Anadolu’nun şifacı kadınları: Prof.Dr.Hanna Nita Scherler

Klinik psikolog, prof.dr.Hanna Nita Scherler ile gezgin ve blogger Didem Mollaoğlu‘nun yaptığı harika söyleşinin yazıya aktarılmış halini hocamdan aldığım izinle paylaşıyorum.

Anadolu’nun şifacı kadınları başlıyor

Merhabalar ben Didem , Anadolu’nun şifacı kadınlarını konuk ettiğim programın bu haftaki konuğu Nita Scherler, 1958 yılında İstanbul’da anne tarafından Gürcistan, baba tarafından İspanya Avusturya’dan göç eden bir aileye doğan Nita, Boğaziçi Üniversitesi İşletme bölümünden mezun olduktan sonra aynı üniversitede, sosyal psikoloji ardından klinik psikoloji masterı, daha sonra Amerika’da the fielding graduate Üniversitesi’nde klinik psikoloji doktorası yaptı.

Amerika’dan döndükten sonra bir süre Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışan Nita, Doçent unvanı aldıktan sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Öğretim Üyeliği yaptı. 2014 yılında Profesör unvanını aldığı Hasan kalyoncu Üniversitesi’ne geçti ve halen aynı Üniversitede Öğretim üyeliğine devam ediyor.

1988 yılında gestalt yöntemiyle tanışan Nita gestalt felsefesini öğrettiği bireysel gelişim programlarıyla beraber bireysel ve çift danışmanlığı yapıyor. Nitayla hikayesini ve yolculuğunu konuşacağız. Hoş geldin.

 HNS: Hoş bulduk

DM: Nasılsın?

HNS: çok iyiyim, Seni gördüm daha iyi oldum. sen nasılsın?

DM: Ben iyiyim ama çok heyecanlıyım, Şu an bayağı zangır zangır titriyorum, çok uzun bir ara vermiştim programa, 3 ay kadar, şu anda hem yeni başlıyormuş gibi hissediyorum, hem de ilk defa bir Terapist konuğum oluyor. o nedenle epey Heyecanlı bir program benim için. öncelikle davetimi kabul ettiğin için çok teşekkür ediyorum

HNS: ben beni davet ettiğin için teşekkür ederim. Benim için de enteresan bir söyleşi olacak

DM: kesinlikle, çok heyecanlıyım bu söyleşi için. Ben Nita ile nasıl tanıştım kısaca bahsetmek istiyorum. Bu programın dinleyicisi olan ve sonrasında benim çok yakın arkadaşım olan sevgili Ceyla Beller sayesinde tanıştım. Ceyla Nitadan geştalt eğitimi alıyor Yaklaşık 2 senedir, senden çok bahsediyordu Ben de açıkçası Terapist olman sebebiyle herhalde kabul etmez diye düşünüp bir süre seninle iletişime geçmedim. Ama daha sonra Ceyla bu konuda beni biraz yüreklendirdi ve ardından seninle iletişime geçtim ve ilk defa bir Terapist programa konuk olacak demiştim. Neden bu bu kadar benim için heyecanlı çünkü genelde terapistler o mahremiyet sebebiyle danışanlarıyla o mesafeyi, o sınırı korumak maksadıyla bu programda yer almayı çok tercih etmiyorlar. Ama senin bakış açın çok farklı. Seninle birkaç kere telefonda da konuştuk ve senin o bakış açını o kadar gerçek buldum ki, o kadar samimi buldum ki bu benim çok aradığım ve hayatıma da dahil etmeye çalıştığım bir şey olduğu için ayrıca benim için çok önemli bir program olacak açıkçası. O nedenle de buradan neler çıkacak Gerçekten bilmiyorum ama hepimize şifa olsun Dilerim ki. öncelikle geştalt yönteminden bahsetmek istiyorum. Geştalt yöntemini nedir? Nasıl bir şifası var? Nasıl bir süreç?

HNS: Bu soruna cevap vereceğim tabii ki ama önce ben bugünkü seninle olan sohbetime nasıl bir niyetle başlıyorum onu paylaşmak istiyorum: sabah erken saatlerde böyle keyifli uzun bir yürüyüşe çıktım ve yürürken şunun aklımdan geçtiğini gördüm fark ettim: dedim ki kendi kendime “bugünkü sohbetim benim kendimi getirdiğim bugüne kadar kazanmam gereken bir farkındalık varsa bundan sonra yoluma nasıl devam edeceğim hususunda o farkındalığı bana kazandıran ve bu sohbetin içeriğini dinleyen ve dinleyecek olan herkese de aradıkları şifayı bulmalarına nasip olacak bir konuşma olsun” diye içimden geçti.

DM: Tüyerim diken diken oldu. Umarım.

HNS: şimdi geştalttan başlayalım, geştalt aslında bir literatürde Fritz Perls’in 1950’li yıllarda karısıylageliştirmeye başladığı, 1960’lı yıllarda çok popüler olan bir psikoterapi yöntemi. Ben gestaltla Cleveland’daki gestalt enstitüsünde bir psikoterapi yöntemi olarak tanıştım. Fakat bu yöntemin öğretilerini hayatıma kattıkça aslında bu yaklaşımın sadece bir psikoterapi yöntemi kutucuğu içersinde algılanmasının barındırdığı çok engin felsefeye haksızlık olacağını düşünmeye başladım ve ben kendi kendime bunu bir terapi yöntemi olarak değil bir bireysel gelişim yöntemi, bir yaşam felsefesi olarak yayma isteği doğdu içimde. 1988 yılında bu yöntemle tanıştığımda hemen ardından benim hayatımda o kadar belirgin ve benim için güzel açılımlara vesile oldu ki yani içimden şöyle bir şey geliyordu “sokaktaki insanları durdurayım ve onlara Gestalttan bahsedeyim, onlar da faydalansınlar” gibi bir heyecan vardı içimde.

 Nedir sorusuna cevap verecek olursam da bir metaforla anlatmayı hep daha uygun buluyorum anlaşılması açısından. Piyano metaforunu kullanıyorum; Hepimiz bir piyano klavyesiyiz diye düşünelim,88 tuşa sahibiz, hepimiz 88 tuş barındırıyoruz.  ve bir araya geldiğimizde de hepimiz o tuşları çalarak birtakım melodiler müzikler oluşturuyoruz. Ne var ki sahip olduğumuz 88 tuşun tamamını kullanmıyoruz. Herkes içinde doğup büyüdüğü ailede annesinin, babasının, öğretmeninin, alt kültürünün çaldığı tuşları benimsiyor, onları öğreniyor. Rakam verecek olursam hepimiz 88 tuşun ya 25’ini çalıyoruz ya 35’ini çalıyoruz, geriye kalanları barındırıyoruz, ama bazen barındırdığını dahi farkında değiliz.

Geştalt şöyle bir yöntem: herkes diğeriyle karşılaştığında, diğeriyle temas ettiğinde, yolları çakıştığında, kendi piyano klavyesinden birkaç tuş çalarak diğeriyle temas ediyor ve şöyle oluyor İyi ki:  karşımdaki benim çaldığım tuşlarla değil, benim barındırdığım ama henüz çalmadığım veya barındırdığımın farkında olmadığım tuşları çalarak benimle iletişime giriyor. Ve ben orada şaşırıyorum çünkü “bu tuş da nereden çıktı” diyorum ya da “Ay niye bu tuşa bastı? Bu tuş yasak günah, ayıp, olmaz, kötü diyorum.” ya da “Bu tuş çok güzel ama ben nasıl çalabilirim ki?”diyorum. Bu şekilde aslında diğeriyle temas ede ede kendimde barındırdığım ama henüz çalmadığım, henüz temas etmediğim tuşlarımla tanışmak ve onları da çalma fırsatını elde etmeyi öğreten bir yaşam felsefesi diyebilirim Gestalt için.

DM:  Muazzam anlattın. Kesinlikle aslında yaşadığımız şeyleri de çok özetleyen bir şey değil mi? yanianlayamadığımız yerleri de aslında çok güzel ifade ettin bu metaforla. Dolayısıyla Tam da buralardazorlanıyoruz Aslında ve senin de bahsettiğin gibi çoğumuz farkında değiliz neleri kullandığımızı ya daneleri Kullanmadığımızı ya da neden kullandığımızı bile bilmiyoruz aslında bir yandan da. çünkü öyle öğrenmiş otomatik olarak yerleşmiş ve eğer sorgulamıyorsak hayatımız bu şekilde devam ediyor ve farklı bir notaya basan birisi bizi ciddi anlamda tetikleyebiliyor ya da yaralayabiliyor.

HNS: aynen aynen Evet

DM:  peki hani işletme okumuşsun işletme okuduktan sonra psikolojiyle ilgilenmen Nasıl oldu? bu alanda ilerlemeye nasıl karar verdin?

HNS: enteresan bir hikaye O da. Ben aslında 14 yaşında psikolog olmak istemiştim. yani çok istiyordum psikolog olmayı, fakat sıralamam öyle bir şekilde olmuş ki ben Boğaziçi Üniversitesi 2 yıllık orta kademe yöneticiliği kazanabildim,1977 yılında girmiştim sınava, o yıl kazanamadım 78 yılında orta kademe yöneticiliğe kazandım ve sorup soruşturdum oradan geçebileceğim bir tek yer olduğunu söylediler O da İşletmeydi, ama onu da yapabilmem için ilk üçe girmem gerekiyormuş. Ben de onu yaptım, İlk yılın sonunda ilk üçe girerek işletmeye, yani 4 yıllık programa geçiş yaptım. Aslında 4 yıllık programda istesem psikolojiye geçebilecektim, ama yine çok çalışmam ve yine derecelere girmem gerekiyordu. Ben biraz ağırdan almayı tercih ettim. dedim İşletmeyi okuyayım İşletmeyi bitireyim sonra bakarım ve onu bitirdikten sonra da aslında klinik psikolojiye başvurmuştum, fakat 1982 yılıydı 1982 yılında YÖK çıktı ve yök’e göre o yıl Master programları en fazla 3 yılda bitirilmeliydi, ama benim alttan almam gereken bir sürü ders vardı ve hocalar 3 yılda bunu bitiremeyeceğimi dolayısıyla önce sosyal psikoloji masterı yapmamı 2 yıl, ondan sonra B da ik yıl klinik psikoloji masterı yapmamı önerdiler. herkes beş ders alırken her dönemde Ben sekizer ders almıştım ve o şekilde iki tane  masterı da bitirmiş oldum. Fakat sonradan yani yıllar sonra çok işime yaradı bu işletme ve sosyal psikoloji masterı. Çünkü şirketlere, kurumlara iş yapma fırsatım doldu ve bu işletme ve sosyal psikoloji eğitimlerim beni çok daha zengin bir altyapıyla o soyunduğu işlere hazırlamış oldu.

DM: Psikoloji dünyasına daldığında Peki Sonuçta kendine doğru iyice bir derinleştiği bir yolculuğa girmiş oluyorsun. yani bunu bir Terapist olarak uygulamaktan öte zaten terapistler önce kendileriyle çalışıyorlar, uzun süreler terapi alıyorsunuz. Bu süreç senin için nasıl geçti? kendine dair neler keşfettin? neler gördün? oraları nasıl iyileştirdin?

HNS: yine geştalt çerçevesinde cevap vermeye çalışayım. Geştalt yönteminin temelinde temas oturur, temas. Hayat aslında bir temas sanatıdır. Temas deyince hemen akla diğeriyle temas geliyor, doğrudur, ama aslında diğeriyle temas insanın kendiyle temasını kolaylaştıran, kendiyle temasına zemin hazırlayan bir süreçtir. Teması kumaş gibi düşünelim, temas bir ilişkisel dokudur bence. Nasıl kumaşın dokusu ne kadar kalınsa kumaş o kadar sağlam olur, temasın dokusu da gestalt bakış açısına göre net olmalı, tanımlanmış, net sınırlarda gerçekleşen temas sağlam temastır. Net sınır demek koordinatlarım farkında olmam demek.

Ben yine bir metaforla açıklayayım gündelik yaşamda da hepimizin hem uçak hem havaalanı olduğunu düşünürüm ben. Havaalanı anlamında şöyle havaalanıyız; diğer uçaklar yani diğer insanlar nereye inecekler? havaalanlarında uçakların ineceği yerler, Gece ve gündüz çok çok net belirtilmiştir ya, yani uçağın tam olarak nereye ineceği kesindir, insanlarla ilişkide de aslında temasların Doygun olması, tatminkar olmasının altında yatan en önemli unsur, net temas sınırlarının oluşturulmasıdır. yani koordinatlarını net belli etmek, istediğini istemediğini net ortaya koymak. Şimdi hayata bir temas silsilesi, temas süresi olarak bakarsak, insan bütün hayatında sürekli bir şeylerle temas ediyor. Temas ne demek? uçak konuyor sonra havalanıyor konuyor sonra havalanıyor .hiçbir uçak konduğunda ilelebet konmuş kalmıyor havalandığında da ilelebet havada kalmıyor. gündelik hayatta bu ne demek?  Biz birbirimizle buluşuyoruz, sonra farklılaşıyoruz. hayatta da bir şeylere tutunuyoruz. Ondan sonra o tutunduklarımızı bırakmak durumunda kalıyoruz, yani hayat hep tutmak bırakmak, buluşmak ayrışmak. Öyle bir silsile olarak bakarsak soruna o çerçeve dahilinde cevap vermek isterim.

Hayatımda temas etme niteliğini nasıl geliştirdim, geliştirmeme fırsat veren hayatımdaki en belirgin olaylar nelerdi? dilersen onları paylaşarak anlatayım.

 DM: Lütfen burada birkaç soru geldi aklıma onları paylaşabilir miyim önce?  birincisi bu sınırlar mevzusu. Bence Türkiye’de sınır çizmeyi çok bilmiyoruz. Bu ya ayıp oluyor, benim ailemden ve benim onlardan öğrendiğim şey mesela. Hiçbir sınır olmadan hiçbir zaman hayır diyememek. Eğer istemediğin bir şeyse ya da müsait değilsen en basitinden diyelim. bunu şimdi öğrenmeye çalışıyorum.

özellikle dikkat etmeye çalışıyorum ama burada aklıma takılan şey şu: Ben bu sınırları korumaya çalışırken o zaman değişim nasıl olacak?  bu kadar sınırlarımı çerçevelerken o çerçevenin dışına çıkmakla gelişmek nasıl mümkün olacak? yani burada nasıl bir denge kurmak lazım? hani uyumlu olmakla kendi sınırını korumak ya da belki o sınır bana iyi gelmiyor ya da o sınır egodan geliyor olabilir, kibirden geliyor olabilir, bilmiyorum, Sadece örnek veriyorum. buradaki dönüşümü nasıl fark edeceğim? buradaki buradaki sınırı nasıl bileceğim kısmında kafam karışıyor mesela…

HNS:  sınırların statik olduğunu düşündüğünü varsayıyorum Bu sorudan. sınırlar hiçbir zaman statik değildir. sınırlar dinamik olmak zorundadır.

DM:  neye göre Mesela?

HNS:  şimdi e varoluşumuzun çeşitli boyutları var. mesela birincisi fizyolojik boyutumuz- fiziksel boyutumuz. en somut sınırdan bahsedeyim sana. Bebekken, bir bebeğin kendisinin dışındakilerle temas edebileceği somut sınırı bedeni kadardır. değil mi? Ama o bebek büyür çocuk olur ergen olur, yetişkin olur, boyu büyür ve kilo alır, yani dış dünyayla temas edebileceği fiziksel alan yaşla beraber farklılaşır. Demek ki sınırlar hiçbir zaman evrimsel olarak statik olamaz.

Duygular; duygular bir çocuk için çok basit duygulardır ya üzülür, ya sevinir, ya korkar, ya öfkelenir, ya şaşırır, ya tiksinir. o kadar. yeni doğmuş bir bebek ama konuşmayı öğrendikten sonra artık kaygı duyabilir olur. Çünkü kaygı duymak için kahır üretebiliyor olmamız lazım. Dolayısıyla duygusal sınırlarımız da genişliyor. zihinsel sınırlarımız da öyle. zihinsel sınır ne demek? zihinsel sınır değer yargıları, inançlar, hayat görüşleri demek. hayat görüşü olmayan bir dönem yok hayatımızda. mutlaka bir değerimiz, bir hayat görüşümüz olacak. sorun ondan kaynaklanmıyor. sorun bir yerlerde geliştirdiğimiz ve içselleştirdiğimiz hayat görüşünü mutlakmış gibi zannedip onu hiç değiştirmeden onun hapsinde kendimizi tutmaktan kaynaklanıyor. Dolayısıyla zihinsel sınırlar da gevşemek, değişmek,  daha enginleşmek durumundadır.

Spiritüel hayatımızı da düşünebiliriz. Manevi hayatımız da aslında kendimizi dünyada nasıl konumlandırdığımız, dünyadaki yerimizin, amacımızın ne olduğu sorusuna verdiğimiz cevap için kullandığımız inanca göre değişir. Dolayısıyla Evet sınır temas için şarttır ama kesinlikle statik değildir. Tam tersine gestalt bakış açısında andaki ihtiyaç doğrultusunda esnetilebilmelidir.  

DM: Buralar hakikaten benim çok zorlandığım insan ilişkilerinde şimdi bayağı yeniden bir format atıyorum kendime, çünkü bir sürü inancım var, bir sürü öğrenilmiş şeyler var. Dolayısıyla bunu değiştirmek hiç kolay değil ve sağlıklı bir ilişki kurmakta şu sıralar epeyce zorlandım. Hem kendi duygularımı ifade ifade etme anlamında söylüyorum bunu, hem de davranışsal olarak kendimi korumak ve Sınırlarımı korumak anlamında. Dolayısıyla Belki de hani ilişkilerim imizde de bu kadar problem yaşamamızın sebebi de o. Sınır koymayı öğrenmem gerekiyor diyorum ben onu çok daha sert bir yerden algılıyorum, “statiktir, sınırlar değişmez” gibi algılıyorum, bu sefer yine yürümüyor. Dolayısıyla onun kıvamını tutturmak nasıl mümkün olabilir? yani orada neye dikkat etmemiz gerekiyor? kendimizle sürekli bağlantıda olmamız gerekiyor evet ama  sence asıl oradaki ipucu ne?

HNS: ipucu zorlanmanın değişime davet olduğunu anlamak.  Yani zorlanmak “Eyvah zorlanıyorum” diye karşılanacak bir olgu değil hayatımızda. Tam tersine her zorlanma insanın kendi derinliklerini, kendi özünü keşfetmesi için bir fırsat daha oluyor. Yani aslında kendine koymuş olduğu sınırları revize edebileceği bir fırsat daha oluyor zorlanma. Zorlanmalardan kaçmak yerine onlarla teması seçmek, zorlanmanın insana yaşattığı duyguların ifadesine izin vermek. Onlarla temas etmek, insanın zorlanma ile temas etme kaslarını geliştirmesine ve dayanıklılık kazanmasına fırsat yaratır.

DM:  Burada yine kendimden yola çıkarak bir şey sormak istiyorum. Nereye kadar zorlanacağız peki? yani tamam zorlanma güzel bana öğretiyor kendime dair bir şeyler öğretiyor ama mesela arkadaşlık ilişkisi ya da romantik ilişki hiç fark etmez, kendimin suistimal edildiği, kurban rolüne düştüğüm ilişkiler ya da artık bana hizmet etmeyen ilişkiler diyelim, yani bu zorlanmanın nereye kadar olduğunu nasıl biliyor insan? yani orada nereye kadar bu insanı hayatımda tutuyorum ve o zorlanmadan bir şey öğreniyorum? nereye kadar “Bu kadar yeterli sana eyvallah” demem gerekiyor. Oraları Nasıl bileceğiz?

HNS: Zorlandığımızda yapmamız gereken şey bizi zorlayan uyarana İçimizden teşekkür etmek ve zinhar onunla uğraşmamak. Çünkü işimiz o değildir, o sadece bir araçtır, O bizi zorlamamıştır, onun herhangi bir davranışına atfettiğimiz anlam, onun herhangi bir davranışının bizde tetiklediği geçmiş deneyimlerimizden  dolayı zorlanmaktayızdır. Dolayısıyla o kişiye kendimizi anlatmaya çalışmak, onu ikna etmeye çalışmak, ona had bildirmek, onu suçlamak, onu görmezden gelmek, onu cezalandırmak ya da onun beni affetmesine çalışmak bana göre abesle iştigal.  Ben onlara “ikame tatmin” diyorum “substitute satisfaction”.

Esas meselem karşımdaki değil. Esas meselem ben bu zorlanmaya varoluşumun boyutlarında nasıl tepki veriyorum?  bedenimde ne oluyor? buna nasıl duygular eşlik ediyor? nasıl düşünceler üretiyorum? Hayat anlamım, amacım bundan nasıl etkileniyor? Girmem gereken yol orası. Diğeriyle uğraşmak beni kendimden alıkoymaktan başka hiçbir işe yaramaz. Dolayısıyla ben kıvamında kendi iç yolculuğuma daldığımda, karşımdaki zaten bundan kendisine düşen payı algılamıyor, anlamıyor ise, benim onu hayatımdan çıkarmama hiç gerek kalmadan kendi gider zaten. Ama benim iç yolculuğun onun iç yolculuğundaki bir şeylere de vesile oluyorsa, kalır. O zaman birbirimizi şifalandırırız.  

DM: Sen çiftlerle de çalışıyorsun , bana çok fazla mesela boşanmak isteyip de boşanamayan kadın yazıyor. Mesela onların durumunda Nasıl? yani bir ilişkiyi devam ettirmek için bir çaba göstermek gerekiyor karşılıklı tabii ki de. ama o çabayı nereye kadar gösterip sonrasında nasıl bir “Tamam burada yollarımız ayrılıyor artık” demek, Orada çok zorlandıklarını ifade ediyorlar genelde, çaba gösterecekler ama hani nereye kadar çaba göstermeliler? o boşanma kararı almak bu anlamda çok kolay bir yer değil.  Senin tecrüben dayanarak nasıl değerlendiriyorsun bu süreci ?

HNS: Bence hayatımda öğrendiğim önemli derslerden biri “sonuca hükmetmemektir”.  yani boşanayım mı, boşanmamayım mı kararı zaten bir ilişkide tek tarafın tek başına alabileceği bir karar hiç değildir. Ama eğer aklımdan boşanayım mı sorusunu geçirtecek kadar bir rahatsızlığım varsa yol sonuca hükmetmek olmamalı, yol rahatsızlığımı ben nasıl deneyimliyorum? Burada ne oluyor? oraya odaklanmaktan geçiyor.  Davranışı gestalt bakış açısına göre en fazla enerji yüklü olan ihtiyaç belirler. En fazla enerji olan yüklü olan ihtiyaç boşanmak ya da boşanmamak olamaz. Öyle bir ihtiyaç yok çünkü. Dolayısıyla davranışımı ihtiyacımın belirlemesine izin vermem lazım. İhtiyacım ya bir şeylerle bütünleşmektir ya bir şeylerden farklılaşmaktadır. Başka birşey olamaz.

DM: Sen kendi hikayenden nasıl değerlendiriyorsun bu süreci? Senin de çok ciddi kırılmaların olmuş bu hayatta. Biraz oraları anlatır mısın?

HNS: şöyle özetlemek isterim, Yani tabii ki 66 yıllık hayatımda burada birkaç dakikaya sığdıramayacak kadar çok zorlayıcı deneyimlerim oldu, ama paylaşmak açısından vermek istediğim mesaj benim hayatımda ne oldu değil. Benim hayatımda ne olduğunu bir araç olarak kullanarak şifalandırma amaçlı konuşmak istiyorum.

Mesela ilk zorlandığım deneyimim ilkokul çağlarınd, belki biraz daha küçük bile olabilirim, çok sevdiğim bez bir bebeğim vardı. ama nasıl çirkindi biliyor musun, çizilmişti, gözü kopmuştu, çok çirkindi. Ama ben onu çok seviyordum, Çünkü ilk bebeğim bez bir bebekti ve bir gün sanıyorum ilk okuldaydım, okuldan eve gelince bebeğimi aradım aradım bulamadım ve anneme dedim ki

“Anne benim bez bebeğim ne oldu”

“kızım o çok eskimişti, Hem bir sürü daha güzel bebeklerin var, ben onu attım” dedi. o hayatımdaki ilk ayrışmaydı. Benim iradem, benim kararım olmaksızın duygusal bağ yaşadığım bir nesneden ilk kopuşumdu. Tabii o yaşlarda bunu deneyimlemek için çok güzel bir fırsat olduğunu bilebilecek yaşta değildim. Dolayısıyla ilk kullandığım ikame tatmin anneme kızmak, onu suçlamak oldu. O deneyimi Öyle savmıştım.  

Ondan sonra 14 yaşındayken ebeveynlerimin boşanması söz konusu olmuştu, önemli bir kırılma olarak yani bir zorlanma olarak onu da e hatırlıyorum. hayatımda ilk kez güvende hissetmemi sarsan bir deneyim olmuştu. güvende olmamak ne deme,k onu e anlamaya başlamıştım. O zaman bununla baş etme yöntemim de çok çalışmaktı , ben zaten çalışkandım çok severdim çalışmayı. Eğer derslerime çalışırsam, sorumluluk sahibi bir insan olursam, kendi kendime yetersem bu hayatta problemim olmaz gibi bir yöntem keşfetmiştim. ve ona sarılmıştım.

Lise yıllarındayken bir kırılmam daha olmuştu, çok önemli. O da küçük teyzemin çok sevdiğim eşi kanserden vefat etmişti. Şimdi bu sefer suçlayacak bir şey bulamadım, kimseyi bulamadım, çok da çalışkandım notlarım da çok iyiydi, yani çok da sorumluluk sahibiydim ama yine böyle bir şeyler gelebiliyor oldu başımıza Allah Allah bir terslik vardı bu işte ve o zaman daha geniş hayatı sorgulamaya başladım. Rahmetli o kişinin sağlığında teyzemle sürekli atışırlardı “Hangimiz daha önce öleceğiz” diye ve o kaybettiğimiz adamın asıl derdi çok sevdiği bir fıkra vardı onu anlatmak isterdi Hani kim önce ölecek diye, şöyleydi fıkra onu paylaşayım:

 Adamın teki ölür, kadın da hiç iyi geçinmiyordur adamlar, sevinir öldü diye. Adamlar Tabutunu merdivenlerden aşağı taşırlarken bir o Duvara çarp bir bu duvara çarp, tak tuk tak tuk, adam canlanır tabutun içinde. kadın çok üzülür. aradan yıllar geçer adam tekrar Ölür, bu sefer kadın tabutu taşımaya gelen adamlara der ki sakın duvara çarpmayın!

 Şimdi bu kişi teyzemin Kocası da öldüğünde aynı apartmanda otururduk biz, onlar apartmanın 6 katında biz 7 katında oturuyorduk. zaten apartman yedi katlıydı ve bütün aile toplanmıştı ve tabut getirmişlerdi ve onun naaşını taşıyacaklardı ve biz Tabii bütün aile bu fıkraya defalarca maruz kaldığımız için, tabutu Taşıyan insanlara sakın duvarlara çarpma demeye ve bir yandan gözümüzden yaşlar akarken bir yandan da kahkahalarla gülmeye başladık ve ben o zaman şunu anladım: Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, insanlar çok acı duygular yaşarlarken dışarıdan bakınca hiç de anlamlı gelmeyen davranışlar içerisinde bulunabilirler. Bunu anlamak bana bir perspektif değişikliği getirmişti Yani bir dakika Hayat öyle göründüğü gibi değil, biraz daha karmaşık galiba demeye başlamıştım .

1979 ve 1998 yılları arasında o 18 yıl üniversite 4 yıl, 4 yıl Master, 6 yıl doktora çalışmaya başladım. Kendi şirketimi kurdum, geştalt gelişim programlarını başlattım, evlendim, boşandım, o kadar çok şeye sığdırmıştım ki o sürece… fiziksel, duygusal ve mental bir yorgunluk içindeydim.

O süreç içerisinde zorlanmalarımın bir tanesini daha yaşadım o da eşimin iflas etmesiyle bizim boşanma sürecimizin üst üste gelmesi, denk gelmesi ve o dönemde bedenim de bana beni 20-22 tansiyonla acillere sürükleyerek bas bas bir mesaj vermeye başlamıştı. Hani bir şeyleri yanlış yapıyorduk besbelli. bir şeyleri düzeltmem gerekirdi, farklı yapmam gerekirdi aslında. Tefekkür etmeye başladım, hani ne olabilir? çünkü saat 5.30’da kalkardım, sabahları yüzmeye giderdim, İyi beslenirim, iyi uyurdum ve hala çok çalışırdım ve çok sorumluluk sahibiydim. Peki neydi yani? ters olan neydi ? o zaman anladım ki ben bir yere ulaşmak için bir şey yapıyormuşum. Yüzerken bu sabah bir saatte kaç kilometre yüzeceğim, kaç kulaç atacağım gibi. Kendimi kürerek kendime rağmen bir şeyler yaparak bu süreci sürdürüyormuşum. Aslında süreçte kalmak, sürecin tadına varmak, her ne yapıyorsan bir yerlere varmak ulaşmak için değil onu yapmanın zevkine vararak yapmak nasıl olur? onu öğrenmeye başlayacaktım o süreçte.

Ama tabii ki boşandığımda 94- 95 yılında parasız,  özgüvenim yerlerde, Çaresizlik duyguları içerisinde ve gelecek kaygısı yaşar bir durumda kendimi buldum ve oradan bir sonuca doğru kendimi ittirmek oldukça zordu aslında. O zaman anladım ki zihinsel olarak çok iyi anlamış olduğum ve öğretmeye çalıştığım fenomenolojik metodolojiyi kendimin denemesinin zamanı gelip geçiyordu. Yani kendimi o bulduğum dipten çıkarmaya çalışmak yerine tam tersini yaptım. Ben bu dip nasıl bir yermiş burayı kendime tanımlayayım. Ne oluyor? bedenimde ne yaşıyorum? buna nasıl duygular eşlik ediyor? nasıl düşünceler üretiyorum? Hayat anlamımda hayat amacımda ne oluyor? Bu söylendiği kadar kolay değil. Bunu adeta bir ibadet şeklinde, istikrarlı bir şekilde her gün ve sürekli üzerinde durulması insanın kendisine o zorlandığı yerde kalma, onu tanımlama iznini vermesi lazım. Ve orada gördüm ki aslında o çok zorlandığım yerde kalma iznini verdiğimde içimden o zorlanan tarafımı kapsayan birisi çıkıverdi. O tanımlayan tarafım ne düşünüyor, Ne plan yapıyor, Sadece o anda yaşadığımı betimleyen tarafım süreçte yeni geliştirmeye başladığım kasımdı. Hangi kasımdı? Kendime şahitlik yapmaya başladığım kasımdı ve süreç içerisinde şunu öğrendim: hayatta her sorun çözülmüyor, çözülmesi de gerekmiyor. her çukura düşüş süreci bir güzellikle bitmek zorunda değil, ama önemli olan insanın yani hem debelenen olması hem de Aa ben şimdi nasıl debeleniyorum deyip kendini seyreden, kendine şahitlik eden olması o süreci atlatması çaresiydi Aslında. Şifalanmayı ben öyle keşfettim.

Ondan sonra dedemin kaybıyla duygusal yatırım yaptığım birşeyi kaybetmiştim. Annemin babamın ayrılmasıyla güvende oturduğum çevreyi kaybetmiştim. Güvensizliğe adım atmıştım. Teyzemin kocasının ölümüyle “Sen istediğin kadar her şeyi planla iyi ol hayatta, yani hiç beklemediğim yerlerden bir şeyler oluveriyor” Onu öğrenmiştim. Eşimin iflası ve boşanmamızla birlikte de hayatta önemli olan kendini zedelenmeyecek bir kabuk içerisine sokmak hiç değil tam tersine zedelenebilirim, her şeyde olabilir ve her ne olursa da onunla temas edebilirim. Esas iç gücün bu olduğunu anladım.

Ondan sonra hayat benim önüme daha soyut düzeyde buluşmalar ve kayıplar getirdi. Bunlardan iyi ki babamın kaybıydı 2013 yılında, babamla ölümüne 5 yıl kala eskisinden çok daha farklı bir temas niteliği geliştirebilmiştik. Her hafta bana yemeğe gelirdi, Cumartesi akşamları sohbet ederdik, ölümünden kısa bir süre önce kendisine hayatın anlamının kendisine göre ne olduğunu sormuştum. O gün bu soruyu dinlemişti fakat hiç cevap vermemişti. Bir hafta sonra geldiğinde demişti ki “Nita sen bana geçen hafta bir soru sordun, düşündüm, bana göre hayatın anlamı bu soruyu soran kişinin kendi zihninde belirlenirdi. Sen ne anlam atfetmek istiyorsan o olur.”

Bana çok manidar gelmişti, bilmediğim bir şey değildi tabii ki ama ondan işitmek farklı bir doku getirdi. Şöyle: Eskiden fotoğraf makinelerinin zoomları vardı, şimdi hepsi dijital. O zaman neyin resmini çekmek istiyorsak, hatta fotoğraf makinesinin ortasından bir Zoom çıkardı ve Mesela bir orman diyelim onun içinde bir gül çekmek istiyorum, o güle odaklanırdı.  Hayata öyle bakmaya başladım ondan sonra, yani her zaman çok zengin Bir zemin var Nita, Sen o zengin zeminde nereye zoomlanmak istiyorsun? O zoomlanacağın yer senin elinde.  Hangi sesleri iç veya dış abartıyorsun, hangi sesleri azaltıyorsun, onun daha çok ayırdına varmaya farkına varmaya başladım babamın ölümüyle şunu öğrendim son 5 yılda onunla daha çok temas etmeye başlamıştım yani temas sınırlarımızı baba kız olarak yeni yeni tanımlamaya başlamamıştık, yetmedi, yani tam dokunamadık birbirimize ve onun ölümüyle anladım ki insan ancak tam tutabildiklerini bırakabilirmiş, tam tutamamıştım onu, o da beni. Zor oldu.

Ondan sonra 1988 yılında Clevelandda tanıdığım ve önce öğretmenim sonra süpervizörüm olan, sonra da 2019 da ölümünden önceki 15 yıl belki her hafta ya telefonda veya görüntülü konuştuğum Skype’ta konuştuğum hocam Less Wine’ın ölümü geliyor, Nur içinde yatsın, ondan öğrendiğim çok önemli şeyler oldu temas dokusuyla ilgili. Kalp yetmezliği vardı ve ölümüne son 8 ay kala doktorlara artık fazla zamanının kalmadığını, kendisini ve çevresini ölümünü hazırlaması gerektiğini söylemişti. Biliyorsunuz Amerika’da ölen kişilerin ardından din adamları bir konuşma yapar ya Les kendi oturduğu muhitteki din adamını aramış ve demiş ki seninle bir sohbet etmek istiyorum.  adam da Tabii ki buyur demiş gitmiş ve demiş ki Ben yakında öleceğim ve benim için bir konuşma yapacaksın. Din adamlarının hayatlarında hiç görmedikleri adamlar hakkında konuşma yapmaları kadar saçma bir şey yok demiş, Bari Bari senle bir sohbet edelim beni tanı, bari Benimle ilgili söyleyeceğim 3 beş laf hani deneyimlediğimiz şeyler olsun.Ve sonra dinledim din adamının yaptığı konuşmayı, onda çok derin etkileri olmuştu. Less’te öğrendiğim şu olmuştu aslında, hani babamla tutmaya başlamıştım dedim ya tam tutamadım. Less’le olan deneyiminde iki insanın birbirini tam tutabilmesi ne demek olduğunu deneyimledim. ölümünden iki hafta önce artık o ölmeden Mutlaka onu görmek istediğimi anladım ve Cleveland gittim. karşılıklı çok konuştuk, saatlerce konuştuk, artık zihinsel yetilerin konuşmaların bir anlam olmadığı bir yere geldik, ve derin sessizlikler yaşadık karşılıklı, saatlerce ve orada ses sessizliklerin ne kadar çok bağırabileceğini, o sessizliklerin ne kadar  gördüm çığırtkan olabileceğini deneyimleyerek öğrendim. Ben gittikten bir 10 gün kadar sonra da öldü. Çok güzel bırakabildiğimi gördüm, Çünkü Söyleyebilecek her şeyi söylemiştik birbirimize. Yani bu da hayatla ilgili Aslında şunu gösterdi bana, yaşarken stoklamamak lazım.

Duygular ve düşünceler paylaşmak içindir, toplamak için değildir. aslında bedenimiz duygularımızı ve düşüncelerimizi muhatabına söyleyip söylemediğimizle de ilgilenmiyorlar ama söyleyip söylemediğimizle ilgileniyorlar. Tabii muhatabına söyleyebilmek çok güzel ama söyleyemesek bile bizi dinleyenler arasında “söyleyemem artık öldü”  diyenler varsa üzülmesinler diye söylüyorum. Her zaman o kişi niyetine boşluğa da konuşabiliriz, onun resmine de konuşabiliriz, bir yastığa da konuşabiliriz, boş bir iskemleye de konuşabiliriz Ondan sonra 2021 yılında Uzunca bir hastalık sürecinden sonra annemin kaybı olmuştu ve artık Lessle bir insanı tutarak yolcu etmenin tadına varmış olduğum için, annenin hastalığı Özellikle de son 3 yılda, giderek daha zayıflayıp, küçülerek, zihinsel becerilerini yitirerek adeta yok olduğunu seyrettiğim bir sürece girdiğimde, şunun çok farkındaydım: iki sesin çok çok farkındaydım, bir ses sürekli şeyi diyordu: Yani nasıl olabilir ? Bir insan nasıl bu hale gelebilir? o bunu hak etmiş miydi? o kadar canlı bir kadın, hayat dolu bir kadın, sanatçı bir kadın elinden bin tür şey gelirdi. Yani nasıl bu hale gelebildi? ondan daha önemlisi bir şey yapamıyorum. Yani Çaresizim, ona hiçbir şey yapamıyorum, Yani bir Bu tarafın çok Farkındayım, bir de şunun farkındayım O Lessle olan sürecin de öğretisiyle ne olduğu hiç önemli değil elini tuttuğumda hala gülümseyebiliyor, çok sevdiği Rusça, Gürce şarkıları ona dinlettiğimde gülümseyebiliyor.  Ona seni seviyorum dediğimde gözleriyle bana bir işaret yapabiliyor, O zaman hangisini tercih ediyorsun diye kendim sordum, yani çaresizlikte kalmayı.mı? yani nereyi zoomlayacaksın Nita? şekil olarak kendine neyi seçeceksin? Tabii ki anda olmayı ve onunla paylaşabileceğim her ne varsa ona sarılmayı seçtim. Ve onu da çok güzel uğurladım. Söylemek istediğim her ne düşüyorsa kucağımıza neden, niçin, mağdurum, ama, falan değil de OK bununla nasıl temas edebilirim? hangi temas kaslarımı geliştirebilirim? ne yaşıyorum? kendime bu süreçte nasıl şahitlik edebilirim? beni geliştiren bu oldu diyebilirim.

DM: Teşekkürler paylaştığın için bayağı bir yere dokundu Ben de. şunu merak ediyorum Bütün buları fark etmeden önce yani dedin ya o teorideki bilgiyi biliyordum ama pratikte yapamadığımı fark ettim. burada Mesela bir Terapist olarak hiç kendini suçladın mı yani o yetersizlik hissini hissettin mi? Çok güzel bir kıssa okumu konuştum Geçenlerde, beni de çok etkiledi Çünkü ben de bir şekilde kendimi şifalandırmak için girdiğim bu yolda şimdi Hani başkalarına da destek olmaya vesile olmaya çalışıyorum ama tabii ki de çözemediğim hala bir sürü şey var ve dolayısıyla Burada hep bir geri adım atıp böyle çok büyük laflar etmeden ya da çok büyük vaatlerde bulunmadan buradaki Çünkü o “kıldan ince kılıçtan keskin bir yol” diyorlar ya tam da oralar bir yandan da çünkü yapamadığı şeyi bir başkasına söylemek hiç dürüst gelmiyor bana ve bu bana acı da veriyor Bir Yandan.

 Bir gün bir kadın çocuğu hastalanmış Nasrettin hocaya götürmüş demiş ki Hani hocam nedir bunun çaresi şifasını ver demiş O da demiş ki 2 hafta sonra gelin ik hafta geçmiş aradan 2 hafta sonra kadın çocuğuyla gelmiş Nasrettin Hoca demiş ki şekeri bıraksın E demiş ki bunun için niye iki hafta bekledik, neden ilk geldiğimizde söylemedin? çünkü önce benim şekerim bırakmam gerekiyordu demiş

 Eee ve şu anda halihazırda bir sürü kişisel gelişim çalışmaları var ve her şey Tabii ki de faydalı ama bir yandan da senin o oturduğun o dipte kimse durmadan Herkes bir Yandım Allah deyip İlk o neresiyse o yangın söndürme aletinin olduğu yer Oraya doğru koşuyor, yani o yangının içinde pek kalamıyoruz ve dolayısıyla da kendimizi işte seanstan seansa, İşte o çalışmadan bu çalışmaya böyle savrulurken buluyoruz ve günün sonunda o dipte oturmamanın da bir Bence kendi yolculuğumuzda bir yüzeyselliği oluyor. Ve sen kendi sürecinde bir terapist olarak buralardan nasıl geçtin? Senin için de bu kısmın çok önemli olduğunu ifade etmiştin.

HNS: Benim fenomenolojik metodolojiyi  1994 yıllarında yoğun bir şekilde kendi üstünde denemeye başlamam Aslında öncesinde de olmuştu, onu atladım, 88 yılında kırmızı ışıkta dururken arkamdan bir araba çarpmıştı ve o zaman arabamda başlık yoktu ve boynum geriye gittiği için boynumda çok kötü bir disk kayması olmuştu ve ondan sonra sol kolumu aylarca kullanamayacaktım, çok sancılı bir süreç olmuştu ve o süreçte ben eğer istikrarlı çalışırsam, bedenime fırsat tanırsam ve ben inanırsam bedenimin kendini olabildiğince tamir edebileceğini gördüm, İlk deneyimim oradaydı aslında. Bedensel deneyimdi, 6 ay çalıştım, 88 yılında yüzme dersleri aldım, kelebek yüzmeyi, sırtüstü yüzmeyi öğrendim ki o sırt kaslarımı geliştireyim.

Terapistim bana şöyle demişti, “boynundaki arızayla uğraşma- yani o fıtığı geri koymanın alemi yok- ama sırt kaslarını güçlendirirsin yani vücuduna başka yerden destek ver” bana çok mantıklı gelmişti o. Lao Tzu’nun lafıyla da örtüştüğünü düşünmüştüm o zaman, “sorunu sorunun ortaya çıktığı kapta çözmeye çalışma“.

fizyoterapistim vardı o zaman, ya şuram çok ağrıyor derdim şuramı bir ovsana derdim, belimden olmaya başlardı. ya belimi ne ovuyorsun buram ağrıyor diyordum, gülüyordu. sonra anlatmıştı bana demişti ki “bedenini bir bütünü olarak düşünmek zorundayız. Ben oradaki kasın belindeki hangi yerle ilintili olduğunu biliyorum oradan rahatlatmaya başlıyorum” derdi.  Bu da çok önemli bir öğretiyi benim için. Ben umut olduğunu gördüm Aslında. benim için en önemli şey oydu. Umut. eğer ben kendimi geliştirebilmiş dönüştürebilmişsem o zaman Umut var. 

Terapiyi bir rehberlik olarak görürsek de insanların kendi yolculuklarında kendi değişim ve dönüşümlerinde onlara rehberlik edeceksem, o yoldan geçmiş olmam lazım, belki tıpa tıp aynısı değil ama biraz biliyor olmam lazım yoksa nasıl rehberlik edeceğim ki? Ben hep umudu ön plana çıkardım. Evet yeterince istersen, yeterince bu işe baş koyarsan, yeterince istikrarlı olursan, yeterince ibadet edersen olur. Ve yıllar içerisinde de artık yapabiliyorum, belki yaşımdan dolayı, yani İnsanlara “Ya sen bana gelme, sen boşuna bana para verme, Çünkü senin bulunduğun konumla ilgili şikayet etmek için çok daha fazla enerjin var. şikayet etmek istiyorsun sen. işe koyulmak istemiyorsun”. Ben artık şikayet dinleme yıllarımı geride bıraktım, artık hamur yoğurasım var beraber.  Ay bu hamurdan da bisküvi olur mu da az mı da çok mu da, işte hava mı sıcak elimize mi yapışır, sert mi bunları istemiyorum artık.

DM:  senin hayat felsefen, yaşama şeklin, biraz böyle insan nasıl her şeyi kapsar üzerine çok düşünüyorsun çok çalışı çok kafa yoruyorsun. bu yöntemleri de araştırmışsın. nasıl her şeyi kapsar? senin bu yaşa kadarki olan deneyiminden yola çıkarak.

HNS: geştalt öğretisinin temelinde temas ve temasla birlikte gelen değişim yatar. Değişim İnsanın kendisini gitmek istediği doğrultuya doğru ittirmesi ile gerçekleşmez, tam tersine değişim beğenmediğim, zorlandığım, içinde olmak istemediğim konumla temas etmekle başlar değişim.  Çünkü paradoxical theory of Change adı, yani değişimin paradoksal teorisi, beğenmediğim, değiştirmek İstediğimle temas ettikçe o zaten değişiyor. yani kapsamak da buradan geliyor. benim kapsamak için çaba sarf etmem gerekmiyor.Şunu öğrendim çok çalışmak, çaba sarf etmek, Sorumluluk sahibi olmak süper ama bunların nasıl kullanılması gerektiğine ilişkin yıllar içerisinde daha rafine oldum. Yani bu çabayı nereye koymak lazım? çabayı gitmek istediğim yola doğru gideyim diye kendimi zorlayacağım bir yola koymamam lazım. Tam tersine, içinde bulunduğum konum neyse O çabayı, o sorumluluğu, çok çalışmayı, onu betimlemeye, onu tanımlamaya koymam lazım . o zaman değişiyorum zaten, kapsıyorum.

DM:  bu süreçte yetersizlik, başarısızlık hissettiğin yerler oldu mu? Olduysa bunların üstesinden nasıl geldin?

HNS:  benim için başarı öğrenebiliyor olmak, değişebiliyor olmak, dönüşebiliyor olmak. başarı bu. ben çok şanslı bir insan olduğumu düşünüyorum. yani Annem ve babam gibi insanların çocuğu olduğum için. hiçbir gün eleştirildiğimi hatırlamıyorum , utandırıldığımı hatırlamıyorum. Bir tek babam geç kalırsak eleştirir,  onun o takıntısıydı Yani bir dakika bile geç kalmak olmazdı. ama mesela 77 yılında üniversite sınavına İlk girdiğimde ben hiçbir üniversiteyi kazanamamıştım, İkinci yıl kazandım, kimse beni eleştirmedi, tam tersine ne istiyorsan Biz senin yanındayız, desteğiniz dendi. Dolayısıyla ben yetersizlik değil de hep şeye odaklandım uğraştığım meseleye kendimden acaba daha katabileceğim ne var? Farklı nasıl yöntemler olabilir? Demin sen de söyledin, Hani araştırdın falan yani ,Betimlemek, tanımlamak olabilir, nefes egzersizi olabilir, yazmak olabilir, birisine anlatmak olabilir, imgelemek Olabilir, afirmasyonlar olabilir, yani çeşitli yöntemler var. Aklın yolu bir Aslında. bence yöntemden çok kişinin bir beni kurtarsın ilüzyonundan çıkması gerekir. Kimse kimseyi kurtaramaz. Kimse kimse için bir şey yapamaz, ne yaparsa İnsan kendisi yapar. Ebe hamile kadını doğurtur çocuğu eline  alır bacaklarından tutar da poposundan vurur. Ama eğer o bebek ilk nefesi alıp vermeye başlamazsa Ebenin yapabileceği hiçbir şey yok. Dolayısıyla o nefesi alıp biziz.

DM: Peki bu süreçte kendinle çalışırken hangi gölgelerin karşılaştın ? neler fark ettin? o fark ettiğin yerler mesela canını acıttı mı? yoksa onun içinde de oturabildin mi?

HNS:  inanılmaz mükemmeliyetçiyim.  Bir yıl bir şirketten bir eleman istedim, biliyorsunuz bir para yatırıyorsunuz ve o size eleman yolluyor 9 ay içinde 11 eleman beğenmedim, yolladım. Ve sonunda O şirket bana paramı iade etti, biz sizinle çalışmak istemiyoruz dedi. çünkü o kadar mükemmeliyetçiyim ki… sonradan fark ettim ki aslında benim dışarıdan başkalarından beklediğim şeyi 10 katını kendimden bekliyorum. Kendime çok acımasız davranıyorum, en önemli keşfettiğim gölgem oydu aslında. Hani kendi kendime koyduğum standartlardı onlar. Ben onların normal olduğunu zannediyordum, Ama öyle değildi. hatırlıyorum mesela ilk yıllar önce bir asistanım vardı o zamanlar evde fotokopi makinelerimiz yoktu ve Gayrettepe’deydi ofisim, git Şunların fotokopisini çek diye yollamıştım onu. böyle bir yarım saat içinde dönmüştü, “etrafta fotokopici bulamadım” diye. Çok şaşırmıştım, Çünkü ben olsaydım onun yerine ne demek bulamadım bulana kadar dolaşırdım ve bulmadan dönmezdim. Ne demek bulamadım yani böyle böyle hani demin dedim ya hani başkaları kullanmadığım tuşları çalıyor diye, yani bulamadım deyip dönmek diye bir seçenek mi var Acaba? O raddedeydim, yani gölgelerim o raddedeydi. Tabii çok evrildim yıllar içerisinde.

DM:  Senle konuşurken şöyle bir cümle söyledin benim çok hoşuma gitti o “terapistin bilinç düzeyinin terapide çok büyük etkisi olduğunu” söyledin. birazcık Az önceki konuşmalardan ufak bir girizgah yaptın. Ama biraz daha açar mısın orayı?

HNS: şimdi birisiyle çalışmak aslında sadece terapist değil, İster Terapist olun ister öğretmen ol, ister coach ol, mentor Ol, yönetici ol bence fark etmez. karşındakini ancak kendini getirebildiğin yere kadar taşıyabilirsin. Onun bir miktar ötesine gidemezsin. çok basit bir örnek vereyim:

Mesela Stanislav Grof hem şizofreni hem de aydınlanma hakkında yazıp çiziyor, yani şizofreniyle aydınlanma birbirine çok yakın iki kavram. Onları birbirinden ayırt eden çok somut bazı şeyler var. şimdi eğer o aydınlanma safhaları ve onun gerektirdiği bilinç düzeyini okumamışsa, kendini oralara taşımamışsa yaşantısal olarak da, Danışanın bazı paylaşımları eğer o düzeyi tanımıyorsa, şizofren gibi gelebilir. Halbuki aydınlanmadan bahsediyor. Ya da yine gestalt bakış açısından insan zorlanmaya izin vermeli. Zorlanmanın içerisinde debelenmeye izin vermeli ki organizma yeniden yapılansın, o zorlanma karşısında ve zorlanmayı kapsayabilecek kaslar geliştirebilsin.

Fakat bana göre bugün kimsenin depresyonunun tadını çıkarmasına İzin yok, yani hemen iyi hissetmek zorunda. Niye? biraz kötü hissetsin. Tabii burada kafa karıştırmak istemiyorum, bazen endojen depresyonlar var, yani beyindeki bazı kimyasal dengelerin bozulmasından kaynaklanan. Onları sohbetimizin dışında bırakıyorum. Sadece tepkisel yani endojen, içsel olmayan, dışsal etkenlere bağlı, kendini kötü hissetme, yataktan çıkmama, yemek yememe, bir şey yapmak istememe gibi tepkilere biraz izin vermek lazım. Kendisini bilinç olarak nereye taşımışsa karşısındakini de ancak oraya kadar taşıyabilir ve onu tanımlayabilir. Başka bir şeyi  tanımlayamaz.

DM: bir önceki terapistime şunu söylemiştim, çünkü olayı anlatırken bir anda şunu fark ettim; ya olay benim algıladığım gibi ya da hatırladığım gibi değilse, ya ben o sırada yalan söylüyorsam, nereden bileceğiz bunu diye sordum. belki bir yalan üzerine şu anda seans yapıyoruz… Dolayısıyla Ya ben her şeyi çarpıtıyorsam…  bu konuda sen ne düşünüyorsun?

HNS:  gülümsettin beni. Gestalt bakış açısında içeriğin hiçbir önemi yoktur. Sıfır. Danışan ne anlatırsa anlatsın benim için önemli olan bunu anlatırken ne deneyimliyorsun? Esas odur. Yaşamda öğrendiğim bir diğer şey daha var, o da esas olanlar ve belirgin olanlar. Bütün düşünceler belirgindir, sözel olarak söylediklerimiz çok belirgindir, ama hiç esas değildirler. Esas olan yaşamda kalmaktır, esas olan bedensel düzeyde deneyimlediklerimdir. gerisi hikayedir, ürettiğim kurgulardır, onlar belirgindir. Ama asla esas değildir.

şöyle örnek vereyim: bugün bir sürü plan yapabiliriz seninle, işte haftaya buluşalım şu konuda konuşalım, şu insanları çağıralım, şöyle yapalım, böyle yapalım. Bunların hepsi çok belirgin. Yarın deprem olursa bu belirginlerin hepsi çöpe gider. Esas olan hayatta kalmaktır. Dolayısıyla Sen olup bitenle ilgili yalan anlatıyor olsan bile, gestalt terapisti için önemli olan anlattığı içerik değil, onu anlatırken bedeninde ne yaşadığı, esas o.

DM:  bugüne kadar birçok terapisti davet ettim ama maalesef programın başında söylediğim sebeplerden dolayı davetimi kabul etmediler ve sen kabul ettin. Özel hayatını, yaralarını, düşmelerini kalkmaları paylaşmaktan hiç korkmadın mı?

HNS:  hiç korkmadım, hiç korkmadım. Bence temas dokusundan bahsettim ya, Temas ne kadar samimi, ne kadar otantik, ne kadar içten olursa dokusu o kadar sağlam olur. Yine aklıma bir şey geldi Onu paylaşayım; Yıl 1988, Ben Bakırköy Ruh ve Sinir hastalıklarında staj yapıyorum ama gönüllü staj yapıyorum.  Bitirmişim masterları,  tam doktoraya başvurmadan önceki yaz ve orada Kars’tan gelen bir ilkokul hocası ve takıntıları var. takıntıları da etrafında erkeklere “benim karımla olur musun” dediğini varsayıyor, öyle birşey demiyor ama ondan sonra da onlara sorası geliyor, dedim mi ben sana öyle birşey? Öyle bir takıntısı var. Beni fiziksel olarak eşiine benzettiği için benle çalışmak istedi. Ben de bunu fırsat bildim ve o zamanki başhekim rahmetli Yıldırım Aktuna idi, gittim ve ona dedim ki hocam böyle böyle, ben izin verirseniz bu adamcağızı alıp Taksim meydanına gitmek istiyorum. Ee dedi. Sabahtan akşama kadar dolaşalım biz onunla, bol bol insan geçiyor ya yoldan hani ona da demişimdir buna da demişimdir diyecek. Ben de o insanlara duracağım diyeceğim ki bu beyefendi size bir şey dedi mi onlar da demedi diyecekler, akşama kadar obsesyonlarından arınacak. Kahkahayı bastı ama izin veriyorum git dedi. Ben adamı aldım, o gün sabahtan akşama kadar Aynen öyle İşte buna da söylemişimdir Buna da söylemişimdir, adamları durduruyorum, Affedersiniz bu beyefendi size bir şey dedi mi benim hakkımda. Yo demedi falan yani böyle onlarca adamı durduruyorum akşama kadar Akşam adamı aldım Hastaneye geri getirdim. Tabii ki obsesyonunda hiçbir değişiklik olmadı, niye olsun ki?  aradan 2 yıl geçti, bir gün ben Bahçemde otururken Yazın bu adam elinde bir buket çiçek gel kapıma hayırdır falan dedim ben dedi size teşekkür etmeye geldim ben bir şey yapmamıştım ki dedim yani niye teşekkür ediyorsun? Yok dedi Siz dedi beni bir obsesif Kutucu olarak görmeyip benim için bir şey yapmaya çalışan, Bana inanan, kendini riske atan tek insandınız dedi.  Onun için teşekkür etmeye geldim. Gebze’ye atanmıştı ilkokul hocası olarak, karısını ve çocuklarını da getirmiş, beni davet etti, Ben de gittim, yani obsesyonları tamamen geçmemişti ama işlevsel olmasını engellemeyecek bir düzeydeydi. Bundan da şunu öğrenmiştim Yıldırım Aktuna’dan:  Amaç ne kadar saçma olursa olsun çabayı ve hevesi desteklemek lazım. Bir de bu adamdan şunu öğrenmiştim insanlarla temasta hiçbir teknik, hiçbir metot samimiyet ve otantik ve içtenliğin yerini alamaz.  bu çok önemli bir ders olmuştu aslında ve ben o naif yaklaşımımı hep barındırdım, hep barındırıyorum, ondan memnunum

DM: ve danışanlarında da paylaştığını söylemiştin. Yani bu bundan da çekinmediğini söylemiştin.

HNS:  Evet yani ben danışanlarla onların süreçlerine destek olacağına inandığım kendi hayatımdan deneyimlerimi paylaşırım. sadece laf olsun diye değil, Ama onların içinden geçtikleri bir zorluğa benzer bir zorluk Ben yaşadıysam ve onu kapsayabilmişsem onunla ilgili paylaşımımda ona destek olmak amacıyla bulunabilirim. Bazı danışanlarım beni nikah şahidi olarak davet ederler , giderim, Ben bunda bir sakınca görmem. Hani insanla insan insana bir ilişki kurma taraftarıyım ama burada çizgiyi de barındırmak isterim yani danışanların hepsi aynı bilinç düzeyinde değildir. bazıları uyaranları fiziksel bütünlükleri tehdit alan bir düzeydedirler, onları bu söylediklerimin dışında bırakıyorum. bazı danışanlar duygusal anlamda ne kadar birlikte ne kadar farklı olacaklarının dengesini bulamamışlardır hayatlarında. Onun için benim onlara nikah şahitliği yapmam, onların duygu anlamında fazla bana yaklaşmalarını ve benden uzaklaşmalarını destekleyebilir düşüncesiyle onları da bu söylediğimin dışında bırakıyorum. Ama fiziksel ve duygusal gelişiminde bu söylediğim durumları göstermeyen bilinç düzeyinde olan insanlarla bu bahsettiğim şekilde bir ilişki içerisinde olmanın 38 yıllık meslek hayatımda bana hiçbir sakıncası olduğu görmedim. Ama ben de sınırları çok net olan ve sınırlarımı çok net muhafaza edebilen yetenekte birisiyim, çok içten samimi bir diyalog içerisinde olup çok net sınırlar da koyabilirim aynı anda.

DM:  bu çok kıymetli bir şey gerçekten de çok teşekkür ediyorum. Peki sence salt psikolojik terapi insanın iyileşmesi için yeterli mi? alternatif veya bütüncül Şifa yöntemleri var ve şu anda çok yaygın Biliyorsun. bunlar hakkında ne düşünüyorsun Senin kendi terapi sürecin dışında farklı yöntemler denedin mi? deneyimledim m?

HNS: Ben yöntem açısından bir şey görmüyorum yani “Sky is THE limit” iyi gelen her şey denenebilir ama benim burada uyarmak istediğim yöntemi kim uyguluyor? o konudaki deneyimi ne? altyapısı ne? Şifa ilişkileri aslında çok Nazik. Şöyle ki “ben beni bize teslim ediyorum” yani biz danışan ve danışmanın oluşturduğu sistem, yani Danışan kendini bize emanet eder. Hangi bize emanet ediyorum kendimi? bunu lütfen çok bilinçli olarak incelesinler. bir tek bunu söylemek istiyorum.

DM:  Sen kendin hiç denedin peki?

HNS:  evet, mesela birkaç yıl enerjileri uyumlayan bir kişiyle çalıştım. Bana çok faydası olduğunu gördüm.

DM: Önümüzdeki dönem proje eğitimlerin nasıl olacak? İstanbul’da yaşayanlar mı katılabiliyor yoksa online çevirm çalışmalarında var mı?

HNS:  pandemi döneminde online yapıyordum ama gestalt yüz yüze olursa çok daha uygun öğrenilebilecek bir alan, artık yüz yüze devam ediyorum programlarıma. yani Gestalt’ı bir bireysel gelişim felsefesi olarak öğrenmek isteyenler yüz yüze İstanbul’daki programlarıma Tabii ki başvurabilirler. Her yaş ve her meslekten insanlara açık diyeceğim de 20 yaşından küçük değil tabii ki.

DM: eğitimin tarihi belli mi şu anda?

HNS: program bu programları Ekim ayında başlatıyorum ama 2024 ekiminde başlayacak programın kontenjanı doldu artık 2025 için başvuruları alıyorum. Mayıs ayı gibi katılımcı adaylarıyla online bir görüşme yapıp programı ayrıntılı anlatıyorum, ondan sonra hala devam etmek isteyenlerle de  Haziran-Temmuz ayları içerisinde bireysel olarak görüşüp kaydolmak isteyenleri kaydediyorum.

DM:  Peki bireysel seanslarında ya da çift terapisi seanslarında da birebiri mi tercih ediyorsun yoksa onlarla da mesela online görüşebiliyor musun?

HNS:  orada online da görüştüklerim var, yüz yüze de görüştüklerim var. Zaman zaman yüz yüze zaman zaman online görüştüklerim de var. Tabii ki yüz yüze temas her zaman daha zengin. Ama pandemi ile birlikte online temas etme olasılığının da çıkmış olması aslında beni çok memnun ediyor. pratiklik aslında.

DM:  şöyle bir şey hayal ediyorum, şöyle bir çalışma yapmak istiyorum, ya da şöyle bir kamp yapmak istiyorum gibi böyle bu eğitim dışında planladığın ya da hayalini kurduğun bir şey var mı?

HNS: uzun zamandır kitap yazmak istiyorum, kafamda 2-3 kitap otursam yazabilecek materyal dolanıp duruyor, zaman ayıramıyorum demek ayıp artık yani, ayırmak istiyorsam demin kendim dedim, kendimin bir tek o, yani hayalim O, mutlaka istiyorum. Bunu yapmak istiyorum

DM:  ve son sorum, yolda olanlara ne söylemek istersin?

HNS:  yolda olmanın bilinciyle kendilerini hiçbir tarafa doğru itirmeden, anda belirene eğilerek,  onunla temas ederek, yol almalarını öneririm. Hiçbir şey kaçmıyor , hiçbir yere yetişmiyoruz, hiçbir yere geç kaldığımız yok.

DM: Çok teşekkür ediyorum Nita

HNS: Ben sana çok teşekkür ederim. Benim için çok keyifli bir söyleşi oldu. Umarım dinleyenler de bir yerlerinden kendilerine hitap eden bir şeyler bulabilmişlerdir.

DM:  eminim Bulmuşlardır Ben gerçekten geri dönüşleri de merak ediyorum Bu anlamda. bu kadar samimiyetle açıklıkla paylaşman çok kıymetliydi benim için. bana da çok ilham oldu ve söylediğim birçok şey böyle bazı yerleri açtı, açıkçası,  gerçekten minnettarım Ceyla’ya da buradan bizi tanıştırdığı için çok teşekkür ediyorum. Tekrar ve sizlere de çok Teşekkürler umarım sizin için Gerçekten Şifa dolu farkındalık dolu bir söyleşi olmuştur. kendi yolculuğunuzda bir şeyleri biraz daha kolay fark edebilmeniz vesile olmuştur.

Bu yazı gestalt içinde yayınlandı ve , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.