarafından sınırlandırılmış durumdayız. Çoğunlukla kuantum fiziği ve klasik fizik. Dolayısıyla, bedenlenmiş haldeyken sahip olduğumuz özgürlük sınırlı. Buna rağmen, aslında bilgiyi nereden alacağımıza ve bu bilgiyi anlama, içsel anlama dönüştüreceğimize “Temple” başına karar verebiliriz. İçsel anlam bedende değil, bedeni kontrol eden alandadır. Zaten bu teoride üç gerçeklik seviyesini düşünmek zorundasınız.

Çok sayıda ayrı yönü olan bir vektör; her sayı bir yönü, bu uzayda bir boyutu tanımlar. Ancak bu boyutlar, bu sayılar aslında karmaşık sayılardır. Karmaşık bir sayı, gerçek bir sayı artı sanal bir sayıdır. Dolayısıyla, bunlar N boyutlu gerçek uzayda bile şeyleri tanımlamak için kullanacağınız sayılarla aynı değil. Görüyorsunuz ki kuantum durumu dediğimiz bu şey, hayal edebileceğimiz bir şey değil. Matematiksel olarak üstesinden gelebiliriz, ancak gerçekte ne anlama geldiğini hayal edemeyiz. Aslında anlamı tanımlanmamıştır, ancak bir “olasılık genliği” olarak düşünülür. Olasılık genliği nedir? Bir karmaşık sayıdır; karmaşık eşleniğiyle çarpıldığında size bir olasılık verir. Tamam mı? Ancak oraya girmek istemiyorum. Matematik açısından bakıldığında, belirli bir yasaya göre (fizik yasaları) evrilen bir vektör olarak kesin bir durumdur. Bu evrim deterministik olarak kabul edilir, ancak bu, gerçek bir fiziksel değişkenin deterministik evrimi değil, bir olasılığın deterministik evrimidir. İşte burada, kuantum teorisi ile klasik teori arasında bir kopukluk var. Klasik teori yalnızca uzay ve zamanda hareket eden, ölçtüğünüz şeyleri (olasılıkları değil, doğrudan ölçtüğünüz şeyleri) tanımlar.

Klasik bir parçacıkta konum ve hız (veya kütleyle çarpıldığında momentum) bilinir. Bu parçacığın uzay-zamandaki yolunu tamamen hesaplayabilirsiniz. Ancak kuantum parçacığı (bir alanın durumu) için bunu yapamazsınız. Konum ve momentumu aynı anda keyfi bir hassasiyetle bilemezsiniz. Genellikle ölçüm yaptığınızda, enstrümanınızı birini veya diğerini ölçmek üzere ayarlarsınız, çünkü ölçüm türleri farklıdır. Birini belirli bir hassasiyetle ölçerseniz, diğerini bilemezsiniz. Bu İMKANSIZDIR.

Özgür iradenin varlığını bir postülat olarak kabul ettiğimizde, kuantum fiziğinin başka türlü açıklanamayan iki çılgın şeyini nasıl açıklayabileceğimizi gösteren bir teori sunmaya çalışıyordum. Bunlardan biri, “dalga fonksiyonunun çöküşü” dediğimiz şeydir. Yani bir ölçüm yaptığınızda, kuantum fiziği size yalnızca ölçebileceğiniz şeylerin olasılıklarını söyler. Ne ölçeceğinizi söylemez, dolayısıyla fiziğin bu kısmında matematiksel olmayan bir boşluk vardır. İşte bu, dalga fonksiyonunun çöküşüdür. Çünkü elinizdeki tüm olasılıkları bilmekten, ölçüm yaptığınızda yalnızca olası durumlardan birini ölçmeye geçersiniz.

Peki bu nasıl işliyor? Nedir bu? Bu yeni teoride, bu durum gözlemlediğiniz alanın Özgür İrade kararıdır. Diyelim ki bir elektron gözlemliyorsunuz ve elektronun uzay-zamanda bir yörüngesi yoktur. Yalnızca uzay-zamanda olmayan bu kuantum durumunu hesaplayabilirsiniz. Eğer bu vektörün konumunu (uygun bir araçla ölçtüğünüzde) ölçmek isterseniz, bu kuantum durumunu olası konumlara dönüştürmeniz gerekir. Hesaplamalar yalnızca parçacığı nerede bulabileceğinizi ve olasılıkları gösterir. Ancak ölçümü yaptığınızda, ölçüm anında “rastgelelik” dışında bir kural yoktur; yalnızca olasılıklar kontrol eder. Deneyi tekrarlarsanız, olasılıklar ne göreceğinizi tahmin etmenizi sağlar. Ancak ölçümü yalnızca bir kez yaparsanız, bir sonraki durumun nerede olacağını söyleyemezsiniz. Bunu açıklamanın tek yolu, bu kararın alanın özgür iradesi olduğunu söylemektir. Çünkü fizikçilere göre bu “saf rastgele” bir olayken, ben ve bu teoriyi birlikte geliştirdiğim fizik profesörü diyoruz ki: Hayır, bu elektron alanının neyi tezahür ettireceğine dair verdiği özgür irade kararıdır. Dışarıdan bakıldığında bu rastgele bir olay gibi görünür, ancak içeriden (alanın perspektifinden) bu bir özgür irade kararıdır. Ben ne yapacağımı biliyorum, dışarıdaki siz bilemezsiniz.

Bir araba kullandığınızı ve bedeni kontrol eden bilinçli bir varlık olduğunuzu hayal edin. Beden arabayı kullanır ve bunu öğrenmiştir. Bilinç ise bedenin yaptıklarını izler, müdahale edebilir veya etmeyebilir. Dolayısıyla, bilincin müdahale etmemesi “bilinçsiz” olduğunuz anlamına gelmez. Yalnızca bilinçli bir şekilde bedenin kendi programını işletmesine izin verirsiniz. Beden kendi programını işlettiğinde, bu davranış öngörülebilirdir. Bilinçli olsanız bile davranışınızı tahmin edebilirsiniz, çünkü bedeninizin yaptığı mekanizma üzerinde etki etmiyorsunuzdur. Ancak diyelim ki olağanüstü bir durum var ve bilinciniz “Müdahale etmeliyim” diye izliyor. İşte o anda bilinç devreye girer ve özgür iradeyi kullanır. Bu özgür irade eylemi, öngörülemeyen bir yaratımdır. Bunu asla tahmin edemezsiniz. Sadece bir makine olsaydınız, bu öngörülemez olmazdı.

Diyelim ki tüm bu kısıtlamalardan uzak, çok gelişmiş bir ortamda yaşıyorsunuz. Öyle gelişmişsiniz ki yaptıklarınızı izliyor ve asla müdahale etmiyorsunuz. Bu durumda hâlâ bilinçlisinizdir, ancak adeta hiç hareket etmiyormuş gibi davranıyorsunuz. Yani özgür iradeniz yokmuş gibi görünür, çünkü doğanızın (geliştirdiğiniz yapının) yaptıklarını asla değiştirmiyorsunuzdur. Ancak bir şeyler ters giderse müdahale edebilirsiniz. Hiçbir şey ters gitmezse, yolunuza devam edersiniz.

Başka bir deyişle, bir varlık kendini belirli bir yönde ilk kez tanıdığında, bu bilgiyi varlığa dönüştürür. İşte bu NORAD‘dır, bir Bilinç birimidir. Tüm özellikleriyle bir “bütün” olan bir alandır, çünkü bir varlık kendini tamamen o yönde görmelidir. Kendine baktığı özel bir perspektiften kendini tanıyarak bir “bütün” yaratır, ancak bu aynı zamanda bir “parça”dır çünkü kendini tanıyabileceği çok sayıda perspektife sahiptir. İşte bu yüzden hem “bir”in parçası hem de bütünüyüz.

Kişisel tecrübelerim

Söylediğim birçok şeyi daha önce başkaları da söylemiştir, yani burada benzersizlik iddiasında bulunmuyorum. Sadece, çoğunlukla deneyimlerim aracılığıyla keşfettiklerimi aktarıyorum. Çoğunlukla kişisel tecrübelerden, kitaplardan daha az beslenerek… Ancak kitapları okuduğumda çoğu zaman başkalarının da benzer şeyleri ortaya koyduğunu görüyorum.

Bu yazı Bilim-Teknoloji-Yapay Zeka / Science-Technology-AI içinde yayınlandı ve , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.